Kemal Yavuz'un "Ne Alakası Var" İbrahim Şahin'le?

İsrail'in Gazze'de yaptığı katliamın acısı içinde kıvranırken bir taraftan da Kemal Yavuz, Tuncay Özkan ve Mine G. Kırıkkanat'ın Danıştay cinayetinin akşamında yaptıkları TV programını seyrediyordum. O arada Ergenekon sanığı Ordonat Binbaşı'nın ajandasından başbakana suikast krokilerinin çıktığına dair haberler geldi.

Ergenekon'un onuncu dalgasında gözaltına alınan kişiler şok tesiri yaptı. Fasa fisolar gitti, yerine "Ne oluyoruz?" gibisinden irkilme tavırları geldi.

İrkilmenin iki türü gözleniyordu: Birincisi Ergenekon örgütlenmesinin boyutlarını bilenler "Nasıl olur?" manasında irkildiler; ikincisi de, "Bunlar mı Türkiye'de istikrarı bozup, darbeye zemin hazırlayacak?" açısından bakanların "Vay be neler oluyormuş?" anlamına gelen irkilmeleriydi.

Onuncu dalganın ardından Ergenekon davasını defetmek isteyenlerin söylemleri bile değişti. Artık "Her yere kon" gibi dalga geçme ifadeleri gitti, yerine Sabih Kanadoğlu'nun bile "Ergenekon vardır; davanın altından kalkılabilmesi için savcı sayısının 40'a çıkartılması gerekir." yaklaşımında olduğu gibi mahkemeyi içerden çökertecek teklifler yapılmaya başlandı.

Bundan sonrası, güçlerin ve taktiklerin mahkemeyi yönlendirmek üzere daha ciddi girişimlere yöneleceğini gösteriyor…

Onuncu dalganın ardından ilginç bir savunma mekanizması ortaya çıktı:

"Ordu komutanlığı, YÖK Başkanlığı gibi üst düzey görevler almış, saygın insanların, İbrahim Şahin gibi Susurluk olaylarından mahkûm edilen, eli silahlılarla ne alakası olabilir?"

Aslında mahkemenin ilk günlerinden beri TSK'yı içeriye çekerek ‘savcıların önünü almak isteyen' mantığın, dava süresince geçirdiği ‘evrimin' sonucundan başka bir şey değildi bu mekanizma…

İlginç bir karıştırma yapılarak, ‘mevcut komuta kademesinde bulunan komutanların, emekli olduklarında, Ergenekon savcısının pençesinden kendilerini kurtaramayacakları' vehmi oluşturulmak isteniyordu.

"Susma sustukça sıra sana gelecek" sloganının Ergenekon'a özel versiyonu üretilmişti.

Hâlbuki mahkeme, Şener Eruygur'u bile en ince planlarına kadar ortalığa dökülen "Ayışığı" ve "Sarıkız" darbe girişimlerinden dolayı değil, emekli olduktan sonra gerçekleştirdiği çalışmalarından dolayı Ergenekon davası kapsamına almıştı.

Yani paşalar, görevdeyken yaptıklarından değil, emekli olduktan sonra dâhil oldukları örgütsel faaliyetlerin hesabını veriyordu yargı önünde... Bu gerçek karartılıyor ve Org. Başbuğ'un MGK Genel Sekreterliği yaptığı yıllarda Tuncer Kılıç'ın yardımcısı olduğu ileri sürülerek, "Bak! Sana ulaşmalarına bir adım kaldı!..." imasında bulunuyorlardı.

Şaşılacak bir durum yok. Suçüstü yapıldıklarında bile "Ne var canım bunda!" edasıyla işledikleri suçtan, devlete ait âli bir menfaat çıkartacak kadar pişkin yüzler bunlar… Her durumda zeytinyağı gibi suyun üstüne çıkabilecek taraflar bulmaya çalışır, bulamazlarsa oluştururlar.

