Türkiye'nin Vicdanı Olmak

Abant Platformu'nun bu seneki konusu, "Kürt Sorunu: Barışı ve Geleceği Birlikte Arama" başlığını taşıyordu. 3-4 Temmuz günlerinde adını aldığı Abant'ta gerçekleştirilen toplantıda Kürt sorunu konusunda farklı çevreleri temsil eden hayli zengin bir katılımcı grubu yer aldı.

Platformun amacı her zaman olduğu gibi, sorunu ilgili kesimlerin sözcülerinin tartışması, "birlikte bir entelektüel yolculuk" yapmalarıydı. Farklı kamuların organizasyonları bu konulara bulundukları konumdan bakarlar ve halkla ilişkileri de buradan kurarlar. Elbette platformun da bir konumu ve bakış açısı var: Türkiye'nin kendi sosyolojisiyle yüzleşmesi, barışın ve uyumun temini yolunda her tür imkânın etkin hale getirilmesi. Bu, siyasi, kültürel, toplumsal dağılımda farklı yerlerde duran çevrelerin, soyut düzeyde de olsa nihai noktada benimsediği bir temel ilke olarak görülebilir. Ancak bunu soyutluktan çıkartıp hayatın pratiğinde konuşmaya açmak, buna zaman ve emek harcamak, çıkan sonucu olduğu gibi kamuoyuyla paylaşmak tüm topluma karşı duyulan sorumlulukla açıklanabilir. Platform böylelikle Türkiye'nin vicdanı olmaya çalışmaktadır. Kürt sorunu, dediğimizde bu başlığın altında birbirini teyit eden, birbiriyle çelişen, soğukkanlı, öfkeli, uçlardan ılımlılığa kadar geniş bir çizgide yer alan çok farklı fikirleri ve politikaları ifade ediyoruz demektir. Hatta bunların bir kısmını aleni mekânlarda dile getirmek, tartışmak, gerekçelerini ortaya koymak dahi mümkün değildir.

Mesele sadece bundan ibaret de değildir. Kimi sözcüler kendilerini yakın buldukları, ait hissettikleri kamularla "kullandıkları dil" itibarıyla daha rahat, "ne söylendiğinin anlaşıldığını bilmenin" getirdiği bir kolaylık içinde konuşabilirlerken aynı rahatlığı farklılıkların temsil edildiği platformlarda gösteremezler. Bunun nedenleri arasında, yanlış anlaşılmaktan tutun ortak arayışın mekânında fikirlerin teati edilebileceği bir bağlam kurmaya yönelik dikkat ve zarafet dahil birçok unsur sayılabilir. Üstelik Kürt sorunu gibi ilgili kavramların lügat anlamlarının ötesinde hayli duygusal çağrışımlarla yüklü olduğu bir konuda kelimelerin taraflara başka "duygularla" seslenmesi de şaşırtıcı değildir. Bırakın bu alandaki çeşitli kavram setlerini en başta Türk ve Kürt kelimelerinin dahi telaffuz edildikleri cümle ve sıklık dâhilinde özel bir dikkat ve hatta kimi zaman gizlenmeyen alınganlıklar doğurduğu ortadadır. Nitekim platform toplantısında kimi katılımcılar "Türk siyaseti, Türk Milli Takımı, Türk anayasal sistemi" gibi ifadelerin Kürtler tarafından yeterince temsil edici bulunmadığını, mesafeli bir soğuklukla karşılandığını dile getirmişlerdir. Bir başka dikkat çekilen nokta, "birlikten" söz eden siyasi repertuarın Kürtleri tatmin etmekten ne kadar uzak olduğu hususudur. Birlik derken Kürtler Anayasa'dan başlayarak eğitime, bürokratik yapıya kadar "Kürt kimliğini vurgulayan" yeni bir düzenleme beklemektedirler. Buna karşılık devletin "birlikten", terörü bastırmak, bölgeye bazı ekonomik yatırımlar yapmak, içeriği belirsiz bir "Kürt realitesini tanıyor olmak"tan ibaret politikaları anladığı kanaati mevcuttur. Liberal aydınlar ise temelde üniter yapıyı bozmayacak, arkaik ulus devlet modelini günümüz şartlarında yeniden düzenleyecek, bu çerçevede Kürt kesimlerin evrensel ölçütlere uygun hak ve özgürlüklerini tanıyacak bir modelin mümkün ve taraflarca tatminkâr olacağını savunmaktadırlar.

