Kırık Mızrap'ta Gurbet
Kırık Mızrap, gurbette bir sıla türküsü, bir sıla senfonisidir. Bazen Tûr-ı Sina'da yanan ateşin kardeşi, bazen de Halil'i saran ateşin bir eşidir. Bazen Dostla yaşanırken kucak kucağa, bazen de düşmanla düşülür ateşler dolu ocağa. Bazen korkunç ınkıbazların pençesinde kıvrım kıvrım kışlar, bazen de inbisatların bağrında ilkbahar, yaz edalı cennet bakışlar yaşanır. Kırık Mızrap, kainat kuşaklı bir kalbin sonsuzluk senfonisidir.
Bir sonsuzluk aşkının ateşten bestesi olan Kırık Mızrap'ta gurbet, iğtirab denilen katmerli bir gurbettir. Sürekli düzelmeleri bozulmaların takip ettiği ve salâhları fesatların kovaladığı; gece gündüz devri daimi gibi, gönlün biraz aydınlanmasını müteakip hemen yeniden karanlığın bastırma duygularıyla boğulur gibi olduğu ama, hemen her zaman, gariplere müjdeler olsun, muştusuyla serfiraz bir hizmet erinin korkulu rüyalarının derin ve ibretli tablolarıyla dolu bir gurbettir, bu.
Kırık Mızrap'ta insan bir gurbet çocuğudur, gurbet de ürperten bir deryadır (Gurbet Ufukları). 'Gurbet içinde gurbet yandım bîhuzûr oldum. Hasret içinde hasret hem boşaldım hem doldum.' (Gurbet-2) der o gurbet çocuğu. Der de devam eder: 'Gurbet ruhumda poyraz gibi estiydi bir gün/ Hazan türküler söylüyordu yerlerde yaprak/Sinemde iniltili hâlâ o hicranlı dün/Gönlüm hafakanlarıyla dalgalanan bayrak (Gurbet-1). İç içe gurbetteyim yok gurbetlerin dibi (Aç Kapını). Tıpkı bir ney gibi bütün ömür boyu zâr zâr/Ne gurbeti biter ne gurubu hiçbir zaman (Gurbet Ufukları). Kulaklarımda bir gurbet şiiri/Gurbet yağıyor ufkuma muttasıl (Hüzünlü Gurbet). Uğuldar gurbetle dağlar dereler/Târumâr olur o şen şakrak yerler (Hazan Şöleni). Gurbet tütüyor her yanda sarsılıyor ahenk (Gurbet-1). Sisli bir gurbet içinde genci ihtiyarı (Gurbet-2). Kırık Mızrap, gurbeti adıyla; yani 'gurbet' olarak bu mısralarda veriyor ama, ruhuyla kitabın tamamında yansıtıyor.
Şairin gönlü gurbette dalgalanan bir bayraktır. Bu bayrak, oraları cennet iklimlerine açacak ve bir cennet yurdu yapacaktır. Garibin bütün hafakanları, bu işin zorluğundan, hassasiyetinden, nezaketinden kaynaklanmaktadır. (Gurbet-1).
Bu öyle bir zorluk ki bazan garibi gurbetten bıktırır, iyice usandırır: 'Dinliyorum ruhumu gurbetten usanmışım/Bunca daüssılaya dayanırım sanmıştım/Her yeri vatan (sıla) saymada meğer aldanmışım/Herkesle hemdem olacağıma inanmıştım.' Halden anlayan, hemdem olabilecek bir gönül olsa, gönüller çıkıp gelse, her şeye katlanılır ama, nerede onlar?
Gurbet bazan öyle zorludur ki: 'Gündüzler burada kabir karanlığına eş/İnsanlar ufuksuz hayatsa tam bir bilmece/Anlamsız birer tümsek o koca gökdelenler/Duygular derbeder düşüncelerse serseri/Bir hiçe bağlı burada doğanlar, ölenler/Adeta bir çöl gibi bana bu koca diyar/Izdırap tam ızdırap neş'enin rengi melâl/Hazanla inim inim duyduğum yaz ve bahar/Yok yaşamanın bu diyarda ölümden farkı/Sisli dumanlı geçiyor inadına zaman/Hiç duyulmuyor hayattan dinlediğim şarkı/Tın tın nabızlarımda ruhumdaki hafakan (Daussıla).' Bu hafakanlar diner. Şairin gönlüne dualar boyu sekine- ler iner. O müthiş kabz hali kalkar, yerini engin bir bast haline bırakır. Çağın garipleri bu enginler ikliminde yüz gösterir, arz-ı endam eyler; 'hicret' deyip yollara dökülmüş bu garipler O'nu ararlar. O; bir Dost, bir engin sığınaktır.
