Çağ ve Nesil'de Şiiriyet

Çağ ve Nesil, 1979 yılı Şubat ayında neşir hayatına başlayan Sızıntı dergisinde M. Fethullah Gülen Hocaefendi'ye ait başyazıların bir araya getirilmesiyle oluşan kitap dizisinin ilkidir. İlk olması hasebiyle bizler de Hocaefendi'nin nesrindeki şiiriyet özelliklerini Çağ ve Nesil serisinin izinde takip etmeye çalıştık.

İnsanların karakterleriyle zevkleri, giyimleri, damak tatları, hattâ sevdikleri renkler arasında bile bir iç münasebet varsa; milletlerle dilleri ve kullandıkları kelimeler arasında da benzer bir münasebetin olması gâyet tabiîdir. Şiir, bizim millet olarak damarlarımızda dolaşan kan ve rûhumuzdaki his, heyecan ve duyuşlarımıza kadar bütün benliğimize sirâyet etmiş ve kimliğimizle bütünleşmiş bir karakterdir. Şiirle iç içe yaşamış bir milletin yıllarca kullandığı ve asla elinden bırakmadığı ses, şekil, muhteva, tarz ve üslûp elbette tesadüfî olamaz. Derunumuzda çağrışımını hissettiğimiz bu topraklara ait nice mânâlar, nice sevgiler, aşklar, sevdalar, ümitler, hicranlar, hasretler; o şekil ve özle yoğrulmuş sesler, sözler, deyimler, vecizeler, atasözleri vardır. Zengin bir medeniyete, kültüre, sanata ve edebî birikime sahip milletimiz; hem deyimlerinde atasözlerinde hem de günlük konuşma dilinde çoğu zaman şiire ait öğeleri sergileyebilmektedir. Ölçü, ritim, uyak gibi bütün dünyada yüzyıllar boyu şiirde kullanılan unsurlarla birlikte güçlü, taze, yeni sembol ve tasarımlar, deyimlerden atasözlerine, dualardan özdeyişlere kadar kalıplaşmış anlatımlar günlük dilin özellikleri arasında kendini hissettirmektedir. Meselâ; yazı dilinde geçen "Ele verir talkını, kendi yutar salkımı.", "Ser verip sır vermemek", "Oldu olacak, kırıldı nacak.", "Ustamın adı Hıdır, elimden gelen budur." gibi deyimlerdeki ses tekrarları, aslında şiir dilinde rastlanılan sembol ve tasarımlardır. Meselâ; Vanlıların kullandığı "Ömrün uzun olsun, düğünün gözün olsun…" hayır dua ifadesinde de şiiriyet unsurları dikkatleri çekmektedir.

M. Fethullah Gülen Hocaefendi: "Ruhu cezbeden, mazmunu ve ifadesi gönüllerde hayret ve hayranlık uyaran nice mensur sözler vardır ki, her biri başlı başına birer şiir abidesidir."[1] diyerek bu farkındalığı dile getirmiş ve Türk şiir dünyasının nesir atlasıyla tabiî alışverişine dikkatleri çekmek istemiştir. Bununla birlikte Hocaefendi: "Maksatları ifadede kullanılacak manzum ve mensur her söz, düşünce pırlantasına mahfaza olmalı; onun yerine geçmemeli ve ona gölge etmemelidir. Bu mahfaza zebercetten de olsa, muhteva, maksat ve hedefi gölgelediği ölçüde söz, tesir ve ihsas gücünü kaybeder ve böyle bir sözün uzun ömürlü olmasına da imkân yoktur."[2] derken zarf ile mazruf arasındaki dengeyi kurabilmenin önemine de dikkatleri çekmiştir.

Mânâ İncilerinin Sedefleri

Prof. Dr. Orhan Okay; sanatı, "Bir duygu veya düşüncenin maddî bir malzemeden veya sesten veya sözden faydalanmak suretiyle heyecan ve hayranlık uyandıracak şekilde ifadesi"[3] olarak tanımlamaktadır. Zîrâ çoğu kez düşüncelerimize ve duygularımıza şekil verip güzellik kazandıran da sanattır. Ayrıca her sanatın "kendi nizamı" içinde kalmak şartıyla yakın şûbelerle, küçük ya da büyük, teknik alışverişlerde bulunmasında, çeşitli münâsebetler kurmasında bir sakınca yoktur. Yani iyi bir sanatçının kaleminde nesir, belki de şiir kadar nazım özelliğini haiz olabilmektedir.

"Sözün fasih olmakla beraber mukteza-i hâl ve makama mutabık olması."[4] şeklinde tanımlanan "belagat" üç kısma ayrılmaktadır: Meanî, beyan ve bedi'. Meanî, sözün yerinde ve gerektiğinde kullanılmasını, muhatabın hâline uygun söylenmesini sağlar. Beyan, mânânın farklı üslûplarla ve çeşitli yollarla ifade edilmesi; bedi' ise lâfız ve mânânın süslenmesidir. Buna göre; bir kelâmın bediî unsurlar ile süslenmesi ancak beliğ ifadelerde bir kıymet taşır.

Ahmet Cevdet Paşa, Belagat-ı Osmaniye isimli eserinde "Edîp zatlar kuyumcuya benzer. Nasıl ki kuyumcu huliyyattan bir şey yapmak istediğinde, evvela inci ve cevherleri seçer; ikinci olarak onların mütenâsip olanlarını yan yana dizer. Onun gibi, edîp dahi fasih kelimeleri seçer ve onları birbirinden mütenafir olmayacak vecihle dizer."[5] demektedir. M. Fethullah Gülen Hocaefendi, Çağ ve Nesil'de ve onun devamı olan eserlerinde güzel mânâya güzel elbiseler giydirmiştir. Zîrâ edîplerin mânâ incilerinin sedefleri de güzeldir.

Şiir kitabı olmamasına rağmen en güzel mânâların en güzel kelimelerle ifade edildiği Kur'ân-ı Kerîm'de yer alan her bir kelime, bulunduğu yere tam bir uyum arz etmektedir. Meselâ; şeytanın vesveselerinden bahseden Nas Sûresinde aliterasyon yapılarak sıkça tekrar edilen "s" sesi, âdeta şeytanın fiskoslarını ses olarak da yansıtmaktadır. Bakara Sûresinde, yerden suyun çıkışını anlatan "yeşaqqaqu" ifadesi, çatlayışın ve akışın bütün fışırtısını, şakırtısını, takırtısını duyurarak, âdeta suyun çıkış tarzını göstermektedir. Kısacası; Kur'ân ayetlerinde şiirin de fevkinde bir akıcılık ve selaset vardır. Bu İlahî beyan, mânâya muhatap olamayanları lâfızlarıyla cezp ettiği gibi, mânâya aşina olanları da engin ve zengin mânâlarla kendine çekmektedir.

