Ezan Misyonlu Nesil
"Görünmez âşina bir çehre olsun rehgüzârında
Ne gurbettir çöken İslam'a, İslam'ın diyarında
Umar mıydın mabedler ibadetler yetim olsun
Ezanlar arkasından ağlasın bir nesl-i me'yûs un" (Mehmet Akif Ersoy)
Ezan, Hakka çağrıdır; onlar da Hakka çağırırlar. Ezan, i'lâ-yı kelimetullahtır; onlar da i'lâ-yı kelimetullahın hizmetkârıdırlar.
Bilindiği üzere: Bir İslam şiârı olan ezan-ı Muhammedîyi sesli/açıktan okumak dinimizce vacip veya sünnet-i müekkededir. Katiyen vazgeçilmez bir misyona sahiptir. İnsanlık tarihi boyunca hiç ezan duymamış yeryüzü topraklarında o ezan-ı Muhammedînin günde beş defa gürül gürül seslendirilmesi, sineleri köpürtmesi, hisleri galeyâna getirmesi ve her Allah'ın günü gökler ile yerlerin arasında bir alaka-i derûniye ve irtibat-ı cehriyye olması çok muhteşem bir olaydır. Lakin bu olayın gerçekleşmesini kuru hayallere ve uçuk meyallere bırakmak akıl kârı değildir. Tahakkukuna destanlar yazmakla da bu realiteye dönüşmez. Vukûu birtakım sebeplere ve şartlara bağlıdır. Mesele liyakat kesbetme meselesidir. Layık hale gelebilme meselesidir. Sesi baş kulağıyla dışarıdan değil, kalp kulağıyla içerden duyabilme meselesidir. Önce "müellefe-i kulûb" olan gönüller, ezan-ı Muhammedî'ye hazır hale getirilmelidir. Çarşı-pazar, sokak-mahalle, ev-iş yeri ezan-ı Muhammedî'ye teşne ve hâhişkâr kılınmalıdır.
Toplum ezan manasına âşina edilmeden bir ülkede ezan-ı Muhammedî tarrakaları yankılanmaz. Gözyaşı ve alınteri dökmeksizin kuru sitem ve serzenişlerde bulunmanın hiçbir yapıcı tarafı olamaz. Karanlığı tenkit ve tekfir etmekle aydınlık zuhur etmez. Gayr-i müslimler kendi kendilerine kapımıza kadar gelip bizden iman, ezan ve Kur'an mı talep edeceklerdi? Tabii ki hayır. Sa'y ü gayret gerekti. Hepsinden önemlisi yürek gerekti. Ezanı dıştan önce içten duymakla başlardı hareket. İçinin ezan sesini içli içli nağmeleriyle gurbet topraklarına eken gariplerden Allah ebeden razı olsun. Ezanın hasretiyle ağlayan, gözyaşlarıyla o ezan tohumlarını sulayanlardan Allah razı olsun. Ezan sevdasıyla terleyen ve terleriyle o ezan tohumlarının filizleşmesine can suyu verenlerden Allah razı olsun. Elbette Hazreti Bilal'in yarım kalan cehrî/sesli ezanını cihanın bütününde itmâm etme işini ancak "içindeki (hafî/gizli) ezan sesi"ni duyabilenler gerçekleştirebilir ve gerçekleştirmektedir.
M. Fethullah Gülen Hocaefendi, "İçimdeki Ezan Sesi"' isimli şiirinde "Bir ezan sesisin her an içimde" der Hazreti Muhammed Mustafa'ya hitaben. Hazreti Rasul ile ezan sesini özdeşleştirir. Neden? Çünkü risaletin özü ezanda dürülüdür de, o yüzden. Buyurun hep birlikte okuyalım:
"Elimde ışığın, dilimde sözün,
Bir ezan sesisin her an içimde..
Nakış nakış hayâlimde gül yüzün,
Sana düşmüş ayna olmak seçimde...
Bütün varlık Yaradan'ın güftesi,
Peygamberlik bu mânânın bestesi;
Mesajların ötelerin saf sesi,
Çağlar durur Ulu Furkan içinde.
Hep kevserler içtik bülbül dilinden,
Hep safâlar gördük kutlu elinden;
Geçmez gönül Sen gibi emelinden,
Yok bir başka peygamber bu biçimde.
Gel gürle nâyın hep sızlayıp dursun.!
Kalbim sözlerinin sesiyle vursun;
İsterse bütün düşmanlar kudursun,
Hutben okundukça Çin'de-Maçin'de..
