Hayattan Süzülen Şiir
İki büklüm olup derdini millete sunduğu vakit, o hemdert arama arzusuyla söylemez nağmesini. Belki Hak'tan Hakk'a feryattan başka bir şey değildir bu. Sıradan bir serzeniş, basit bir sitem, silik bir serenat olamaz böylesine içli çile türküleri... Her mısraı bir ağlayış, her beyti bir hıçkırık, her kıt'ası bir ah u efgan doludur. İçi kof sözler, aldatıcı nağmeler, çürük kelâmlar böylesine ızdırap deryasına yelken açmış mânâ üveyklerine, ümit yolcularına, ebed bülbüllerine yakışmaz. Yaşamadan yazmak, çekmeden kaleme almak, duymadan duyurmaya kalkmak, özümlemeden özden bahsetmek, çözümlemeden şifreli kapıların açılışından dem vurmak böylesine hakikat bahadırlarından fersah fersah uzaktır.
"Mumlar gibi titrer ve sızlar sînesi zâr zâr." bu mânâ süvarilerinin. Gönülleri, bir mum, bir kandil, bir fener, bir lüks gibi fitilini bitirir, kendisini tüketir ama etrafına şavk verir, aydınlık saçar. Gözlerindeki ışık damlası, bakışlarındaki lâhutilik içteki aydınlığın ruhun penceresinden görünmesidir. Onlar ızdırap çeker, kimse bilmez. Gizli bir ağlayış, sesiz ir feryat kaplar yüreklerini. Ama hummalı gözler bunu ilân eder çevreye. Bakışlarındaki derinlik bunu sunar etraftaki insanlara. Yoksa kimse anlamaz onların çektiklerini, kimse duymaz, kimse hissetmez acılarını, azaplarını...
"Gezinir şafakların ağardığı dağlarda" herbiri. Ama acılı, ama ızdıraplı ama melûl ve hüzünlü... İçlerindeki mumla çevresini aydınlatırken özlenen şafağa ulaşıp, aydınlığa yaşalar.
Kendileri cennette olsa da ruhlarında mağmalar köpüren ve volkanlar, yanardağlar patlayan bu insanların hali dıştan mukassi görünce de içten yalımlı alevlerle kavurucu bir iklime sahiptir. Tattıkları huzur, mânevî saadet ise çektikleri acıların, kor kor yakıcı öz ateşinin, derinlerde kalbini kavuran lâvların dışa yansıması ve dal ucunda tebessüm neden meyvesidir.
"Hep hülyâlarıyla dolaşır mutlu çağlarda." Zira özünü yakan alevler, kalbini kavuran sam yelleri onu teselli pınarına içtiği bengisu ile kanıp serinler sonra da kendini dinler. Özünü bulup gerçek saadetin, ufku açık huzurun, geleceği olan mutluluğun sırrını kavrar sonra da o yola revan olur.
"Ufku tıpkı ormansız dağlar gibi simsiyah" olan bur ruhlar aslında bir mengenede sıkıldıkça sıkılıp ve Nuh gibi "Yardımın ne zaman Allah'ım!" feryadını kopardığı anda gökten nida gelir: "Allah'ın yardımı yakındır." Eyyub gibi "Yaralarım dilime ulaştı, zikrime halel veriyor." diye inlediğinde kevserle yunmuş gibi iyileşir ve merhamet ufkuna ulaşır. Böyle bir kıskaç olmasa, böyle bir pranga ve zincir bulunmasa ne feryat feryattır, ne de dualar gerçek dua olarak hakk'a ulaşabilir, Demek ki, ızdaraptır, acıdır yakarışı ihlâslı ve samimî yapan, İnsana şu imtihan dünyasında zafer diploması aldıran çekilen çilelerdir, akan gözyaşı ve dökülen terlerdir.