Buhari'de geçen bir hadîste Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem): "Beyanın bir kısmında sihir vardır."[6] derken kelimelerin ve beyanın sihirli, sanatlı ve şiirsel bir dünyasının olduğuna dikkatleri çekmektedir. Bülbülün nağmeleri sizi kendine celbedip, hayran hayran kendisini dinlettiği gibi, beyanda sihri, sanatı ve şiiriyeti yakalayanların da sözleri muhataplarını cezp eder, kendine hayran bırakır. Kürsüde coşan bir hatibin ifadelerinde, milyonları peşinden sürükleyen bir hizmet insanının sözlerinde böyle bir sihri görmek mümkündür. Kısacası; başkalarına verilecek mesajı olanlar, sanatlı ve şiirsel bir anlatım tarzına müstağni kalamazlar.

Üslûb-ı Beyan, Aynıyla İnsan

İnsan, fıtratı gereği güzelliğe âşıktır. Bundan dolayı yazarın üslubu, edası, seçtiği kelimeler, onun karakterini, hâlet-i ruhiyesini ve içyapısını çoğu zaman ortaya koymaya yeterlidir.

"Üslûb-ı beyan, aynıyla insan." derler. Üslûbu teşekkül etmiş, rayına oturmuş, belli bir kimlik kazanmış olan yazarların imzaları, Tahirü'l-Mevlevî'nin Edebiyat Lügatı'nda dediği gibi, yazılarının altında değil, satırlarının arasında bulunur. Fethullah Gülen Hocaefendi'nin eserlerini okurken de onun içini seyretmek gayet mümkündür. Mevlâna, bu konuda Mesnevî'sinde şöyle der: "Dil, tencerenin kapağına benzer. Oynadı, açıldı mı, içinde ne yemek var anlarsın."[7] Üstad Bediüzzaman Said Nursî, Muhakemat isimli eserinde üslûbun teşekkülü ile ilgili olarak şöyle demektedir: "Ellerinde büyükçe birer ayna olan kişiler aynaları bir saraya karşı tutsalar, o saray her birinin aynasında bir görüntü olarak görülür. Aynalardaki bu görüntü, her bir aynanın şekline ve rengine göre değişir. Kırık aynada saray parça parça görülür… eğri aynada eğri büğrü… Keza kırmızı aynada görüntü kırmızı, yeşil aynada görüntü yeşildir. Sarayın net görüntüsü, ancak düz ve renksiz aynalarda gerçekleşir. Onun gibi, her insanın mahiyet aynasında şu âlemin bir görüntüsü vardır. Neşeli bir insan, her şeye güler ve neşeli görür. Ağlayan biri, âlemdeki her şeyi ağlıyor zanneder. İnsanın mahiyet aynası ise, o kimsenin meşguliyetine, dikkat ettiği şeyler, ilgi duyduğu sanatlara göre şekillenir."[8] Yani Çağ ve Nesil müellifinin nesirlerini okurken, onun ifadelerinden iç âlemine uzanabilir, onun dünyasında neler olduğunu hissedebilir, elemlerinden ve emellerinden haberdar olabiliriz.

Hocaefendi'nin Şiir Kaynağı

Türk milletinin tarihi, kültürü, yaşayışı ve ruh hâli kadar dil ve edebiyatını da çok iyi bilen olan Hocaefendi, bu özellikleri aynı güzellik ve zarafetle hem nesirlerine hem de konuşma diline yansıtmasını bilmiştir.

Çocukluğundan itibaren kayda değer bir şiir birikimi bulunan Hocaefendi, şiiriyet özeliğini haiz "Münacaat", "Cevşen" ve "Kulûbü'd-Dâria" gibi dua musluklarının yanı sıra Divan ve Tasavvufî Halk şiirinin doyumsuz pınarlarından da beslenince, şiirlerindeki hissî söz ve mânâ sanatlarının tesîri tabiî olarak nesirlerine sirâyet etmiştir. Türk edebiyatının yanı sıra onun Arap, Fars ve Batı edebiyatının ürünlerine de kayıtsız kalmadığı bilinmektedir.

Dört yaşındayken Kur'ân okumaya başlayan Hocaefendi'nin en önemli bediiyat kaynağı şüphesiz Kur'ân'dır. Tesirli anlatımıyla muhataplarını hayran bırakan Kur'ân-ı Kerîm, en derin ve mücerret meselelerini söz sanatı unsurlarını kullanarak insanların anlayışları seviyesine indirmektedir. Meselâ; "Kâfirlerin amelleri boşa gitmiştir." mânâsını, "Onların amelleri çöldeki serap gibidir." veya "Onların amelleri fırtınalı bir havada savrulan küller gibidir." şeklinde teşbihlerle müşahhas hâle getirmektedir.

"Küçük Dünyam" isimli biyografik çalışmada: "Ben Kaside-i Bürde'yi önüme alarak ezberlediğimi bilmem. O'nu babamın okuyuşlarından kaparak ezberlemişimdir. Diğer Farsça beyitleri de hep babamın vaazlarda okuduklarından ezberledim."[9] diyen Hocaefendi, yolda yürürken bile Arapça ve Farsça beyitler terennüm eden babası Ramiz Efendi'nin bediî zevki ışığında büyümüştür. Hocaefendi, "Bugünkü duyuş, seziş ve hissedişlerimi onun huzurundaki ihsaslarıma borçlu olduğumu söyleyebilirim."[10] dediği ve "Sen Mevlâ'yı sevende Mevlâ seni sevmez mi / Rızasına irende rızasını vermez mi" mısralarından hatırladığımız Alvarlı Muhammed Lütfi Efendi'nin ilim ışığıyla birlikte bediî zevkinin de tesiri altında yetişmiştir. O, Risale-i Nur'ları tanımasıyla birlikte, kendisini tam bir inşâ potasında bulmuştur.

