Korku İle Alkış Arasında Sanallaşan Hayatlar

Yıl 1992. Orta Asya'da bir köye misafir oluyoruz. Ev sahiplerinin heyecanını tarif etmek mümkün değil. Özellikle de evin dedesi... İhtiyar neredeyse sevinçten kriz geçirecek.

Bütün mesele 'Mihmanların Türkiye'den gelmiş olması.'

Dede Türkiye hakkında duyduklarını teyit etme ihtiyacı hissediyor ve heyecanla soruyor: 'Türkiye'de arabaları yolların kenarına park ediyorlarmış. Sabaha kadar açıkta kalıyormuş, doğru mu?'

İlk anda çok basit gelen bu türden suallerin ısrarla sorulmasına bir mana verememiştim.

Dede sonunda elini dizine vurdu ve şöyle dedi:

'Yıllarca bizi, Türkiye'de insanların açlıktan birbirini yediğine inandırdılar. Hindistan'da durumun çok vahim olduğunu anlatıp durdular. Azatlıktan sonra gördük ki, herkes gül gibi yaşıyormuş.'

Sonraki yıllarda yol bu sefer Arnavutluk'a düştü. Yıllar boyu baskının envai çeşidini uygulayan Enver Hoca, temcit pilavı gibi durmadan nükleer tehdit altında olduklarını anlatırmış vatandaşlarına. Saldırı başlar başlamaz sığınaklara girsinler, telef olmasınlar diye, halkın bir kulağı sirende yaşayabilmesi için hayat adeta kesintisiz bir tatbikat haline getirilmiş. Eğer buna hayat denirse tabi...

Enver Hoca, sadece korkutmamış. Halkı için bir de muhteşem icat yapmış. Bilmem kaç tonluk nükleer bombalara bile dayanacak şekilde özel yapılar keşfedilmiş. Bunu için mimarlık fakültelerinde özel bölümler oluşturulmuş ve mimarlıkta yeni bir dal ortaya çıkmış!

Ve inandırıcı olsun diye bu yapılardan her adım başına bir tane inşa edilmiş.

Devlet gelirinin önemli bir kısmı, milleti olmadık şeylere inandırarak yönetebilmek için rahatlıkla saçılmış, savrulmuş.

Enver Hoca gitti. Arnavutlar nükleer bomba filan görmediler. Sadece kandırıldıklarını öğrendiler.

Dünyada olanlar sadece iki örnekten ibaret değil elbette.

Korkutarak yönetme modelleri her zaman bir milleti dış dünyaya kapatarak kendi içinde sanal bir âlemde yaşatma şeklinde olmuyor.

Bazen de bilgi bombardımanına maruz bırakarak aynı sonuçlar elde ediliyor.

Enformatik cehalet ya da bilgi kirliliği olarak adlandırılabilen bu tür durumlarda iyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan ayırt edemeyecek duruma düşürülen insanlar güdümlü hale getirildiklerini fark edemiyor.

Psikolojik ortamı iyi yönetebilenler bir tarafa korku verirken diğer tarafa cesaret aşısı yapmaya çalışıyor bu arada. Çünkü maksat, elleri sıcaktan soğuğa vurmadan, bir tarafı diğer taraf vasıtasıyla problem olmaktan çıkarmaktır.

Yönetim üstatları tarafından başarıyla uygulandığı takdirde, halkla devleti karşı karşıya getirerek, devlet eliyle amaçlarına ulaşma açısından fevkalade sonuçlar doğuran bu tarzın, 'derin devlet' ya da 'gizli devlet' olarak adlandırılan yapılara da uygun düştüğü söylenebilir.

Devlet gururu, çok defa alet edildiğini itirafa müsaade etmeyeceği için, kolun kırıldığı anlaşılsa bile yen içinde kalır. Kırıkların fazla olduğu yerlerde bazen sızmalar olabilir, o kadar...

Mesela 12 Eylül ve 28 Şubat'ın ardından 'etki altında kalmışız' türünden ufak tefek sesler duyulabildi sadece...

Derlenip toparlanarak bir daha aynı hatalara düşmeme konusunda kararlılık noktasına gelinemedi. Sadece 'suçlu ben değilim' mesajı verilerek vicdanlar rahatlatılmaya çalışıldı.

Devletin dışında ama devletle halkı çatıştırabilecek yetenek ve imkân sahibi bu tür örgütlenmelerin, devletleri karşı karşıya getirecek kabiliyette olanına da 'Dünya Derin Devleti' diyenler oluyor. Kimilerine göre tamamen komplo olarak adlandırılsa da birileri de tam aksine bu tür yapılanmaların varlığını iddiada ısrar ediyor ve 'İllümünati' yahut 'CFR' gibi isimler telaffuz ediyor. Ya da zikredilenlerin tamamen dışında hiç bilinmedik bir isim...

'CFR' örgütlenmesine inananlara göre 'Amerika'dan icazet alma' gibi tabirlerle ifade edilen anlam, ABD yönetiminden değil, onları da icazetli kılan bu yapının müsaadesini almak manasına geliyor. Çünkü, onlara göre, ABD yönetiminin, örgütün rağmına hareket etmesi kolay değil. Bu sebeple ABD'den alınan icazet, aslında adres karartmadan ibarettir. Gerçek olan 'Dünya Gizli Devleti'nin müsaadesi, en azından menfaatlerine mâni görmüyor olmasıdır.