Kupkuru dağlar, hayalet gibi badireler, engeller yolu kesmiş ve insanı dilgir etmektedir. Hak'tan başka dost yoktur. "Simsiyahtır bütün mor tepeler, şu adalar." Zira kananlıktadır, zira hüzünlüdür, acılar ikliminde mahkum bir ömür sürmektedir. Yusuf gibi kuyuya itilmiştir, zindanlara atılmıştır, Fakat onu takip eden biri vardır. Derdine derman olacak olan bir tabip vardır. Acılarını dindirecek ve ruhuna ilaç sunacak bir dost bulunmaktadır. Bu dostu bulmak içindir bütün ızdıraplar, bütün gözyaşları, bütün ağlayışlar, inleyişler.
"Hazanla sarsılırken sînesi her sabah.." o, ruhunda bir diriliş mevsimini yaşadığında asla baharı unutmamaktadır. Gelecek kutlu mevsimleri hatırından hiçbir dem çıkarmamaktadır. Yoksa yeis olur bu, çıkmaza girmiş bir ruhun serzenişi olur. Üzüntü bu minvalde zehirdir ruha. Küfre çeken bir kement, isyana sürükleyen bir girdaptır.
Ruhuna inen darbeler öylesine acı ve ızdırap verir ki kalbi hızla dövülen bir havan gibi delinir. Ama ızdırapları bitmez, acıları dinmez, çilesi hitama ermez. O kadar keder ve hüzün çeker ki Kafdağını bir kanarya yüklenmiş gibi bir imaj gözümüzün önünde tüllense sezâdır. Öyle bir acı ve hüzün ile çepeçevre sarılmıştır ki yalnızlığın otağında garip ve bîkes bir şekilde ne hâlinden ne dilinden anlayan bulunur. Tıpkı çarmıha gerilen Mansur gibi incelmiştir yüreği. Tıpkı çarmıha gerilen Mansur gibi incelmiştir yüreği. O kadar hassaslaşmıştır ki gül atana gönül koyar. Güvercin kalbi gibi titreyen bir yürek taşımaktadır artık. En küçük bir hadiseden müteessir olan, her an heyecan dalgalarıyla sarılan bir yürek. Endişeli, hassas, acılı, dertli bir kalp...
Ama hadiselerin tokmak sedası hâlâ kulağında çınlamakta, içini döven, kalbini ezen olaylar hâlâ onun perişan ve derbeder etmektedir. Onların pençesinden kurtulmak mümkün değildir. Yatağına başını koysa, yastık ateş, yatak haristan kesilir. Bir o yana, bir bu yana döner durur da rüzgâr gülü gibi bir türlü huzuru yakalayamaz. Izdıraptan kurtulamaz. Uyku onun için bir sığınak değildir. Gerçek sığınak Hak'tır, Ama bir parça uyuyabilse sinirlerindeki gerginlik giderek hafakanlarındaki ateş sönecektir, Fakat ne mümkün.
Necip Fazıl'ın Kaldırımlar şiirinde olduğu gibi, bu ızdırap yolcusu gece uykuda bulamadığı teskin edici gücü "Dilinde ızdırap türküsü hep söyler, gezer"ken aramaktadır. Gece onun için bir teselli ırmağı olmuştur artık. Teheccüd kevserinden, zikir ab-ı hayatından, ibadet ve yakarış iksirinden kana kana içip içindeki mağmaları söndürmeye çalışır ama bir müddet teskin olan kalp, biraz sonra tekrar acıların iğneli fıçısına sürüklenir ve yine dertler otağına çekilir. Yine azabın havanında dövülmeye başlar, yine ruhuna tokmaklar inip his ve duygularını un ufak eder. Düşüncelerini imbikten geçecek kadar inceltir ve zarifleştirir. Bu atom zerratınca toz duman olmuş fikirler artık "Hamdım, piştim, yandım." Çizgisinde bir olgunluğa doğru mesafe kaydetmiştir.
"Yer yer ümitler çoşar, içinden sırlı bir haz,
Başı fânîleri Sonsuz'dan ayıran yerde;
Haykırınca polattan sesiyle âvaz âvaz,
Ra'şeler uyarır gönüllerde perde perde..."