Hocaefendi, hayatının her safhasında sağlam bir hayat, sanat ve edebiyat görüşüne sahip olma özelliğine sahiptir. Söz yerindeyse; onun gönlü bir tohum misali önce Anadolu toprağına düşmüş; sonra filize, fidana, ağaca, yaprağa, çiçeğe ve sonunda da meyveye dönüşmüştür. Ortada görünen eserleri, yani meyveleri var şimdi. "Çağ ve Nesil" ise bunlardan yalnızca biri. Ve ehl-i hâlin tavrıyla meyvede tohumu görmek mümkündür. Düzyazılarında ve kitlelere seslenişinde Hocaefendi'nin şair kimliği ve "Kırık Mızrap" öğeleri de varlığını önemli derecede hissettirmektedir. Bunun yolunu Çağ ve Nesil müellifi şu sözleriyle gösteriyor: "Her gerçek önce, insan ruhunda bir öz hâlinde belirir; sonra hissedilir; sonra da sözle, kalemle, çekiçle canlandırılır, kristalleştirilir ve nokta nokta, çizgi çizgi sanat eserinin çehresinde ifade edilmeye çalışılır. Böyle bir eserin, zaman ve mekân üstü buutlara ulaşması ise tamamen inanç ve aşkın dereceleriyle alâkalıdır."[11]

Hocaefendi'nin, "Fikirlerin bir dimağdan diğer dimağa, bir ruhtan diğer ruha intikalinde en önemli vasıtalarından biri"[12] olarak tanıttığı "söz", onun nesirlerinde böyle bir inancın ve aşkın neticesinde tabiî olarak şiir özelliği taşımaktadır. Hattâ Hocaefendi'nin düşünceleriyle, hisleriyle ve sentez faaliyetleriyle gerçekleştirdiği aksiyonları da buna ilâve edebiliriz.

Hocaefendi, çağlar boyu yaşamasını arzu ettiğimiz şiirin tuğlasını, harcını, demirini iyi seçmiştir. O, hem nazmında hem de nesrinde kullandığı ifadeler muvâcehesinde ötelerle sermest, "Sonsuz"la kesilmeyen bir alışveriş içinde, eşyanın üzerine ve perde gerisine vâkıf, ruhları perçeminden kavramış, şekle şekil, mânâya mânâ olarak değer ve yer veren, her mânâya kendine has elbiseyi giydirme kabiliyetiyle her seviyedeki insana seslenebilen evrensel bir şahsiyettir.

Çağ ve Nesil İklimi

Yazara ait duygu ve düşüncenin ekseni ne derece önemliyse bunların dile getiriliş biçimi, yani söyleyiş gücü de o derece önem taşımaktadır. Gerçek şiirin insana tattırdığı zevkler, iç ürpertiler, esenlikler, duygulandırma ve şuurlandırma ufku Hocaefendi'nin diğer eserlerinde olduğu gibi Çağ ve Nesil'de de okuyucuyu âdeta sarmaktadır. "Kalbimizdeyken özlem, sözlere döküldüğünde ise şiir" adını alan şiir tadındaki bu düzyazılar, yıllarca beklenen güzel günlere ve ideal insan tipine kavuşma arzusuyla yanıp tutuşan bir sinenin âdeta ufuk ötesi sızıntıları olmuştur. Bazen iki büklüm olup inleyen cümleler, bazen şaha kalkmış küheylan gibi paragraflar, bazen ötelere kanatlanmış üveyikler gibi yazılar Çağ ve Nesil'in hangi iklimde kaleme alındığını okuyucuya fısıldayan birer işaret, birer remizdir.

Çağ ve Nesil, maddenin labirentlerinden ruhun engin ufuklarına ulaştırarak okuyucuyu âdeta metafizik bir yolculuğa çıkarır. Gönlünde derman kesilen, dizleri ümitsizlikle titreyen, aşk ve sevda şulesi sönen, metafizik solukları dinen, ufuklu iklimlere ve vus'atli âlemlere taşınmak ve nefes almak isteyen okuyucu, Çağ ve Nesil'in ikliminde yalçın tepelerden yemyeşil vadilere, şırıl şırıl ırmaklara ermektedir.

Çağ ve Nesil'de babaca bir ses, gür bir seda, insana güven veren bir ritim ve âhenk, özü sese ve ahenge çeken bir eda ve ciddiyet, şiiriyetin temelini oluşturmaktadır. Kullanılan kelimeler ve imajlar, yazarının duyuş zenginliğini göstermektedir. Çağ ve Nesil, yazarının fıtratına uygun bir beyan; aslâ sunî bağlara, fani zincirlere kendini vurdurmamış bir ruhun söyleyişi; bediî incelikleri ve estetik çizgileriyle, yıldız dokulu ve ışık örgülü, akıcı ve berrak, renk renk hakikat boyasıyla boyanmış bir mektup gibidir.

Sürekli med yaşayan ummanlar gibi coşkun bir kalemin sahibi olan Çağ ve Nesil müellifi, Kırıp Mızrap'ta kullandığı mazmunların en önemlilerinden olan "nur, ışık, yiğit, genç adam, akıncı, şanlı süvari, bahar" ve daha nicelerini nesirlerinde de kullanmaktadır. Bu yazılarda hissetmek, sezmek ve sezmekle bilmek arasındaki ruhun dalgalanışlarını duymamak mümkün değildir. Zîrâ şiir ile nesir arasında mânâ ve söyleyiş bağı kurabilen ayrıcalıklı bir söz mimarı konuşmaktadır Çağ ve Nesil'de. Eserde; yazarın ruh dünyasını teşkil eden düşünce dinamikleri ile duygu dünyasında doğmuş olan kendine özgü semboller, tasarımlar ve coşkun ifadeler okuyucuya çoğu zaman şiir tadı vermektedir. Çünkü eserde duygu ve düşüncenin sağlamlığıyla birlikte sembol ve söyleyişin içten, etkileyici, okuyanı kuşatan ve onu seçkin bir şiir yolculuğuna çıkaran bir anlatım başarısı da hâkimdir.

Hocaefendi'nin Kırık Mızrap'ta yoğun olarak kullandığı cinas, tezat, tenasüp, kinaye, tevriye, tecahül-i ârif, istiâre, teşbih ve temsil gibi söz ve çağrışım sanatlarının yanı sıra aliterasyon, tekrir, istifham, nida, telmih ve iktibas gibi sanatların uygulamalarını bir nesir ürünü olan Çağ ve Nesil'de de bulabilmekteyiz. 15. yüzyıldan günümüze kadar süslü nesrin en güçlü temsilcisi olarak tanınan Sinan Paşa'nın Tazarrûnâme'siyle âdeta özdeşleşen "secî" sanatına ise Hocaefendi kayıtsız kalmamakta, sık sık "secî"ye başvurmaktadır.