Yerkürenin doğusunda batısında hutbesi okunan o Ezan Peygamberi, hala en mahzun kişi, en mağmum nebidir. Neden? Çünkü risaletin özü ezan ruhu henüz beşeriyeti bütünüyle toptan ihya etmemiştir, o yüzden. Okunan hutbeler, sadece ve sadece birer öncüden ibaret, akıncıdan ibaret. Muhteşem gönüllüler ordusu gülbanklarıyla, mehter ve fetih marşları eşliğinde âlemin bütün kapılarından içeri girip arzın anahtarlarını Hazreti Muhammed'e teslim ederken yükselecek olan ezanlar, şân-ı Muhammedî için okunacak. Ne var ki istikbaldeki bu âlemşümûl cehrî ezanları ancak içindeki hafî ezanları duyabilenler okuyacak, duyup da peşisıra ibadete koşanlar okuyacak. Duyabildikleri ölçüde ve koşabildikleri ölçüde okuyacaklar ve okuyorlar.
Dâru'l-harp ünvanını dâru'l-hizmet olarak değiştirdiğimiz ezansız coğrafyalarda yaşayan mü'minlerdeki ezansızlık halet-i ruhiyesi, onlara dinlerine sahip çıkma noktasında daha bir şuurluca aksiyon ruhu aşılamakta ve Hazreti Bilal'den yarım kalan ezan-ı Muhammedîyi tamamlama hususunda daha bir duyarlı ve azimli olmayı sağlamakta. Topraklar camisiz, camiler minaresiz, minareler ezansız. Peşi peşine bir mahrumiyetler silsilesi. İslam diyarından bu ezansız topraklara ayak basınca kulaklarınız özellikle bir sesi arıyor, bilhassa bir sesi bekliyor; ezan sesini! Sabah ezan yok, öğlen ezan yok, ikindi, akşam, yatsı ezan yok. Göklerden nurlar yağmıyor beş vakit, ışıklar ağmıyor. O nurlar ve ziyalarla birlikte feyz ü bereket, semavî nimet inmiyor. Gönüllerde günde beş defa ameliyât-ı cerrâhiye gerçekleşmiyor. İslam'ın üsâresi kalplere sinmiyor. Allahü Ekber, Allahü Ekber'ler yankılanmıyor gökyüzünde, yeryüzünde, insan yüzünde ve varlığın özünde. Ezan musikisi olmadığından durulmuyor çalkantılı dimağlar, dinlenmiyor yorgun duygular. Yüreklerdeki ocak yanmıyor, çünkü kıvılcım çakmıyor. Ezan ruhların gizli tecdid-i imanı ve gizemli tecdid-i biadı. Bu iman ve biat tazelenmesi gerçekleşmiyor.
Gurbette ezan hasreti çeke çeke, zaman geliyor ezan da unutuluyor; şiddet-i firaktan gelen ülfetten dolayı, ünsiyetten mütevellit. Cami içi ezanlara düşüyor bütün yük, onlar da yetmiyor. Bilakis dört duvara mahkumiyet ezana bir başka hüzün katıyor, esaret hüznü. Dâru'l-hizmette ezan mahrumiyeti Müslümanların ateşini daha bir artırıyor, adeta ateşleme yapıyor, hızına hız katıyor ve katmalı. Mahrumiyetten faaliyet dinamizmi çıkarıyorlar. Böylelikle yoksunluğun verdiği acıyı tatlıya bağlıyorlar; hizmet ve ubudiyet devşiriyorlar. Ezansızlıktan kıyama kalkıyorlar. İnanıyorlar ki: Gayr-i müslim ülkelerdeki ezan mahrumiyeti, alışılası bir yoksunluk değil, bilasik yokluğunda varlığının zaruretine daha şiddetlice inanılası bir yoksunluktur; ve bu inançla şâhenşâh kesiliyorlar. Yâd ellere terketmiyorlar millet-i mağdûreyi ve ümmet-i merhûmeyi, ilimsiz, amelsiz ve imansız bir vaziyette. Biliyorlar ki: İslâm şeâiri, özellikle avam-ı mü'minînin dinî hayatlarında büyük bir güç ve güven kaynağıdır, sadakat ve istikamet kulpudur ve kendinden motorlu olmayanlara lokomotif mahiyetindedir. Modern yaşamın gayr-i dinî kurallarına ve şartlarına mağlup olup kaybolmamak için, ubudiyet ve hizmet hayatının rıza-i ilahî çizgisinde devam edebilmesinde ölüm-kalım meselesi olan bir hâcet-i zarûriyedir İslam şeâiri ve bu bağlamda Ezan-ı Muhammedî.
