Her Şey "Fethullahçıları" Düşman İlan Edebilmek İçin

Birtakım yazarlar, savcı ve başsavcının "Fethullahçı" olduğunu yayarak Büyükanıt Paşa'nın Genelkurmay Başkanlığı döneminde "TSK-Fethullahçı" çatışmasını hazırlamak istedi. Bu yayınlardan etkilenen Paşa'da Gönüllüler Hareketi'ne karşı bir düşmanlık oluşacaktı. Senaryo bu idi.

Diyaloglar geliştirerek problemleri çözme düşüncesi, demokrasiyi, özünde insanların dünyayı aşan isteklerine cevap verebilecek açılımlara istidatlı görüyordu. Fransız tipi laiklikten başka her türlü alternatifi "aydınlanma" dışı gören çatışmacı görüş ise laiklik ile Cumhuriyetçilik arasında istisnai ilişkiler kuruyor; demokrasinin telaffuzunu bile taviz vermek gibi algılıyordu.

O yüzden karşılıklı konuşmaya asla fırsat vermeyecek yollar bulmanın değil, farklı tipte insan bırakmamanın hesaplarını yapıyordu. Bu kesimin duygularını dışa vururken kullandıkları "Muhatap bile kabul etmem." cümlesi her şeyi ifade etmeye yetiyordu…

"Sen kimsin ki muhatap bile kabul etmiyorsun?" sorusu hemen akla geliyordu mesela. "Üstünlüğün nereden geliyor ki? Bu vatan sizin olduğu kadar aynı zamanda bizim olduğuna göre, her konuda sadece kendi fikirlerinizi esas alıp, ona uymayanları, gerekirse kültürel genleriyle oynayarak başkalaştırma hakkını kendinizde buluyorsunuz?" gibi sorular sıralanıyordu arka arkaya…

Ama olmuyordu işte! Mademki onlar da insandı. Mademki, insan denilen varlık tabiatı itibariyle medeni idi. Öyleyse ikna dışında her yol, insanlıktan başka yere çıkacağı için, insanca çözüm arayanlara daha baştan kapatılmıştı. Onlar duygularını aşacak, ne pahasına olursa olsun bir tek yolu takip edecekti: Dâhilde kavga çıkarmadan, diyalog yolları bulma uğrunda bütün yeteneklerini sonuna kadar kullanmak.

Buna mukabil, kendi amaçlarına ulaşabilmek için mutlaka bir iç düşman oluşturma yöntemine ihtiyaç hissedenler çeşitli yollar denediler.

Birincisi ve asıl yapılmak istenen, TSK ile "Gönüllüler Hareketini" karşı karşıya getirmekti. Böylece TSK kendisine yönelmiş bir tehdidi bertaraf etmek üzere "mecburen" üzerine düşeni yapmış olacaktı.

"Fethullahçılık ne Fethullah Gülen Hocaefendi ne de onu sevenler tarafından kabul edilen bir isimdir. İç düşman oluşturmak isteyenlerin ısrar ettiği bu isim yerine, onlar kendilerini "Gönüllüler Hareketi olarak adlandırıyorlar. Eğer bu taktik başarılabilseydi millet kendi silahını kendi gönlüne doğrultmuş olacaktı. Çok taktikler denendiyse de bugüne kadar böyle bir çatışma zemini oluşturulamadı.

İkincisi, AK Parti örneğinde olduğu gibi Gönüllüler Hareketinin iktidara taşıma gücü ve bu gücünü kullanarak iktidarı perde arkasından yönettiği fikrini yayarak iktidar partisi ile Gönüllüler Hareketini karşı karşıya getirmekti. Bu hamle aynı zamanda siyasi alanı istikrarsızlığa iterek yeniden organize etmek, siyasi partilerde Gönüllüler Hareketine karşı bir nefret uyandırmak gibi amaçlara hizmet edecekti. Bu da olmadı.