Son zamanlarda Türkiye'de hızla çoğalmak isteyen fakat fıtratı fazla zorladığı için yırtılmalar yaşayan bazı örgütlenmeler göze çarpıyor. Hareketlerine bakınca 'acelesi varmış' izlenimi uyandıran bu örgütlenmeye dâhil olanların açık konuşan, iddialı ve orantısız bir özgüvene sahip oldukları gözleniyor. İsim krizi yaşansa bile, ulusalcılık adı en azından önemli bir kısmını kapsıyor. Bunun için Ulusalcılar diyeceğimiz örgütlenme içinde yer alanlardan bazıları kendi yayın organlarında açıkça şöyle yazabiliyor:

'Türkiye'nin Milli Derin Devleti kurulmuş ve uluslararası bağlantılarını da tamamlamıştır.'

Ulusalcıların önemli bir kısmı 'Derin Devlet' tartışmalarını maksatlı bulup itiraz etse de bazıları da işte böyle yazıyor. Uluslararası bağlantılarını tamamlamış millî bir derin devlet nasıl olur derseniz? Benim ilk aklıma gelen yine İlhan Selçuk oluyor. Hani Sayın Selçuk, Kemalizm'e uyarlanmış ulusçu bir sosyalizm peşinde olduklarını söyler ya, işte öyle bir şey...

Eğer 'Uluslararası bağlantılarını tamamlamış Millî Derin Devlet' iddiası doğruysa şimdiye kadar 'Derin Devlet' denilince adresi yurtdışında arayanlar, artık bundan sonra, Türkiye'de olup biten şeylerin adresini 'Derin Devlet'in 'Milli Derin Devlet'le mutabakatında aramak mecburiyetinde kalacaktır.

Yani tam bir 'Sapı bizden' hikâyesi...

Korkuyla alkış arasındaki sanal hayatın Türkiye için periyodu on yıldır. Sadece ANAP'la başlayıp Refah-Yol ile tamamlanan kısımda ekstra bir yedi yıl daha kullanılabildi.

Şimdi 2007...

Yani 28 Şubat'ın üzerinden on yıl geçti.

Org. Büyükanıt'ın ABD büyükelçiliğimizdeki kabul törenine bakınca on yıl öncesini hatırlamamak mümkün değil.

Mesela bir taraftan ara sıcak kabilinden irtica görüntüleri verilir ve üzerine kalın bir korku sosu ekilirdi.

Bir taraftan da, gittiği yerlerde zamanın Genelkurmay Başkanı Karadayı'nın etrafını alan on beş-yirmi kişilik gruplar 'Türkiye sizinle gurur duyuyor' 'Türkiye laiktir laik kalacak' türünden sloganlar eşliğinde alkış çalarak, Paşa'nın 28 Şubat'ın halkta yoğun bir memnuniyet uyardığı hissine kapılmasını sağlamaya çalışırdı.

Tabii ki, bir tarafın korkutulup, bir tarafın da alkışlanarak zinde tutulması için gerekirse beş kişinin alkışını birinci sayfalardan görmek gibi muhteşem vazife de medyaya düşüyordu.

Büyükanıt Paşa'nın kabul töreninde bazı gazetecilerin tavırlarına bakıyorum. Maksadı aşan şeyler yapabilmek için, sarf edilen özel gayretler çok kaba bir şekilde sırıtıyor. Mesela, Paşa'nın 'New Jersey'e yerleşelim' sözünü gülerek söylemesinden Hürriyet ve Milliyet muhabirleri 'Gülen'i kastetti' manasını çıkarmakta bir beis görmemişler. Ruşen Çakır da Paşa'ya Ağustos öncesini hatırlatarak, mutlaka bir şeyler yapmalısın canım, türünden uyarılarda bulunduğunu yazmış. Hem de 'ısrarla sordum' kaydını düşerek.

Böyle şeyler merd-i kıptinin şecaat arz ederken hırsızlığını anlatması gibi karşılanır. Ruşen, ısrarlarını yazmanın prim yapacağını düşündüğüne göre bu tür davranışların getirisi olacağına inanıyor.

Dünya hali işte...

İnsanların gerçek yüzü ortaya çıksın diye Cenab-ı Hak sanki bazı durumları özel olarak yaratıyor.

Hasılı, periyodik durum cereyana başladı. Bir taraftan laiklik elden gidiyor, anayasal düzen tehdit altında gibi sloganik cümlelerle klasik irtica korkusu pompalanıyor, diğer taraftan ise gözyaşları arasında 'Kurtar bizi Paşam' alkışları.

28 Şubat irtica için geldi ve arkasında batık bankalar, ekonomik krizlerle batan binlerce esnaf bıraktı. Ardından uluslararası şirketler gelip batıkları bir bir satın aldı.

Aynı kampanya tekrar başlatılmak isteniyor. Bakalım bu sefer gözyaşları eşliğinde alkışlara karıştırılarak üflenen platonik cümleler ve düğmeye ABD'de basmak ne doğuracak...

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2025 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.