Şâri-i Teâlâ ezanı teşri' buyurken gözettiği hikmetler ve maslahatlar kümesinin merkezine "namaza çağrı" misyonunu koymuş ve Cebrail tarafından rüya-yı sadıka ile talim edilmesi o sebep üzerine gerçekleşmişti. Kibriya-i Ehadiye-i İlahiye, tevhidi iktiza etmesi itibariyle insanları ibadete, ibadette tevhide icbar ediyor; ibadet de saadeti intâç ediyor çünkü. Biricik ilâh oluş, kulluğun da yalnızca Ona yapılmasını öngörüyor. Allah'ın adının yüceltilmesi mükellefiyeti aynı zamanda bütün mü'minler üzerinde bir hakk-ı ilahîdir. İ'lâ-yı kelimetullah denilen "Allah'ın kelimesinin yüceltilmesi" vazifesi, ehl-i irşadın hallerine ve dillerine, ehl-i cihadın da kılınçlarına tevdi edilmiştir. Binaenaleyh tebliğ ve irşad misyonu, ezan misyonu ile birebir örtüşmektedir. Dinin mübelliğleri ve mürşidleri, ezan misyonlu seçkinler zümresidir. Çağımızda bu, dağların bile taşımaktan içtinap ettikleri ağır hamûleyi sırtlanmış götürmeye çalışan çilekeşler, ezan manasının ve ruhunun taşıyıcılığını yapmaktadırlar ki Ezan-ı Muhammedî'nin bütün kâinatta gürül gürül, avaz avaz, yankı yankı tilavet edilmesi onların biricik sevdalarıdır.
Mehmet Akif Ersoy "Ezanlar arkasından ağlasın bir nesl-i me'yûsun" diyerek, ezanları kendilerinden ümit kesilmiş bir kayıp neslin arkasından ağlatmıştı, ağıtlar yaktırmıştı. O gün ezanlar çöken ve toprağın altına giren bir Devlet-i Aliyye-i Osmaniye'ye adeta karalar bağlıyordu. Gün geldi ağıt yakacak, karalar bağlayacak o Ezan sesi de kalmamıştı:
"Ezan meşalelerini göremez oldu ülkem.
Dönüşün bir bengisu şölenine karışacak.
Selamını taşıyacak rüzgar mevsimlere ey Sevgili!
Akar ırmaklar sana…" (Ahmet Ersöz)
Ne var ki o ezanlar toprağın bağrına birer tohum gibi düşmüştü. Tıpkı bir tohum gibi toprağın bağrına besmele ile atılan o veraset-i mukaddesenin ruhaniyeti yeniden rüşeyme durmuş, filiz çıkarmış, sürgün vermiş, boy atmış, etrafa dal-budak salmış ve çiçek açmıştı. Dolayısıyla Akif'in dünkü ağıt yakan ezanlarına mukabil bugün fetih marşı gibi cihanda aks-i sadası duyulan ezanlar var, Muhammedîlerin sesinden, soluğundan, nağmesinden, yüreğinden. Emanette emin olma şuuru içinde. Ezan Yüklü Nesil ünvanına layık o güzide emekçiler ki Ezan, Kur'an ve vatan emanetinin ihanet nedir bilmeyen emin bekçileridirler. İşte onların gönüllerindeki emanette emniyet ve sadakat şuurunu gayet etkili biçimde seslendiren bir şiirimsi, yine onların içerisinden birisinden nesir-şiir arası bir kitâbe:
Hak Nebi'nin dilinde nifak sayılmış emanete ihanet
Tohum toprağa, yavru yuvaya, yuva anaya emanet
Şak şak olmuş toprak suya, su buluta emanet
Yusuf kuyuya, Mısır Yusuf'a emanet
Hak Nebi mağaraya, Medine Hak Nebi'ye emanet
İbrahim ateşe, İsmail bıçağa emanet
Ne ateş, ne bıçak, ne kuyu, ne de mağara etmedi ihanet;
Asrın İbrahim'leri sana emnanet!
Arkadaş! Gel, sen de bir yak sineni, çünkü hepsi Allah'a emanet!
İçine doğru derinleş, dibi görülmeyen kuyu ol, sakla yusuf'ları koynunda; Yusuf'lar sana emanet!
Mağarada yılan olma; güvercin gibi vefalı, örümcek gibi tehlikelere perdedar ol;
Mağara gibi al Muhammedileri, al yedi genci, al bütün gençliği…
Bilecik istasyonunda yaşlı ana, oğlunu cepheye uğurlarken ona:
"Oğlum, babanı Dimetoka'da, dayını Şipka'da, ağabeylerini Çanakkale'de kaybettim,
Sen benim son yongamsın; sen de dönmezsen, ben Allah'a emanet…" diyordu.