Nesrin Postuna Oturmuş Şiirler

Şiir sanatında etkileyicilik unsuru olarak kullanılan "devrik cümle" yapısının örneklerine, Hocaefendi'nin "nesrin postuna oturmuş şiirler"i olarak da adlandırabileceğimiz başyazılarında sıkça karşılaşmaktayız.

"Gözyaşları" isimli yazıda Çağ ve Nesil müellifi, kendisiyle âdeta bütünleşen gözyaşının tanımını yaparken şiirselliğin bu özelliğini, ritim ve iç mûsikîyi hissettirecek derecede, mâhirâne bir şekilde kullanıyor:

"Hakk rahmetinin insan gözünde damla damla olmasıdır gözyaşları. Dilin, duygunun ve gönlün el ele, yüz yüze birleştiği, iç içe girdiği ânın çiçekleşmesi üzerinde jaledir gözyaşları. Heybet, korku, saygı ve sevgi gibi insanı duygulandıran, gönül tasını yakan ve kalbden sefil arzuları sıyırıp atan, ulvî hislerin çepeçevre ruhu sardığı ânın beyanıdır gözyaşları."[13]

Gözyaşı tanımının nihayetinde ise, yıllar önce başlayan ve kursaklara bir yumruk gibi oturan "gözyaşı orucu"nun artık sona erdirilmesini isteyen bir edayla Çağ ve Nesil müellifi, bu hasreti şöyle dile getiriyor:

"Uzun senelerden beri ne kadar hasretiz gözyaşlarına! Sormalı şu dağlara, taşlara ve üzerinde uçuşan kuşlara. Ve bütün bir maziye sormalı, bağrına kaç damla gözyaşı düştüğünü. Sonra mabetlerdeki sütunlara, geniş kubbelere ve çevredeki cidarlara da sormalı, ne zamandan beri hıçkırığa hasret olduklarını. Seccadelere de sormalı, kaç defa gözyaşlarıyla ıslandıklarını."[14]

"Yollar" isimli yazısında yolları tasvir eden müellif; engin his dünyasındaki şiiriyetin bir ifadesi olarak yine devrik cümle oluşturmayı tercih ediyor:

"Yollar kıvrım kıvrım uzanır sonsuzluğa kadar. Ve yolcular vardır bu yollarda, çağlayan sular, ağlayan bulutlar gibi. Sular gibi başını taştan taşa vurarak koşar sonsuz ummanlara doğru. Ve ışıkla, hararetle yükselir yükselebildiği kadar."[15]

Yollar'ın tasviriyle şiir iklimine çekilen okuyucu, bu kez "Günah" isimli başka bir yazıda yollardaki günah tuzaklarına karşı aynı üslûpla uyarılmaktadır:

"Yığın yığın günah vardır insanın geçip gittiği yollarda. Bu yollarda, birer kobra gibi gözetler insanoğlunu günahlar. Polat gibi sağlam irade gerektir ki, aşılsın bu yollar."[16]

Bu uyarılardan sonra Çağ ve Nesil müellifi, ruhundan kopan feryatlarla âdeta haykırmaktadır:

"Günahtır, nesilleri ihmal etmek. Günahtır, onların kalblerini, ruhlarını inançsız ve itminânsız hâle getirmek. Günahtır, onları geçmişine ve köküne düşman yapmak. Günahtır, onu yabancı şaraplarla kendinden uzaklaştırmak. Ve günahtır, onu manevî ve mukaddes dayanaklarından mahrum bırakmak. Günahtır, günah...!"[17]

Kalb atışlarının ritmi "vatan" denince daha bir artan Hocaefendi, "Kahraman" isimli yazısında iffeti bizim ülkemizde yetişen nilüfere, hasbîliği bizim ilin gülüne, diğerkâmlığı da bizim bahçelerin lotusuna benzettikten sonra kahraman milletimizin özelliklerini sıralar ve musiki unsurları daha da belirginleşir:

"Bizde bulunur, vâsıl olup tatmamak. Bizdedir, yaşatma arzusuyla yanıp tutuşmak ve yaşamayı unutmak. Bizim insanımız bilir, hizmette önde, ücrette arka sıralarda bulunmayı. Dünya, bizde gördü, bizde tanıdı sevilmeden sevmeyi."[18]

Ve ardından, kahraman denince akla ilk gelen, Hakk'ın katında da halkın katında da en muteber payeyi taşıyan "Asker"in vasıfları, devrik cümlenin şiir kâsesine oturtulup okuyucuya takdim ediliyor:

"An olur, bir sel gibi çağlar, bir tufan kesilir, temizler her tarafı. Gün gelir buharlaşır, bir sıyânet bulutu kesilir milletinin üstünde. Dolu dolu gözleriyle yatıştırır tozu toprağı ve sular baştanbaşa bütün bir çemenzârı."[19]

Eksilmeyen Cümleler

Ve şiir denizinin en kuvvetli dalgası olan "eksiltili cümleler"... İnsanı bir alıp bir götüren, sonra aklın ve yüreğin sesine yoldaş kılan, üç noktalı cümleler... Hocaefendi'nin tabiriyle "dışa doğru semaî, içe doğru lâhûtî" olması beklenen okuyucuyu aklın tasavvur dünyasına çağıran, görünüşte tamamlanmamış, yani kafiyesi okuyucuya bırakılmış cümleler... Daha önce devrik cümlelerle tanıtılan "Gözyaşları", şimdi ise asrın dertli insanının iniltileri arasında, eksiltili cümlelerin de sihriyle arz-ı endam etmektedir:

"Eserinde esrarını izlemek; buldukça aramaya istek kazanmak ve Yunus diliyle 'Deryada mâhî ile sahrada ahu ile' O'nu anmak, inlemek... Her yerde O'nun haberini sormak ve sonra çözülen her düğüm karşısında buzlar gibi erimek... Sel olup çağlamak, başını taştan taşa vurup ağlamak... Tıpkı Yunus gibi, Celâleddin-i Rumî gibi... Devrin 'Büyük dertlisi' gibi yanmak, kavrulmak..."[20]