Onları pişkinliğiyle baş başa bırakıp, 2006 yılının mayıs ayına gidelim. Tam da Danıştay cinayetinin işlendiği akşam Kanal Türk'ün programlarına bir göz atalım.

Malum Ergenekon sanıklarından Tuncay Özkan, Kanal Türk'ün sahibiydi ve kendi kanalında enine boyuna program yapma arzusunu tatmin ederdi. İşte o akşam, yani Alparslan Arslan isimli bir avukatın elini kolunu sallaya sallaya Danıştay'a girip, cinayeti işlediği günün akşamında –her nasılsa o gün Danıştay'ın güvenlik kameralarının bozulacağı tutmuş- Tuncay Özkan sağına gazeteci Mine G. Kırıkkanat'ı soluna da 10'uncu dalgada gözaltına alınarak sorgulanan ve tutuksuz yargılanmak üzere evine gönderilen emekli General Kemal Yavuz'u almış program yapıyor.

Programın adı "Gerçekler."

Üç kişi bir araya geliyor ve gerçekleri konuşuyor. O akşam da Danıştay cinayetinin "gerçeğini" konu edinmişler. Cenazeden görüntüler eşliğinde cinayeti kimlerin işlediğini konuşuyorlar!

Katil yakalanmış durumda, hele bir sorgusu yapılsın, gibisinden gerçeği anlamaya yönelik en ufak bir kaygıları yok. Onlar doğrudan hükmü veriyorlar!..

Verdikleri hükme geçmeden önce bir gözlemi dikkatlerinize arz ederek mesleklerin insanlar üzerindeki etkisine dikkat çekmek istiyorum.

Mine G. Kırıkkanat'ın gazeteci olduğunu biliyoruz. Kemal Yavuz'un da asker olduğunu…

Program iki bölüme ayrılmış durumda. Birinci bölümde cinayeti dincilerin, özellikle de devlet içinde yapılanmış bir oluşumun işlettirdiği anlatılıyor. İkinci bölümde ise tamamen Fethullah Gülen Hocaefendi hakkında ileri geri konuşmalar yapılıyor.

Birinci bölüm, cinayetin sıcaklığıyla oluşan havanın elektrik yükünden yararlanıp, cinayeti dindarlar üzerine yıkmayı amaçlıyor. İşte tam burada mesleklerin, düşüncesi ne olursa olsun insan üzerindeki etkisini gösteren bir tablo çıkıyor karşımıza. Mine G. pervasızca konuşup, devletin içinde oluşan illegal devletten ve onun cumhurbaşkanı olarak da "sılada! Evet, sılada" bulunan Fethullah Gülen Hocaefendi'den bahsediyor. Kin ve öfke öylesine damarlarını sarmış durumda ki "sürgünde" diyemeyip "sılada" bulunan diyor. Hatalı kelime kullandığını anlayıp, doğrusunu bulmak üzere "sıla" kelimesini üç defa tekrarladığı hâlde öfke bohçasında kaybolan aklına doğru kelime gelmiyor, "Evet, sılada bulunan" diyerek konuşmasını sürdürüyor. Kaldı ki "sürgünde" kelimesi de doğru değil, Muhterem Fethullah Gülen için…

Bu arada Mine G. sözüne kuvvet kazandırmak için "Şimdi bir sosyolog olarak" konuşuyorum türünden kartvizit gösterisi yapmaktan da geri durmuyor.

İkinci bölümde, emekli General Yavuz, kendisine "ibret için" gönderilen bir zarfı çıkartıyor. Zarfın içinde Gülen Hocaefendi'yi seven bir insan tarafından arkadaşına gönderilen birkaç CD bulunuyor. CD'ler o dostu tarafından Kemal Yavuz Paşa'ya verilmiş; kapağında İstanbul görüntüsü ve o görüntünün arka palanına vatan sevgisini ve memleket hasretini ifade etsin diye Hocaefendi'nin silüeti yerleştirilmiş. General bir an silüet kelimesini hatırlayamıyor ve "hayal" gibi bir iki kelime söyledikten sonra "silüeti" buluyor. Bu arada kafasını uzatan sosyolog gazeteci Mine G. "Silüet değil hortlak hortlak!" diyor. Hem de canlı yayında!