Izdırap insanının ümitten ırak düşmediğini ve yeise kendini salmadığını söylemiştik biraz evvel. İşte bu hâl onu nice girdaplardan, nice vakumlardan kurtarır. Başını fânîler ile sonsuzluğun ayrıldığı yere koyar bu garip yolcu. O an, İsmail (as) itaati ile Hakikat İbrahim'e teslim olmuştur. Ve mukaddes hediyeye, arştan inen rahmet tuhfesine, merhamet ihsanına mazhar olmuş gerçek kevseri bulmuştur. Bu kevser ki Muhammedî (sav) bir iklimden çağlamaktadır. Hakk'ın bir lütfu ve hakikat yolunun bir hediyesidir bu yolun yolcularına. Polat bir ses Hakk'ın ismini haykırır. Onu ritminde "Bismillahirrahmanirrahim" okunur. "Allahu Ekber." hissedilir. O an teslimiyet ile Hakk'ın kapısına, mukaddes eşiğe baş koymuş masum kalb, beşikte konuşan İsa (as) gibi dillenir. Hakk'ı anar, hakikattan dem vurur. Bir çağrı sunar etrafındaki şaşkın bakışlı, "Bebek nasıl konuşur?" diye hayretle kendinden geçmiş kitlelere. Bu masumiyetin cihan sathında tekrar sesini yükselmesidir. Günahsızlığın tekrar gönüllere taht kurmasıdır. Diriltici nesimdir dudağındaki bu ruhu temsil eden insanların. Onlar Hakk'ın tasmalı kölesi olarak fânî ve sonsuz arası bir geçitte ne makam sevdası, ne şahsî füyuzat hissi hiçbirini düşünmeden diriltici soluklarını sunarlar çevreye. Hak razı olsun başka bir şey istemezler. Rıza ufku, ideal ufuktur onlar için, İşte dava adımının en birinci vazgeçilmez vasfı budur. Izdırap insanı bu nağmeye söyleyen ve dinleyendir. Ömrünü bu nağmenin ikliminde geçirendir.
"Ra'şeler uyarır gönüllerde perde perde..."
Evet bu ra'şeler kendi gönüllerindeki ürkek ve titrek, acı ve çile ikliminin, ızdırap senfonisinin izdüşümüdür. Bu bir tozlaşmadır. Izdırap çekmeyi ve onun yolunda olmayı acıların adamı olarak bir ömür yaşamayı öğretmektir, gönüllere nakış nakış dokunmak, öz kitabından bu nağmeyi gerçekçi bir şekilde yaşayarak okumaktır.
Izdırap insanı bir ömür boyu karanlık mağaralarda sanki vahiy aydınlığını bekleyen yüce ruh gibi inler. Adeta hayat onun için Gar-ı Hira, ölüm de vahiyle mest olan Nebi'nin hâli gibidir. Ömür bir çile ise, ecel Ninovalı Addas hediyesiyle ruha su serpmek ve Cennet-i Âlâ'ya yükselmektedir. Hayat Mekke ızdırabı ise, ölüm Medine huzuru, Hakk'a misafir oluş, cennete ulaşmak ise Mekke'yi tekrar fetihtir.
Onun için şairimiz ızdırap insanını acı, neş'e, hüzün mutluluk renk ve motifleriyle nakış nakış en gerçekçi bir şekilde nazarımıza arz etmektedir. İşte bu tasvir ve tabloların hulâsası ve ibrişim örgülü mısraların hatimesi:
"Sevdayla sızlar sızlarken en kuytu yerlerde,
İnler dolaşır daim, inler onunla yollar;
Her gün bir şikar peşinde, her gün bir siperde,
Ufukların ağaracağı mevsimi kollar...
Bazen vefa hiç ses vermez, her şey lâl kesilir
Ve ruhuna saplanır kan kırmızı tırnaklar;
Bazen burcu burcu bahar kokuları gelir;
Bakarsın bir rayihayla ninni söyler rüzgâr..."
- tarihinde hazırlandı.