Mogadişu'dan Medine'ye Seher Rüzgârı

Mogadişu'da hava kararmak üzereydi. Gün boyu 'Kimse Yok mu' derneğiyle gittiğimiz kamplarda aç insanlara yiyecek dağıtımını izlemiş, bir kenara çöküp yazıklanmak yerine, kıyımın ortasında kıyam etmiştik.

Gündüz dahi güvenliğin olmadığı yollarda hava karardıktan sonra birer 'beyaz adam' olarak dikilmemiz ise imkânsızdı. Denilene göre, iç bölgelere çekilen şiddet örgütü, halkına sadece zorbalık yapmakla yetinmiyormuş, ses getirecek bir canlı bomba eylemine de yönelebilirmiş. O yüzden pek dikkatli olmalı ve konakladığımız koyu renk perdelerle örtülü konuk evinden dışarı adımımızı atmamalıymışız.

Bu sözler bir süre sonra insana etki etmez hale geliyordu. Çünkü korkmuyorduk. Zulmün ve çaresizliğin ortasında korku yerine umut geliyordu insana. Ayakta kalmak suretiyle başkalarını yaşatma çabasının insanı dirilten niteliğiydi kuşkusuz bu. İftar sofrasına giderken, diğer arkadaşlarla paylaştığım da buydu; dayanışma ruhu. Ve bunca yoksunluğun ortasında iki lokma yemeği paylaşacak olmanın getirdiği o çoğulluk, çoğalma hissi...

Beni kalacağım odaya çıkaran görevli, belki yirmi yaşlarında bir delikanlıydı. (İnsan ömrünün ortalama olarak otuz beşleri geçmediği bu ülkede ona daha ziyade bir yetişkin denilebilir.) İçeri girdiğimde durumu çarçabuk kavradım. Evet, bir örtü olmayacaktı üzerimi örtmek için, temizlik gereçleri, insanların korkulu rüyası sivrisinek için sineklik ve daha pek çok ihtiyacım da giderilemeyecekti. Eşikte dikiliyordum ve bunda hiçbir şikâyet gerekçesi bulmuyordum. Aksine, büyük bir nimetin içindeydim.

Başımızı sokacak bir çatı bulmuştuk, dışarıdan kurşun sesleri geliyordu, biraz ileride evsiz barksız insanlar, sabahı çıkarıp çıkarmayacaklarının belirsizliğiyle bekleşiyordu. Gelgelelim tam bu sırada odanın perdesiz olduğunu fark ettim. Delikanlı, ben daha bir şey söylemeden bir perde bulup getireceğini belirtti.

Sahiden, dışarısıyla içerisi arasında bir koruyucu kalkana olan ihtiyaç burada her yerdekinden fazlaydı ve bu binada hiçbir şey olmasa, sıkı sıkı kapatılmak suretiyle her pencerede perde vardı. Ses çıkarmadım... Bir süre sonra elinde sarılı bordolu kalın ve uzun bir kumaşla çıkageldi. Elinde de bir çıta. Onu örtüye geçirerek pencerenin epey üzerindeki tutturma yerlerine oturtmayı denedi. Ne var ki çıta küçük geldi. Derhal atıldım: "Hiç önemli değil, idare ederim."

Ama delikanlının pes etmeye niyeti yoktu. "Olmaz" dedi, "perde şart." Bunun üzerine yine kayboldu ortalıktan. Bir süre sonra elinde daha büyük bir çıtayla döndü. Fazla uğraşmaksızın bu kez yerli yerine oturtacaktı perdeyi. Bunca yoksunluk ve çaresizlik, insana elindekinin kıymetini öğretmiyordu yalnızca. Kriz çözmeye dair bir şevk ve feyiz de kazandırıyordu. Üzerine örtecek örtü yokken, daha büyük sayz bir çıta bulunabiliyordu pekâlâ!

İşte o zaman karanlıktaki güneşleri, çamurdaki nuru, ateşteki bahçeyi net olarak görmeye başladım. Meğer odamda eski ve son derece işlevsel bir 'portmanto' bile varmış! Böylesine güzelini bu yaşıma dek hiç görmemiştim... Odamın penceresinden (pencereyi sıkıca kapamam gerektiği tembihlendi ama ben aralık bırakmıştım) işitilen teravih sesleri yerini ilahilere, ardından da dualara bırakmaktaydı. Bir gece önce Nairobi'de kaldığım konforlu otelde sahura dek uyku girmemişti gözüme. Burada ise kesintili olarak devam eden silah sesleri ve köpek havlamaları eşliğinde uyumayı başardım.

Uykumda ilahilerle kurşun sesleri iç içe geçti, zikirlerle yakarışlar. Umut ediyordum durmadan. Bu yönde zihnimden akan her düşünce, dikey bir eksenle kalbime iniyordu dua niyetine. Uykuda ayık ve kendimdeydim. Buna rağmen dinlenebilmiştim.

Sahur için herkesin toplandığı 'restaurant' adlı bölmeye çıktığımda, hayatımın en anlamlı ibadetlerinden birini yapacağımı sezdim. Pazara gidip erzak almanın dahi güvenlik kotasına takıldığı, kıtlık, kuraklık ve açlıkla sınanan bu diyarda, otel görevlileri bizimle iftarda olduğu gibi sahurda da ellerindekileri cömertçe paylaşacaktı. Ruhani uykudan sonra, manevi ekmek ve suyla beslenmekteydik seher rüzgârında.

Hep birlikte bir güzellik yakalamıştık. Zulmün içindeki merhametle kuşatılmıştık. Bir lokma daha bulduğunda durmadan şükreden insanlarla özdeşleşmiştik. Bir günü, bir vakti, bir geceyi ihya etmiştik birlikte... Seher vakti, Mogadişu'dan kısa bir süre evvel umre için bulunduğum Medine'ye ışınlanmış gibiydim. Aynı rüzgârın içindeydim. Görünmez yollarla birbirine bağlanmıştı bütün yolculuklar. Ravza'ya ulaşabilmek için sabırla beklediğim o saatleri düşündüm.

Teslimiyet. Manevi su. Ruhun değişmezliği.

Zulmün ortasında veya güzel sözlerin yükseldiği huzurda... O çürümez, değişmez, parçalanmaz hakikatle bütünleşmeye başlıyordum. İnsanlığın ruhu, içimizdeki ezeli ilmin bilgisini ebede taşıyordu. Nerede olursak olalım.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2025 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.