Üçüncüsü, Gönüllüler Hareketinin milletimizden gördüğü hüsnü kabul ve oluşturduğu sivil toplum etkileşimine karşılık, halkın içinden Aleviler, milliyetçiler, dindar çevre ve oluşumlardan Gönüllüler Hareketine karşı sivil bir karşıt oluşturmaktı. Ulusalcılık adı verilen oluşumla uygulamaya konulan bu tasarımın gücü, birbirinden çok farklı olmasına rağmen ulusalcı yapılanmada yer alan bütün parçaların arkalarında TSK'nın tam destek durduğuna inandırılmış olmalarından kaynaklanıyordu. Ergenekon davası kapsamında bu oluşumun içindeki bazı zevatın mahkeme huzuruna çıkartılmasıyla birlikte "Hedef TSK" türküsü tutturmaları bu durumu açıkça gösterdi. Şimdi heyecanla beklenen sonuç şudur: TSK oluşturulan bu fiilî durum karşısında hangi tavrı takınacak? Hukuk ve demokrasiden yana olmak mı? Yoksa Ergenekon sanıklarını kurtarmak için gerekirse hukuk ve demokrasiyi askıya almayı mı düşünecek?

Dördüncüsü, Ergenekoncuların TSK'yı olayın içine çekebilmesi ihtimaline göre ayarlanan AK Parti ile Gönüllüler Hareketini aynı sepete koyup, defterlerini bir defada dürme girişimidir. Bunu yapabilmenin şartı olarak da ABD mandası, üniter yapıyı parçalamak, küresel güçlerin taşeronluğunu yapmak gibi çiğnene çiğnene sakıza döndürülmüş bir dizi asılsız cümle, ciddi "analizler"miş gibi döndürülüp durmaktadır.

Aslında başlı başına bir kitap çalışması olabilecek genişlikteki bu bahsi, sadece birinci şıkkını bir örnekle somutlaştırarak noktalayalım:

Kasım 2005'te Şemdinli'de bir kitapevi bombalanmış, olayın faili olarak iki astsubay yargılanmıştı. Van mahkemesi olayla ilgili soruşturmayı savcı Ferhat Sarıkaya'ya vermişti. Savcı iddianamesini tamamlayıp mahkemeye sunmuştu ki, kıyamet koptu. Bir anda ortalık Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Yaşar Büyükanıt'ın adının iddianamede geçtiğine dair yayınlarla çalkalanmaya başladı.

Birtakım yazarlar savcı ve başsavcının "Fethullahçı" olduğunu yayarak, Büyükanıt Paşa'nın Genelkurmay Başkanlığı döneminde "TSK-Fethullahçı" çatışmasını hazırlamak istedi. Bu yayınlardan etkilenen Paşa'da Gönüllüler Hareketine karşı bir düşmanlık oluşacak ve kişisel kinini frenleyemeyeceği için genelkurmay koltuğunu o istikamette kullanacaktı!

Senaryo bu idi. İnandırıcı olabilmek için de savcı hakkında ne lazımsa yazıldı, çizildi. İddianameyi basına sızdırmakla suçlandı. Sonra bu iddiaları belgeleyebilmek için savcının yedi sülalesi araştırıldı.

Nafile…

"Fethullahçılığına" dair bir tek emare bile çıkmadı. Bu sefer adamcağızı, "açlıktan öl ki bir daha senin gibi savcılar çıkmasın" der gibi bir cezaya çarptırdılar. Avukatlık bile yapamaz hâle getirdiler.

Bir kısım medyamızın bir kısım kalemleri, bu iddialara köşelerinde yer verip "TSK-Fethullahçı" çatışmasını kaçınılmaz kılmak için ha babam de babam çalışırken, gerçeğin ne olduğunu bilmiyorlar mıydı?

Mesela Milliyet Gazetesi ve Fatih Altaylı yönetimindeki Sabah Gazetesi iddianamenin tam metnini PDF formatında yayınlamışlardı. Onlar "basına sızdıranların adresini" bilmiyorlar mıydı?!... Yolda mı bulmuşlardı? Yoksa gökten mi inmişti? Bu asılsız isnatları okudukları hâlde neden çıt çıkarmıyorlardı?..