Garip, gurbette bir sığınak arar. Sarılacak bir kucak, barınacak bir bucak ister. O halde kime gider garip, hangi kapıyı çalar? Aç kapını tut elimden ben geldim, diyeceği kimi vardır? Başındaki billurdan kulluk tacıyla, garibin çalacağı kapı bellidir: 'Doğup esince nurun tepelerden/Duyulduğunda namın kubbelerden/Taşarken celâlin minarelerden/Aç kapını tut elimden ben geldim/Hep uzak olsam da sen yanımdaydın/Bütün benliğime nurunu yaydın/Seninle olunca günlerim aydın/Aç kapını tut elimden ben geldim' diyeceği bir Dost'u vardır.
Garibin varacağı yer de o Dost'un evidir. O ev, yani mabed de, gurbette bir sıla sitesi, bir sıla külliyesidir. Garip: 'Yürür durmadan mabette Hakk'a niyaza/Erer vicdanında en büyülü hazza/Gözlerinde tül tüldür Cennetten bir nevhayal/Dudaklarında kâseler, kâselerde zülâl/Dünya (gurbet) silinir gider, güneş ufukta söner/Başı meleklerin gezdiği iklime erer/Bu masmavi âlemde bir sürü kalbi kırık/Ve bir sürü de sineleri delen hıçkırık/Değişip her şeyin başkalaştığı bu yerde/Ukbâ şafakları sökün eder perde perde/Ruh bu derinliği bir kere tatmışsa/Duyguları Allah'la gönlünde de O varsa/Ta ötelerle selâmlaşır olduğu yerden/Ve selâmlar alır ötedeki bahçelerden.' Böylece garibin sılası gurbete, gurbet de sılaya yaklaşır, kısaca kalp, ruhu sılaya taşır:
'O büyülü âlemi Dostuy'la paylaşanlar/Aşarlar bir hamlede mekânı ve zamanı/Kendi ruhlarında gidip O'na ulaşanlar/Duymazlar Sûr'u ve kıyamet koptuğu anı./ Onlar öteleri, öteler onları dinler/Işık olur, kitap olur, binek olur varlık/Aşkları ve hicranları vuslatla serinler/Açılır Hakk'ı temaşa için bin aralık./ Görürler ömrün ikbal yollarını hep birden/Bir el iner hicranla akan yaşları siler/Duyarlar ebediyeti oldukları yerden/Ve ruh da arayıp durduğu vuslata erer.' Böylece garip de gurbette sılayı bir daha görür, duyar, yaşar.
Geceler; garibin sıla limanları, sıla sesleriyle buluşma koylarıdır. Garip, sızlayan kalbini, inleyen ruhunu orada teselli eder. Orada Dost'la buluşur, halvet olur; orada Dost'la ülfet eder: 'Ruh gezer menfez arar bütün bir gece boyu/Hülyalara açık her menfez bir vuslat koyu/Dolaşır bucak bucak yitik cenneti arar (Rüyalar). 'Çevre kararınca gönüller uhrevîleşir/Nazla belirir ufukta halvet geceleri'(Ruh Ufku). 'Gecede yalnız düşünenler kalır/Maddî âlem da- raldıkça daralır/Ruh mesafe üstü mesafe alır/Aşılır cismin aşılmaz çıkmazı'(Gece). 'Aşanlar kendi serhaddini gecede aşar/Ve insan bu ufkuyla hep öte-lerde yaşar./Gecede sessizlik huzuru besleyen şarkı/Budur bence karanlıkların ışıktan farkı (Hülyalı Mavilikleriyle Geceler).'
Her gece, bu imkânı vermez. Geceleri, bazen garibin yalnızlığının zirveye çıktığı demler de olur: 'Günlerin aylar, ayların yıllar uzunluğu/Ve ruhların ahbap, sıla, vuslat susuzluğu/Duyulur gönlün derinliklerinde sessizce/Ne melâl türküleri dinler insan her gece!' Garipler için tıpkı kabir gecesi gibidir bütün dünya; ama bu kabir, çağın garipleri için hicret- le sıla rengini alır. Onların Allah tutkusuyla her za man başları mahmur, iklimleri cennet kokusuyla buhur buhurdur. (Hicret Ekseni).'