Derin nehirler gibi durgun ve hareketsiz görünmelerine rağmen, durmadan yürümüş; adım adım ilerlemiş, önünü kesen karanlıkları teker teker tepelemiş ve karşısına çıkan engelleri en sezilmedik şekilde toz duman etmiş nice sessiz, gürültüsüz kimseler vardır ki sabrın temsilcisi olan bu insanların yürüyüşünü Çağ ve Nesil müellifi, "Sabır" isimli yazısında şöyle tarif ediyor: "Sessiz, gürültüsüz; gösterişsiz ve âlâyişsiz... Tıpkı mercan gibi... Deniz derinliklerinde ızdırap görmüş; ızdırap yaşamış; kanda boğulmuş ve zeberced ufkuna ulaşmış mercan..."[21]

Çağ ve Nesil'de Hissî Söz ve Çağrışım Sanatları

Tekrîr; sözü kuvvetlendirmek ve söyleyişe güzellik katmak maksadıyla şiirde çok şairin başvurduğu ve aynı kelimenin tekrar edilmesi esasına dayanan bir söz sanatıdır. Bu sanatın örneklerini, çoğu okuyucunun hafızasının derinliklerinde şiir tadında yer etmiş olan "Nerdesin" isimli yazıdan okuyalım: "Nerdesin, yıllarca hasretini çektiğimiz kahraman? Nerdesin, hayallerimizin güvercini, rüyalarımızın üveyki? Nerdesin "ba'su ba'del-mevt"imizin müjdecisi? Izdırap dolu günlerimizde, uykusuz geçen gecelerimizde hep yolunu bekleyip durduk. Ufkumuzda beliren her karaltıya, "bu O'dur" deyip, "seniye-i veda" türküleriyle yollara döküldük. Nerdesin ve ne zaman geleceksin esâtîrî yiğidim! Sana hasret, sana susuz ve sana tutkunuz…! Seni vefalı, seni hasbî, seni şuurlu ve seni hep becerikli tanıdık."[22]

Ve yine "Sabır" isimli yazısında Çağ ve Nesil müellifi, musikinin enstrüman kullanmadan da var olabileceğinin ancak şiirlerde rastlanabilecek örneklerini hem tekrirlerle, hem aliterasyonlarla (benzer seslerin tekrarı), hem de devrik cümlelerle sergiliyor: "Ah, aceleci insan! Sabırsızlık gösteren sadece sensin. Sensin, eşya arasındaki tertibe riayet etmeyen! Sensin, yükselirken mesafelere tahammülü olmayan ve tırmanmada birkaç merdiveni birden atlamak isteyen! Sensin, sebepleri gözetmeden netice bekleyen! Sensin, olmayacak kuruntulara gömülerek hayalden sırça saraylar kuran! Sonra da yalancı vehmin ve aldatıcı ümniyelerin altında tükenip giden! Sensin, düşünmeden konuşan, konuştuklarına pişmanlık duyan ve birbirini takip eden pişmanlıklardan ders almayan, uslanmayan! Bir bilsen; bu hâlinle, ne kadar sevimsiz ve ne kadar uğursuzsun..!"[23]

İstifham; bir şeyi hem zihnen öğrenmek istemek hem de dikkati daha fazla çekmek için, anlatılmak istenen fikri soru şeklinde söylemek gayesiyle kullanılan hissî söz sanatıdır. İstifham sanatı Türk edebiyatında daha çok soru edatı (mı, mi, mu, mü) ile yapılmaktadır: "Hakk'ın safî Nebisi Adem (as), saadet kâsesini gözyaşları ile doldurup içmedi mi?.. Dertli Nebî tufan Peygamberi (as) o katrelerle âlemi sele vermedi mi? Yaradılış esrarına ilk dokunan Mevlâ'nın Halil'i 'Hasbî, Hasbî' diyerek gözyaşlarıyla ateşi 'berd ü selâm' etmedi mi? O incelerden ince, Hakk esrarının merkezleştiği, Faraklit müjdecisi Ruhullah'ın hâli hep ağlamak değil miydi? Ve son durakta, en doğru yolun başında, büyük muammanın Keşşafı, yaratılışın Özü aziz Ruh, kördüğümü çözer gibi bu esrarı gözyaşlarıyla çözmedi mi? Tâ ana kucağında bin niyaz ile: 'Ümmetim, Ümmetim...' dediği andan, ba'sü ba'delmevt'e ve ötesine kadar hep aynı şey için inlemedi mi?"[24]

Soru edatının yanı sıra "kim, neden, nasıl, nerede, hani" gibi soru kelimeleriyle de istifham yapılabilmektedir: "Kaderin Faust'un kaderi, ama Mefiston kim? Kim reva gördü bunları sana?"[25]

"Vay benim talihsiz anam! Kalbi rahatsız anam, kaddi bükülmüş, gözleri dolmuş anam; dizine vurup saçını yolan anam! Kim etti bunları sana? Kim kıydı kalbinin semeresine, gözünün nuruna?"[26]

"Nedendir bu çözülüş ve çöküşler? Nedendir önüne geçilmez gibi işleyen bu hâdiseler?"[27]

"Hani Malazgirt'in kanatlanan yiğitlerinin hikâyesi? Hani üveyik olup batıya pervâz edenlerin serencâmesi; hani her defasında haçlıları göğüsleyenlerin mezarı ve kitabesi? Ve hani 'yurdunu alçaklara çiğnetmeyen'lerin kümbeti ve türbesi?"[28]

Ayrıca yukarıda tekrîr sanatına örnek olarak gösterdiğimiz "Nerdesin" isimli yazının birçok yerinde, özlenen ve yıllardır hasreti çekilen yiğitlere sorulan "nerdesin?" sorusu da istifham sanatının Çağ ve Nesil'deki en güzel örneklerinden biridir.

Temenni; bir şeyi arzu etmek, çekilen hasretten dolayı olmasını istemek demektir ve meanî unsurlarından biri olarak kullanılmaktadır. Temenni, dilimizde genellikle "Keşke, heyhat, ne olur, ne olaydı,..." gibi nidalarla yapılmaktadır. Aslında pek çok nida sanatında bir temenni ifadesi vardır. Hattâ bazen temenni ifadesi nidadan daha ağır basmaktadır:

"Ah keşke! Bütün bunları insanımızın ruhuna duyurabilseydik! Geçeceği dikenli yollardan, yolunu kesen gulyâbânilerden, zulümlerden, gadirlerden ve önündeki tepe tepe vahşetlerden bahisler açarak, ona gerçeğin yüzünü gösterebilseydik..."[29]

Temenni, istifham sanatıyla birlikte bazen daha da kuvvet kazanmaktadır. Bu tür istifham ifadelerinde aslında temenni ön plana çıkmaktadır:

"Ah! Keşke, geçmişi bütün dehşetiyle yâd'a getirip de bu enkaz yığınını görebilse ve bu üst üste yıkılıştaki çığlıkları duyabilseydik! Heyhat! O iz'an kimde var? O irfan nerede? Şimdiye kadar kaç kişi bu birbirini takip eden derslerden ibret aldı?"[30]

Emir ve nehiy; İslâmî Türk edebiyatı metinlerinde çok sık kullanılan meanî unsurlarından biridir. Bir işin yapılmasını yahut yapılmamasını istemektir. Bu talep, ya mevcuttan ya da gaipten olur.