Adres araştırmasını yapmak isteyenler için bugün bile gayet kolay bir yol var. İnternete girin. Google'a "Şemdinli iddianamesi" yazın. Enter tuşuna bastığınızda en üstte Sabah ve Milliyet gazetelerinin geldiğini göreceksiniz. Her ikisinde de "iddianamenin tam metnini" ve bilgisayarınıza indirmek için takip edeceğiniz yolu göreceksiniz. İddianameyi bilgisayarınıza indirin. Sonra PDF formatındaki dosyanın üzerine gelip, farenin sağ tuşuna basın. Açılan kutunun en altında "özellikler" satırını göreceksiniz. Oraya tıklatın. Açılan kutunun üst tarafında "Genel", "PDF" "Güvenlik" ve "Özet" kulakçıklarını göreceksiniz. PDF kulakçığına tıkladığınızda karşınıza çıkan kutu size belgenin MEBS Başkanlığı tarafından basına dijital ortamda verildiğini söyleyecektir.

MEBS Başkanlığı askerî bir kuruma aittir. Bu durumda ya Van Jandarma Asayiş Komutanlığı'ndan ya da KKK'dan iddianame basına verilmiş olmalıdır. Çünkü iddianame ile en fazla ilgili olan yer bu iki adrestir.

Bu durumda iddianamenin savcı ya da Fethullahçılar tarafından basına sızdırıldığı yalanını bile bile yazanlar ne yapmak istemiştir?...

Bile Bile Yazılan Yalanlar

Başsavcı da gidici

Adalet Bakanlığı, Şemdinli iddianamesini sızdırdığı için hakkında soruşturma açılan Van Başsavcısı Kemal Kaçan'ın görevinden alınmasını önerdi.

(Fatih Altaylı yönetimindeki Sabah Gazetesi'nden. 05/07/2006)

TSK üzerine oynanan oyunlar

Bugünkü Genelkurmay Başkanı'nın süresi 30 Ağustos günü sona erecek. Toplumun büyük bir kesimi o günün gelmesini sabırsızlıkla beklerken, birileri de "gelmemesini" bekliyor. Niçin?.. Çünkü o gün Orgeneral Yaşar Büyükanıt, Genelkurmay Başkanı olacak. İktidar ve yandaşlarının pek hoşlanmadığı bir durum! Burada bunun nedenlerine girmiyorum. Ferhat Sarıkaya isimli Van Cumhuriyet Savcısı tarafından hazırlanan 100 sayfalık iddianame elimde.

(E. Çölaşan, Hürriyet, 07 Mart 2006.)

Düşman?..

İnsanlara arkadaş, dost ya da sevgili kadar, belki onlardan fazla, "düşman" gerek...

Dün Amerika ve Türkiye için "ortak düşman" komünizmdi...

Bugün Amerika için düşman değişti...

"Radikal İslam" oldu..

Bu durumda biz ne yapacağız, yeni düşmanımız kim olacak?..

İslam'ın radikalini, ılımlısını, yumuşağını, sertini - hele Anadolu'da- nasıl ayıracağız?..

Al başına belayı!..

(İlhan Selçuk, Cumhuriyet, 12 Şubat 2006. İddianameden bir ay evvel)

Şaşırtmaca!

Van savcısı tarafından hazırlanan ve gizli olması gereken iddianame, günlerden beri tam metin (100 sayfa) gazetecilerin elinde.(…)Bir anda Van savcısının yasalar uyarınca gizli olması gereken iddianamesi "madem öyle işte böyle" yöntemiyle basına sızdırıldı ve gündem bir anda değiştirildi. Maliye Bakanı unutuldu. (…) Son söz: Fethullah'ın ışık evlerinde, dershane ve okullarında yetiştirilen çocuklar boşuna hakim-savcı-kaymakam yapılmadı.

(Emin Çölaşan, Hürriyet, 8 Mart 2006)

Böylesi görülmedi

Dahası var. İddianamede yer alan bu değerlendirme ve yorum bölümü -çok ilginçtir!- F. Gülen'in geçmişte yazdıklarıyla bire bir örtüşüyor. İnanılmaz bir uyum!

(Çölaşan, Hürriyet, 9 Mart 2006)

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2025 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.