Bu da yetmiyor, zarfı gönderen şahsın meramını anlatmak üzere kaleme aldığı kısa bir yazı okunuyor. Emekli General sakin tavırlarla "Altındaki imzanın baş harfini göremiyorum ama soyadı Topbaş" diyor. Bu arada sosyolog gazeteci yine dayanamıyor ve sırıtarak atlıyor: "Baş harfi ‘K' olmasın!.."

Şimdi "K" harfini "Topbaş"ın baş harfi yaparak okuyalım: Kopbaş!

Bunlar canlı yayında tüm dünyanın gözü önünde yapılıyor; ve o görüntüleri tekrar seyredince, "Eğer falanların başı kopartılmış" diye bir haber duysalar kalkıp göbek atarlar düşüncesine kapılmaktan insan kendini alamıyor. İnsanlık adına ne utanç verici bir durum!... İsrail'in Gazze'de yaptıklarına bakarken, "Allah'tan Danıştay cinayetiyle başlayan süreçte umduklarına ulaşamamışlar; yoksa bunların yapacağı da farklı olmazdı." demekten kendimi alamadım.

Şimdi bir de emekli General'in tavırlarına bakalım. Yavuz, birinci bölümde Danıştay cinayetini Kubilay olayına benzetip, suçu yıkma faaliyetine üst düzey destek sağlarken bir kere olsun kameraya bakamadı. Gözlerini masadan ayıramadı. Sürekli önüne bakarak, bakışlarını kaçırarak konuştu. Çünkü henüz katilin sorgusu yapılmamıştı. Katil yakalandığına göre failin meçhul kalma durumu da yoktu. Normal olan bekleyip, görmekti. Ama onlar daha ilk akşamdan konuyu "Kubilay" olayıyla ikiz kardeş ilan ederek toplumun geniş bir kesimini "Laik cumhuriyete karşı silahlı ayaklanma" yapmış isyancılar durumuna düşürme amacına hizmet etmek üzere oradaydılar.

Kemal Yavuz bir insan olarak böyle bir projeksiyonda rol almak istemese orada olmazdı; olsa bile Menemen olayıyla Danıştay cinayetini özdeşleştirmezdi. Yaptığına göre gönüllü olarak oradaydı. Ama bu milletin askeriyesinin ruhu yüzüne kırmızılık olarak yansımış, aldığı askerî terbiye kapalı kapılar arkasında rahatlıkla destek verebileceği bir konuyu halkın önünde konuşurken başını önüne eğerek konuşmaya onu mecbur etmişti. İkinci bölüme geçildiğinde, yani, Danıştay cinayetinden bağımsız olarak Sayın Gülen'in didiklendiği bölümde kameraya baka baka konuşabilmişti.

Aradan yaklaşık üç yıl geçti. Danıştay cinayeti hakkında verilen karar Yargıtay tarafından bozuldu. Davanın Ergenekon davasıyla birleştirilmesi söz konusu oldu. Yani Danıştay cinayetini işlettirenler "Devletin içindeki illegal devletin sıladaki Cumhurbaşkanı"yla değil, Tuncay Özkan ve Kelam Yavuz'un da sanık olarak yargılandığı Ergenekon örgütüyle irtibatı çıktı. Şimdi konuyu saptırarak muvazzaf generalleri evhama sevk etmek isteyenlere soralım:

Yüzlerce emekli general ve onlarca da emekli orgeneral varken neden sadece Kemal Yavuz gibi birkaç tanesi ekran ekran geziyor; en kritik konularda güya askerin tarafını ifade ediyormuşçasına pozisyon alıyor ki?

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2025 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.