Aslında Çağ ve Nesil'in kaleme alınışının temelinde emir ve nehiy yatmaktadır. Hayatını emr-i bi'l-ma'ruf nehy-i ani'l-münker dantelâsıyla örgüleyen Hocaefendi "Dünden Bugüne" isimli yazısında, bunun en güzel örneklerinden birini sunuyor:

"Öyle ise, ey ebed yolunun yolcuları! Namütenahi bir zaman içinde beraber olacağınız kimselere karşı, davranışlarınızı ayarlarken, dünya ile biten kin ve nefretlere, hodgâmlık ve hasetlere göre değil; buradan intikâlle başlayan ebedî âleme göre ayarlayınız! Ayarlayınız da, şu dirilişimizi yozlaştırmayınız! Ve kat'iyyen biliniz ki, bu büyük kavgada mücadelenizin hakiki hedefini tayin etmedikçe, gerçek hasımlarınızın elinde oyuncak olmadan kurtulamayacak ve muvaffakiyet ümit ettiğiniz her yerde hüsrana maruz kalacaksınız! Öyle ise gelin! Gören, Bilen ve Nigehbân olanın huzurunda ahd u peymanda bulunalım! Millet ve mâzî düşmanlığı ölsün, bizler, o mezarın başında ister imam olalım, ister mezarcı... Bu kasvetli bulutlar gitsin, bir güneş doğsun, ister sultan olalım, ister dilenci...!"[31]

Ab-ı hayat vadeden diriltici soluklara hava gibi, su gibi muhtaç olduğumuzu dile getirdiği "Susadığımız Soluklar" isimli yazıda hem temenni sanatının hem de emir ve nehiy sanatının örneklerini görebilmekteyiz: "Düşünceleri dupduru ve pürüzsüz; yollar zikzaksız ve dümdüz olsun. Düşünsün, yaşasın, yaşadığına tercüman olsun, anlatsın. İkiyüzlü olmasın ve bizi aldatmasın...! Yüzünde binlerce elem ve ıstırabın çizgisi bulunsun! Gözü yaşlı, bağrı derin, vicdanı uyanık olsun...! Tekyenin muhasebe ve soyluluğunu; mektebin mantık ve muhakemesini; kışlanın disiplin ve itaatini soluklasın ve bununla kendi mükemmeliyetini bizlere ifade etsin...! Kalbi kafasından koparılan, ruhu vicdanından edilen ve sadece belli hassalarıyla zifafa çağrılan insanımızı, asırlık bunalımından kurtarıp, onu kendi tabiatıyla bütünleştirebilsin…!"[32]

Telmih; söz arasında meşhur bir hadise ya da söze işaret etmektir. Hem şiirde hem de düzyazıda sanat erbabının sıkça başvurduğu bir yöntem olan telmih yapılırken, herkesçe bilinen bir kıssa, hikmetli hadise yahut söze atıfta bulunulur.

Çağ ve Nesil müellifinin tereddütsüz bütün düzyazılarında telmih sanatının örnekleri vardır, diyebiliriz. Özellikle sık sık kullandığı peygamber, meşhur komutan ve kahraman isimleri okuyucuyu tarih perspektifinde âdeta bir yolculuğa çıkarmaktadır:

"Sen, onulmaz dertlerimizin Mesîh'i ve Lokman'ı! Kalk! Tarihinin boynuna vurulan bu korkunç kemende bir kılıç indir; kördüğümü bozar gibi bu sihri boz ve milletinin bahtsızlığını gider! Soluk soluğa Balkan'lara tırmandığın, üveyk olup Trablusgarp'lara uçtuğun, Hint'tir, Yemen'dir deyip her bucakta at oynattığın ve bir baştan bir başa adını cihana duyurduğun gibi..."[33]

"Hakk'ın safî Nebisi Âdem (as), saadet kâsesini gözyaşları ile doldurup içmedi mi? Dertli Nebî tûfan Peygamberi (as), o katrelerle âlemi sele vermedi mi? Yaradılış esrarına ilk dokunan Mevlâ'nın Halil'i 'Hasbî, Hasbî' diyerek gözyaşlarıyla ateşi 'berd ü selâm' etmedi mi? O incelerden ince, Hakk esrarının merkezleştiği, Faraklit müjdecisi Ruhullah'ın hâli hep ağlamak değil miydi? Masum Resul Davud'un (aleyhisselatu vesselam) ağlamalı feryadı değil miydi ki, insan derûnunda lâhûtî âhenk ve sızlanışın adı olan Zebur'u tilâvet ederken, en ince gönül telleri üzerinde yüzlerce mızrabın âhı duyulurdu... Ve son durakta, en doğru yolun başında, büyük muammanın Keşşafı, yaradılışın Özü aziz Ruh, kördüğümü çözer gibi bu esrarı gözyaşlarıyla çözmedi mi? Tâ ana kucağında bin niyaz ile: 'Ümmetim, Ümmetim' dediği andan, ba'sü ba'delmevt'e ve ötesine kadar hep aynı şey için inlemedi mi?"[34]

Tenasüp; anlam bakımından birbiriyle ilgisi bulunan kelimeleri söz içerisinde bir araya getirme, toplama sanatıdır. Divan şiirinde sıkça rastlanan bu sanat, nesirde de bir hayli ilgi görmüş ve sözün etkileme gücünü artırmak için kullanılagelmiştir.