Bu garipler, sılaya doğru akınlar düzenler; bu akınlarda onlar, Kur'an yeminli gürül gürül atlarıyla, en aşılmaz tepeleri, hülyalardakine denk bir hızla dolu dizgin geçerek vuslat kapısına; yani sıla kapısına varırlar: 'Yağdık yağmur gibi toprağı bakir her yere/Duygu duygu yeşerdik en münbit tepelerde/Şehrâyinler gibi tüllendi bizimle her yöre/Tünerken dünya henüz karanlık gecelerde' derler.
Hak Dostu, gurbet-sıla dengesini kurmuştur. Onun: 'Işıktan dünyasında madde-mânâ iç içe/Beyan çeşmesinden ledün Kevserleri akar/Sureti uhrevîliğine ince bir peçe/Bir gözü dünyaya öbürü ukbâya bakar/Nazarı meleklerin dolaştığı noktada/İklimi dudağı kurumuşların durağı/Ve her zaman kervanlar konar kalkar art arda/Hızır çeşmesine benzer büyülü otağı'dır. Hak Dostu, cezbeyle gariplere haykırır: 'Gel sen de kır elindeki benlik kâsesini/Yürü, O'na açılan yolda son hadde kadar/Duyacaksın her bucakta ezelin sesini/Hep tüllensin ufkunda solmayan bahar.' Hak Dostu böyle haykırır; çünki, her garip, bir diğer garibin sılasıdır.
Yeşeren Ümitler'de de sıla sesleri duyulur: 'Bir ses ırmağı(dır) şimdi o içli seslenişler. Hızır-İlyas yan yana ve yer göklere ufuktur: Gezilen yerlerde gizli hatif sesleri/Her taraf lâle dudağı gibi tebessümde/Sarmış cennet tutkusu hisleri hevesleri.'/Artık geceler geçmişe denk ayrı bir demde(dir) ve Mesih'in dili ile Musa'nın eli yan yana(dır).
Kırık Mızrap'ta 'Işık Belde', gurbette sılanın baş köşesidir: 'Duyulmazlar duyulur bu ışıklı şehir- de./Bu şehirde renk desen nakış asla eskimez/Mevsimler değişse de çiçekler hep salınır/Burada renkler kış günü bile hazan bilmez/Bu iklimde ruh kendini cennetlerde sanır/İrem bağları bu şehri görse utanç duyar/Çiçeklerine öteden hep şebnemler iner/Nergisi yasemini etrafa koku yayar/Saksağan bülbüle, dikenler de güle döner.' Bu ışık beldeden uzak her yer, çekilmez, katlanılmaz daussıladır. Daussılaya da ışık beldenin gölgesi düşsün diye katlanır, garip. Oralar da ışık beldenin aydınlığına kavuşup gurbetten kurtulsun ister garip.
Işık Belde'nin yanında: 'Ufukta İkbal Yıldızı ve ardında ışık/Bir bir umranlaşıyor o eski viraneler.' Gün döndü diriliyoruz artık dörder beşer. Ufuklar, göklerinki kadar derin ve masmavidir. Yeis cadısının büyüsü bozulmuştur. Zulmet delik deşiktir ve her yana nurlar yağmaktadır. Yüzünde peçesiyle tarih, geçmişteki bütün ihtişamiyle rengarenk yeniden dirilmektedir. Göklerin yerle ilk buluştuğu günlere denk, şanlı maziler mutlu yarınlarla iç içedirler. Bu gurbet şantiyesinde sıla mimarları: 'Ömrün en tatlı rüyasıyla sürekli mahmur/Yol azığı ihlas ve sermayesi muhabbet/Hisleri nur fikirleri nur simaları nur/Işık alıp ışık vermedeler ebed-müddet.'
'Bu 'zıtlıklar ufku'nda: 'Zaman bir altın çağ gongu vuruyor/Her ses adeta bir ikbal bestesi/Devran gerçek eksenine yürüyor/Her bucakta Hızır İlyas nefesi.' Bu ufukta, yıldız ve hilâl yeniden iç içedir. 'Veda Hacc'ında dendiği gibi, sanki zaman dönüp dolaşıp tekrar çıktığı noktaya gelmiştir; yani gurbet sılaya dönmüştür. Asrın garipleri bu oluşa hâmiledirler. Bunun doğum sancıları, doğuş acılarıdır, bütün çekilenler.