Ve ilave ediyordu: "Git, sen de git; minareler ezansız, camiler Kur'an'sız kalacaksa, sen de git!"
Ezan, Kur'an, vatan kime emanet?
Galiçya'da, Şipka'da, Dimetoka'da kalanların evlatları kime emanet?
"Ben sağ dönseydim, uğruna öldüğüm Kur'an'ı, canımdan çok sevdiğim İslam'ı yavruma öğretirdim." diyen
Ve fakat şimdi mabet yüzü görmeyen bu şehit evlatları kime emanet?
Cafer-i Tayyar şehit olmuştu, Hak Nebi geldi, yetimlerin başını okşadı ve ağladı...
Baş okşayan kim, gözyaşı kime emanet?!. (...)
Şair Hz. Amine'ye : "Ey Ebva'da yatan ölü, bahçende açtı dünyanın en güzel gülü!" derken
Bahçe kime gül kime emanet?!.
Bilal'ler, dem tutan bülbüller nerede?
Arkadaş! Gül de, bülbül de, bağ da, bahçıvan da,
Bıçak altındaki İsmail'ler, ateş içindeki İbrahim'ler, kuyudaki Yusuf'lar,
Şu gerideki isimsiz kümbet, şu ilerideki ıssız mabet,
Unutma, hepsi sana emanet…" [Cemil Cüneyd (Harun Tokak)]
Bu kitâbenin hitabına muhatap olan nesil, ezan emanetinin vârisleridir. Yarım kalan ezanın gerisini getiren Ahirzaman Bilalleri dir. Ezan Sesli Nesil. Ezan Misyonlu Nesil. Ezan Sevdalı Nesil. Ezan Ruhlu Nesil. Ezan Kokulu Nesil. Ezan Nağmeli Nesil... Nasıl tavsif ederseniz edin, hepsi onlardır! Ben ise onlardan olamamanın mehcûriyet, mahcûbiyet, mahcûliyet, mecbûriyet, mahzûliyet, makhûriyet, mazlûmiyet, mağdûriyet, mağmûmiyet, me'yûsiyet, melûliyet ve münzeviyeti altında sekiz büklüm bir hâl-i pürmelâli içime çekiyorum, iç geçiriyorum, nemli bir tomar kağıt gibi için için yanıyor, duman duman tütüyorum. Hâlet-i vâhîmâneme şu nâcizâne bile diyemeyeceğim şiirimsi - nesirimsi karalama (yani ne şiir, ne de nesir ismimi hak etmeyen yazımsı) bir ölçüde tercüman olabilir sanıyorum:
"Bir ümrân doğuyorken Kâbe rûhundan mülhem;
Bir tuğlalık boşluğa hayal kurmuştu sinem.
Duâlar tutunurken Arş eşiğine bîmecâl;
Ezanlar yağıyordu göklerden Bilâl Bilâl...
Gülümsüyordu toprak; diriliyordu güller
Hızır soluklarında can buluyordu küller
Derken bir de baktım; karanlık bir mezardayım
Yeryüzü pek genişti; şimdi ise dardayım...
Ne geceler geçti ne gündüzler şu kafeste
Yedim bitirdim koca bir ömrü tek nefeste!
.............................................................
............................................................."
Ama.. fakat.. velakin.. her şeye rağmen –bu büyük bir sözdür-, evet her şeye rağmen yine de gönlümün nasılını bilemeyeceğin bir yerinden -sırrımdan mı, hafîmden mi, ahfâmdan mı- derinden derine, inceden inceye parıldayan bir ümit ışığını sanki göklerötesinden denî dünyama uzatılmış bir kurtarıcı ip olarak görüyor ve ruhumun bütün kollarıyla, aklımla, kalbimle, vicdanımla, latife-i rabbaniyemle, hissiyat-ı ulviyemle, hâsılı mahiyet-i câmiamla külliyen o ışıktan ipe tutunuyorum. Tutunuyor ve bir ezan vakti, göklere yücelen ezan nağmelerine binerek Arş-ı Muallâ'nın Rabbi'nin huzur-u şâhânelerine girebilme umuduyla yüce dergâhının tokmağına HocamEfendim'in sehl-i mümteni isti'zânına tevessülle hafifçe dokunuyor ve şöyle mırıldanıyorum:
"Doğup esince nûrun tepelerden,
Duyulduğunda nâmın kubbelerden;
Taşarken celâlin minarelerden,
AçAç kapını, tut elimden ben geldim!
Hep uzak olsam da Sen yanımdaydın,
Bütün benliğime nûrunu yaydın;
Seninle olunca günlerim aydın,
Aç kapını, tut elimden ben geldim!" (M. F. Gülen)
- tarihinde hazırlandı.