"Hep Ağladık" isimli yazıda kullanılan "bahar, gül, şebnem, sümbül, kemer, tohum, başak, gamze, bülbül, nağme ve nevbahar" gibi kelimeler birbiriyle tenasüp oluşturmaktadır: "Elimizde bahardan bir demet gül, gözümüz güle şebnem yetiştirmekte ve 'Asrın garipleri' olarak, kışta gelmişin kapısında büyük beşareti mırıldanıyoruz: Sümbüllerin kemer kuşandığını, tohumların başak saldığını, gülün gamze çaktığını, bülbülün nağme attığını ve bir nevbahar olduğunu..."[35]

"Kendimizi Tenkit" isimli yazıda ise "kitap, mektep, muallim, ders, talebe ve lâboratuar" gibi kelimelerin bir arada kullanılması çok belirgin bir tenasüp örneğidir: "Muallim, öğretici olmazsa; mektep, hayatı ders vermezse; kitap, kâinatın sinesindeki esrarı billûrlaştırıp aksettirmezse, o muallim talihsiz, o mektep karanlık ve o mektepte okuyanlar da bedbahttırlar. Ve eğer, muallim, elindeki irfan adesesiyle eşya ve hâdiseleri tanıma yolunda ise; kitap, neşrettiği nurlarla "Elektromikroskop" ve (x) ışınları vazifesini görüyorsa; mektep bu esrarlı cümbüşe lâboratuarlık yapıyorsa, muallim mutlu, mektep aydın ve o mektebin talebeleri de bir kısım meleklerdir..."[36]

Aliterasyon; birbirine benzeyen seslerin, özellikle de ünsüz harflerin, âhenk sağlayacak şekilde ve güzellikte birbiri peşi sıra kullanılmasıdır. 100 yıl önce, eski İngiliz şiirinde kullanılması zorunlu bir unsur olan ve Türk şiirinde, özellikle Divan şiirinde, çok sık rastlanan aliterasyon, âhenk ve musikiye önem veren her gerçek sanatkârın başvurduğu bir sanat olmuştur.

Şiir diline ait mecazlı anlatım, aktarma, hissi söz ve çağrışım sanatlarının yanı sıra uyum ve ritm gibi unsurları da çok belirgin bir şekilde yansıtan Çağ ve Nesil'de aliterasyon örneklerini de görebilmekteyiz. Meselâ; aşağıda, benzerlerini ancak şiirlerde bulabileceğimiz ve kulaklara bir musikî lezzeti sunan "s"ler, "ş"ler ve "l"ler kendi içlerinde nota vazifesi gören bir ritm oluşturmuştur:

"Sen nesin? Sofi misin? Derviş misin? Yoksa yerde gezen bir melek misin? Ve ey Şirpençe! Nerdesin...!"[37]

"Sen, tarihî kahramanlıklardan süzülen asalet usaresi!"[38]

"Gönlün şâkşâk oluşuna, ağyar ateşine yanışına, öyle ağlat ki, sineler kebap olsun; ondan bir bir feryat çıksın, meleği ve feleği velveleye versin."[39]

"Ağlıyoruz kasvetli bulutların çözülüşüne, gözü kurumuş semâmızdan sağanak sağanak yağmur dökülüşüne, zeminin burcu burcu bahar kokuşuna ve her şeyin yeniden dirilişine..."[40]

Çağ ve Nesil'de örnekleri çok görülen aliterasyonlar; anlatımın ve üslubun gücünü kıvama getirmiş, dört dörtlük bir belagat mührüyle nesrin olgun, tatlı, kokulu, lezzetli bir kelam ve mânâ meyvesi seviyesine yükseltmiştir.

Secî; nesir içerisinde bulunan kafiyelerdir. Yani nesrin musiki ruhunu en iyi yansıtan ses sanatı…

Ve Hocaefendi'nin gönül notalarında musikiye dönüşmüş olan sesler, sözler: "Âdem Nebi (as), semâsının karardığı, azminin kırıldığı ve canının dudağına geldiği bir devrede, ümitle silkindi, 'Nefsime zulmettim.' dedi ve dirildi. Şeytan ise, gönlünden akıttığı ümitsizlik kan ve irini içinde bocaladı durdu ve nihayet boğuldu..."[41]

"Dilbeste olduğun O zât aşkına, söyle bana! Şu benim bilebildiğim 'Bilmiyorum' sözünden başka, ona bir lâf ettin mi? Değilse, o ne sadakat, o ne vefâ ve o ne irâde! Nerdesin Ebû Katâde!"[42]

"Bulut, merhametten kanatlarıyla başımızın üstünde dolaşır durur. (…) Ve âlem her şeyiyle 'Rahmet-i Sonsuz' adına bir gazelhân olur. Karalar ve denizler; ağaçlar ve otlar, yüz yüze ve diz dize, ayrı ayrı söz ve nağmeleriyle merhamet türküsü söyler durur."[43]

Netice

Şair ve edîplerin mensur şiir hususiyetleri olarak mütalaâ edebilecekleri bütün bu anlatım zenginlikleri ve edebî çağrışımlar, kapılarını sonuna kadar şiire açık tutan bir nâsirin dil ve gönül zenginliğinin eseridir.

"Yüksek düşünce ve yüksek mefhumlar mutlaka zihinlere nüfuz edecek, gönüllerde heyecan uyaracak ve ruhlarda kabul görecek âlî bir üslûpla anlatılmalıdır. Yoksa bir kısım lâfızperestler, mânânın sırtındaki yırtık ve perişan urbaya bakarak içindeki cevherlere talip olmayabilirler." diyen M. Fethullah Gülen Hocaefendi, nesirde çok defa mücerret mânâları ifade edebilmek için şiiriyetin hususiyetlerini kullanır. Bu hususiyetler, hem mânâ derinliklerini yüzeye çıkarmada hem de söyleyişi güzelleştirmede önemli bir fonksiyona sahiptir. Hocaefendi, merhum Necip Fazıl'ın "Anladım işi, sanat Allah'ı aramakmış / Marifet bu, gerisi çelik çomakmış" mısralarındaki gerçeği nazmının ve nesrinin çıkış noktası yapmıştır. Sessiz bir çığlıktır onun yazıları. Zaman zaman su misali sert kayalarla karşılaştıkça sesini yükseltmese de sessiz ve sabırlıdır o. İçin güzelliği, dışın da güzel olmasını gerekli kılacaktır çünkü. İşte tam bu noktada her ne varsa iyi ve güzel olanın karşısında, onun kalemi ipekten bir kılıç gibi çalışır. Sözleri, asırlık yaralarımıza merhem olur. "Şiir giren gönle kin, husumet, gurur askerleri giremez." düsturuyla, onun şiiriyet hususiyeti taşıyan nesirlerinde, içteki bu güzellik dışa da yansır ve onun kalemiyle daha güzel günlere doğru gider hayat.