Kırık Mızrap'ın duyduğu bu gurbet acıları dayanılır gibi değildir. 'Uzayan Bir Şafak Sonrası' duyulan bu acı, bir doğum içindir. Bu acıyı duyan 'Garip': 'Her gece bin bir duyguyla etrafı süzerken/Ümit inkisar arası ve hep yapayalnızdır. Ne çığlıklar duyar(ım), (b)öyle yalnız gezerken/Çevre alaca karanlık dört bir yan ıpıssız(dır).'
Özlenen sılaya gebe bu gurbet sancısı nasıl çekilir, nasıl katlanılır, bu amansız acıya ki? Kırık Mızrap, bu sesle bakın nasıl inler: 'Düşer gönlümün enginliklerine hep hüzün/İçerim gözyaşlarımı bazen sessiz sessiz/Peltekleşir hislerim dili tutulur sözün/Sesler dinlerim ruhumdan güftesiz bestesiz/Bir de kalbimin ritmi inkisarla vurunca/Salarım kendimi en uzun ağlamalara/Ve ne hafakanlar yaşarım gece boyunca/Dökerken içimi kapkaranlık kuytulara/Söyleyin güneş ne zaman doğacak acaba/Gece sürüp gidemez şafak söktükten sonra/Bir deyin yağmur ne zaman yağacak acaba/Kar buz böyle kalamaz cemre düştükten sonra.' İşte burada sözün dili tutulur. Dili tutulur burada sözün; ama, Kırık Mızrap bam teline dokunur ve oradan dualarla yüklü inci-elmas ve ümit nağmeleri döker: 'Söyleyin nerde ruhumun dünyası o diyar/Ferhat gibi dağları yarıp yarıp gideyim/Eşiğine baş koyup da ağlayayım zâr zâr/Ne olur gel gel diye feryat edeyim/Yıllar var onun hayaliyle avunuyorum/Kanayan şu gönlümde en onulmaz yaralar/Kimse bilmez nasıl bir hicranla yanıyorum/Gözlerimden akan gönlümdeki hatıralar/Ey tatlı hülya bir şifa sun kendi dilinden/Âteş-i hicrânımı onunla söndüreyim/Vur mızrabını nağmeler duyur bam telinden/Duyur ki onunla efgânımı dindireyim.' diyen garibin duyurduğu bu gurbet, hem dilinden anlamayan insanların içinde hâl ehlinin gurbeti, hem fasık ve facirlerin arasında salihlerin; hem de mülhid ve mün- kirler karşısında iman ve iz'an ehlinin gurbetidir (Kalbin Zümrüt Tepeleri-2, S.70).
Gönül Gözüyle Yarınlar'da bu gurbetin sılaya dönüş muştusu verilir:
'Yeryüzü bitevi yağmur duasına durmuş/Yasla kıvranan o kupkuru çölde inşirah/Adeta dünyaya ötelerin rengi vurmuş/ Bin büyüyle ağarıyor ağarınca sabah/Tıpkı eşref saate bağlanmış gibi zaman/Her yanda ışık meş'alesi o Sonsuz Nur'dan/Tülleniyor bir bir O'nun inayeti âyân/Çarpıyor ruhlarımıza bir sırlı fağfurdan/Bir bayram sevinci içinde bütün gariban/Yol hazırlığıyla meşgul o meş'um ızdırap/Tekmil değişiyor bir baştan bir başa cihan/Nur Çağı'ndan renklerle doğuyor doğan mehtap.' Bütün garibanın duyduğu bayram sevinci, bir sılaya erme sevincidir.'
Sürprizler Şöleni, gurbetlerin sılaya dönüş şölenidir: 'Bir kez daha sema-arz buluşma ikliminde/Son bir şeb-i arûs ki meleklerin dilinde/Ruh yitirdiği mâmûr dünyaların peşindedir.'
Kırık Mızrap'ın Sır Burcu'nda, 'Ruhlara âdeta Cebrail inmiş, ve her yörede sanki Hızır gezinmiştir. Tekmil yer-gök birbiriyle barışık; mevsim buna açıktır.'
Kırık Mızrabı kavramak mı?.. Onunkine benzer bir 'aşk'la kavrulmakla belki...
- tarihinde hazırlandı.