Abant Platformu'nun iki gün devam eden toplantılarında konuşmacılar daha çok Kürtlere odaklı görüşler sergilediler. Hatta bu durum dikkat çektiği için olsa gerek, kimileri Kürt sorununun aynı zamanda bir Türk sorunu olduğuna, işin mukabil cephesine yönelik değerlendirmelerin de en kapsamlı şekilde ele alınmasının gereğine işaret ettiler. Özellikle vurgulamak istediğim iki husus var. Bunlardan birincisi, milliyetçilikle ilgili literatürde egemen ve muhalif/ezilen/başkaldıran milliyetçilikler olarak yapılan ayrım çerçevesinde anlam kazanıyor. Milliyetçiliğin o geniş coğrafyasını hatırda tutarak hemen söylemeliyim ki Kürt sorunu Kürt milliyetçiliğinden bağımsız değildir. Siyasi konum evrensel bir bağlama yerleştirilse bile nihayetinde bir halka, onun eşsiz kültürüne, ortak adının temsil ettiği onurlu hayat talebine atıf yapılıyordur. Kendisini milliyetçilikle şu veya bu şekilde ilişkilendirilen, tarihi/güncelliği inşada egemen milliyetçiliğin karşısında bir yere oturtan çevreler, uzlaşma yolunda yeni bir dilin oluşumuna liberal aydınlara göre daha mesafeli duruyorlar. Burada zayıf konumun talep ettiği güçlü dayanışma arzusu, kendi hakikatine inanmanın getirdiği esnekliği zayıf siyasi dil, uzlaşma kapısı bir kez açılırsa egemeni kimi yeni politikalara zorlayan direncin tümden yiteceği kaygısı önemli rol oynuyor. Bu hal aynı zamanda mevcut durumun "bıçağın kemiğe dayandığı, daha ötesinin bulunmadığı, haksızlıkların had safhaya ulaştığı vb." sözleriyle ve tekabül ettiği kolektif psikoloji ile de tahkim ediliyor.

Nitekim toplantıda konuşmacılardan birisi "Kürtler hep verdi, her şeylerinden verdi fakat karşılığında hiçbir şey alamadılar." diyerek "hep ve hiç" ekseninde sosyolojik tespitten ziyade siyasal stratejinin alanına giren sözler etmişti. Oysa 2008'in Türkiye'sinde Kürt sorunu elbette ortadadır, çözüm beklemektedir; ancak hiç kimse bugünün geçmişten daha kötü olduğunu söyleyemez. Herhalde sorunu çözme yolunda gösterilecek çabalardan birisi de yapılmayanlara yönelik olumsuz dilin yanına yapılanlara dair olumlu bir dili eklemek olmalıdır.

Sonuçta hâlihazırdaki konumları ifade eden dillerin sarsılmaz bir imanla tekrarından çözüm çıkartılamaz. Keza, "karşı tarafa" cemile addedilebilecek sözlerin "sentetik", ilgili kamunun duyarlılıklarına ve beklentilerine yönelik dilin ise yakıcı şekilde sahici olduğu bir dille de yola devam edilemez. Kimi Kürtler, "yaşanan acılara, uğranılan haksızlıklara" yönelik anlatıyı o kadar "kutsal, büyüleyici, çarpıcı" bir şekilde dile getiriyorlar ki, o sözlerin yanına mukabil olumlu işleri koymak, tuhaf, şekilsiz, hatta gayri ahlaki geliyor. Elbette bir sorunun tüm hikâyesi gün ışığına çıkartılmalıdır, ancak burada çözümü, bu manada ortak iklimi, tarafların yüklü psikolojilerini esas alan, geçmişin hatalarını yapanlara benzemeyerek bugünün kardeşliğini hak eden yeni bir dilin ve yaklaşımın inşası çok önemlidir.

Vurgulamak istediğim ikinci husus ise oturumun ilk günü akşamı katıldığımız Diyarbakır sıra gecesiyle ilgili. Harika bir saz heyeti, Diyarbakır'ın tarihini, toprağını, gökyüzünü, ruhunu Abant'a getiren bir icra... Ağırlıklı olarak Kürtçe türküler söylendi ve gündüz "akıllı uslu" laflar eden insanlar Kürt'üyle ve Türk'üyle müziğe eşlik ettiler, birlikte oynadılar. Kürtçe anlamayanlar dahi o türkülerin nelerden bahsettiğini sanki biliyorlardı, bilmeseler bile kendi hikâyelerini o müziğin üzerine yürekten yazabiliyorlardı. Oradaki tabloya bakınca, edilen tüm sözlerin, tartışmaların ötesinde bu ülkenin insanlarını bütün varlıkları ve ruhlarıyla kucaklayan bir anlamın ve dilin o manevi coğrafyasını görmemek imkânsızdı. Ben de kendimi müziğe bıraktığımda, gündüz konuştuklarım, burada yazdıklarım dâhil her şeyi unutmuş, o coğrafyada soluk alan birisine dönüşmüştüm.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2025 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.