Şeyh Gâlib'in dediği gibi "Noksanıma vardır itirafım / Bîhude değil, velîk lâfım" diyor ve Hocaefendi'nin nazımda olduğu kadar nesirdeki ses, âhenk, musiki, ritim zenginliği ile bize bahşettiği güzide mesajları ruhumuzun derinliğine nur ve ışık tohumları gibi serpiştiriyor ve yeşeren ümitlerimizle onun kervanında bulunmayı arzu ve iştiyakla Mevlâ'dan dileniyoruz.

[1] Şahin, M.Abdülfettah, Ölçü veya Yoldaki Işıklar 3, TÖV Yayınları, İzmir, 1990, s. 18.
[2] age, s. 6.
[3] Okay, Orhan, Sanat ve Edebiyat Yazıları, Dergâh Yayınları, İstanbul, 1990, s. 14.
[4] Mevlevî, Tâhir, Edebiyat Lügati, Enderun Kitabevi, İstanbul, 1973, s. 25.
[5] Cevdet Paşa, Ahmet, Belagat-i Osmaniye, İstanbul, 1310 h, s. 12.
[6] Buhari, Muhammed İsmail, Camiu's-Sahih (Sahihu'l-Buhari), Çağrı Yayınları, İstanbul, 1981, Nikâh, 47; Ebû Davud, Sünen, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1981, Edeb, 87.
[7] Mevlâna, Celaleddin Rûmi, Mesnevi, Tercüme ve Şerh: Tâhiru'l-Mevlevî, Ahmed Said Matbaası, İstanbul, 1963, VI, s. 390.
[8] Bkz. Said Nursi, Muhâkemât, Sözler Yayınevi, İstanbul, 1977, s. 81-82.
[9] Gülen, Fethullah, Küçük Dünyam, Hazırlayan: Latif Erdoğan, Ufuk Kitap, İstanbul, 2006, s. 24.
[10] age, s. 29.
[11] Şahin, M.Abdülfettah, Ölçü veya Yoldaki Işıklar 3, TÖV Yayınları, İzmir, 1990, s. 9.
[12] age, s. 1.
[13] Gülen, M. Fethullah, Çağ ve Nesil 1, TÖV Yayınları, İzmir, 1990, s. 39.
[14] Gülen, M. Fethullah, Çağ ve Nesil 1, TÖV Yayınları, İzmir, 1990, s. 42.
[15] Gülen, M. Fethullah, Çağ ve Nesil 1, TÖV Yayınları, İzmir, 1990, s.61.
[16] Gülen, M. Fethullah, Çağ ve Nesil 1, TÖV Yayınları, İzmir, 1990, s.126.
[17] Gülen, M. Fethullah, Çağ ve Nesil 1, TÖV Yayınları, İzmir, 1990, s.128.
[18] Gülen, M. Fethullah, Çağ ve Nesil 1, TÖV Yayınları, İzmir, 1990, s.146.
[19] Gülen, M. Fethullah, Çağ ve Nesil 1, TÖV Yayınları, İzmir, 1990, s. 148.
[20] Gülen, M. Fethullah, Çağ ve Nesil 1, TÖV Yayınları, İzmir, 1990, s. 39.
[21] Gülen, M. Fethullah, Çağ ve Nesil 1, TÖV Yayınları, İzmir, 1990, s. 135.
[22] Gülen, M. Fethullah, Çağ ve Nesil 1, TÖV Yayınları, İzmir, 1990, s. 9.
[23] Gülen, M. Fethullah, Çağ ve Nesil 1, TÖV Yayınları, İzmir, 1990, s. 136.
[24] Gülen, M. Fethullah, Çağ ve Nesil 1, TÖV Yayınları, İzmir, 1990, s.40.
[25] Gülen, M. Fethullah, Çağ ve Nesil 1, TÖV Yayınları, İzmir, 1990, s. 48.
[26] Gülen, M. Fethullah, Çağ ve Nesil 1, TÖV Yayınları, İzmir, 1990, s. 52.
[27] Gülen, M. Fethullah, Çağ ve Nesil 1, TÖV Yayınları, İzmir, 1990, s. 66.
[28] Gülen, M. Fethullah, Çağ ve Nesil 1, TÖV Yayınları, İzmir, 1990, s. 144.
[29] Gülen, M. Fethullah, Çağ ve Nesil 1, TÖV Yayınları, İzmir, 1990, s. 63.
[30] Gülen, M. Fethullah, Çağ ve Nesil 1, TÖV Yayınları, İzmir, 1990, s. 71.
[31] Gülen, M. Fethullah, Çağ ve Nesil 1, TÖV Yayınları, İzmir, 1990, s. 95-96.
[32] Gülen, M. Fethullah, Çağ ve Nesil 1, TÖV Yayınları, İzmir, 1990, s. 7.
[33] Gülen, M. Fethullah, Çağ ve Nesil 1, TÖV Yayınları, İzmir, 1990, s. 24.
[34] Gülen, M. Fethullah, Çağ ve Nesil 1, TÖV Yayınları, İzmir, 1990, s.. 40.
[35] Gülen, M. Fethullah, Çağ ve Nesil 1, TÖV Yayınları, İzmir, 1990, s. 47.
[36] Gülen, M. Fethullah, Çağ ve Nesil 1, TÖV Yayınları, İzmir, 1990, s. 79.
[37] Gülen, M. Fethullah, Çağ ve Nesil 1, TÖV Yayınları, İzmir, 1990, s. 12.
[38] Gülen, M. Fethullah, Çağ ve Nesil 1, TÖV Yayınları, İzmir, 1990, s. 24.
[39] Gülen, M. Fethullah, Çağ ve Nesil 1, TÖV Yayınları, İzmir, 1990, s. 43.
[40] Gülen, M. Fethullah, Çağ ve Nesil 1, TÖV Yayınları, İzmir, 1990, s. 47.
[41] Gülen, M. Fethullah, Çağ ve Nesil 1, TÖV Yayınları, İzmir, 1990, s. 2.
[42] Gülen, M. Fethullah, Çağ ve Nesil 1, TÖV Yayınları, İzmir, 1990, s. 12.
[43] Gülen, M. Fethullah, Çağ ve Nesil 1, TÖV Yayınları, İzmir, 1990, s. 53.
Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2025 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.