İrtica ve İkinci Sınıf Vatandaş

İskilipli Atıf Hoca...

Şapka devriminden önce, şapkanın aleyhinde konuştu; ama İstiklâl Mahkemeleri kurulunca, şapkaya muhalefet yaptığı gerekçesiyle idam cezasına çarptırılıp asıldı. Oysa, o konuştuğunda kanunlarda böyle bir suç mevcut değildi. İşte bu dramı anlatan filim, Kanal 7'de oynatılınca, RTÜK kapatma cezası verdi. 28 Şubat devam ediyor mu? "28 Şubat devam ediyor mu?" diye soranlar var. 4 yıl önce aynı filim Kanal 7 ekranına geliyor, ses çıkmıyor. Buna mukabil, mevcut konjonktür, İskilipli Atıf Hoca'nın dramından söz edilmesini istemiyor. CNN için kıyamet koparanlar, Kanal 7'nin uğradığı haksızlık karşısında sessiz. "İrticacı yayın organları" acaba her türlü kötü muameleye müstahak mı?

Sonra bir de sormuyorlar mı, "Türkiye'de inananlara baskı var mı?" diye. Daha ziyade dindarların seyrettiği televizyon kanalları dahi, çifte standarttan nasibini alıyor. Okul açan kumarbazlara devlet nişanı veriliyor da, dünyanın dört bir yanında, herkesin takdir ettiği mektepleri teşvik eden Fethullah Gülen'e suçlu muamelesi yapılıyor. Baskı olmasa, böyle güzel insanlar hayatlarından bezdirilir miydi? Ecevit'e bravo Bülent Ecevit'i, Arnavutluk'taki tavrından dolayı kutlamak isteriz.

28 Şubat'ın ağırlığına rağmen, okullara sahip çıkıyor. Bu davranış aslında, Başbakan yetkisini kullanınca, kimsenin bir şey yapamayacağını da gösteriyor. Öte yandan Süleyman Demirel, ısrarla davet edilse bile "irticacı" denilen kanallara gitmiyor. Ne Kanal 7, ne Samanyolu...

Hatta Yeni Şafak'ın randevu talebini bile kabul etmiyor. Sonra da soracaksınız: "İnananlara baskı var mı?" Üstelik bu soruyu soran kişi Demirel. Muhafazakâr yapıdaki insanlara hitap eden basın yayın organlarına, "ikinci sınıf" muamelesi yaparak, ambargo uygulayan kişi. Peki neydi o Şanlıurfa'daki cami baskını! Çocukların karakola getirilişi. "Hizbullah, din eğitimi veriyor" diye bir iddia ortaya atıldı. Yeni bir Mc Carthycilik akımının başlamasından korkarım. Zira, mikrofonlara konuşan küçükler, "Ne öğreniyordunuz?" sorusuna, "Kur'an, hadis, Peygamberimiz'in hayatı" cevabını verdiler. Camide böyle bir eğitim yapanların, kanlı terör örgütüyle ilişkili olduğunun kanıtları kamuoyuna sunulmadı. Belki, birkaç kişi korkudan işin aslını öğrenmek için teşebbüse geçemiyor. Birileri, onlar için de Hizbullahçı deyiverir. Bu yüzden herkes çekiniyor. Her evde "delil(!)" bulmak kolay: Kur'an-ı Kerim, Hadis kitabı, din ulularının bazı eserleri, tesbih, seccade vs. İşte dünkü Yeni Şafak'ın manşeti:

"Nurten Ceceli adlı işkadınını 'Kadın ve irtica' konulu panele almamışlar" Başı örtülü diye, "çağdaş kadınlar" itiraz etmiş. Bu "çağdaşlar" 28 Şubat'tan cesaret alıyor. Dindara, "yobaz, mürteci" diyen ve İslâmiyet'e kuşkuyla bakarak, potansiyel suçlular yaratan o bulanık hava, bu gibileri yüreklendiriyor. Pazarlık Türk Ceza Kanunu'nun 312'nci maddesi de ayrı bir konu. İktidar, demokratikleşmeyi sadece ortada bir pazarlık varsa aklına getiriyor. Tahkim için Anayasa değiştirilirken, Fazilet'in desteğini sağlamak amacıyla, hasır altı edilen Siyasi Partiler Kanunu'nu lütfen ele aldı-lar. Oysa, 1995'teki Anayasa değişikliğinden sonra bu uyum yasaları zaten çıkmalıydı. Hayır... Her birini, gerektiğinde pazarlık mevzuu yapabilmek üzere el altında bulunduruyorlar. Siyasi Partiler Kanunu kabul edildi. Konjonktür ters istikamette gelişmezse, 103'üncü maddenin iptal edilmesi de imkânsız. Ama iktidar partileri, Başsavcı Vural Savaş'ın, iptal davası açmasından yararlanarak, bu defa da Anayasa'nın 69'uncu maddesini pazarlık masasına yatırıyor. Oysa tahkim karşılığında, bir partinin "odak olma" sebebiyle kapanması zorlaştırılmıştı. Yeniden aynı konuda pazarlığa oturursa, Fazilet kendisini "kazık yemiş" hissetmeyecek mi?

Yılmaz ve 312 Esas vatandaşın ilgilendiği konu 312'nci madde. Mesut Yılmaz her nedense, Türk Ceza Kanunu'nun 312'nci maddesine ilişilmesin istiyor. Bir tarafta çıkıp demokrasi nutukları atıyor. Sonra, iş icraata geldi mi "Benden paso!" Aslında Yılmaz'ın gizli gerekçesini biliyoruz: 312, demokrasinin icabı olarak değiştirilirse, Tayyip Erdoğan'ın yasağı kalkıyor. O zaman, Yılmaz sadece Rize'den değil, Karadeniz bölgesinden tek bir milletvekili çıkaramayacağı gibi, İstanbul'da da büyük kayba uğrayacaktır. Mesele demokrasi filân değil, istikrar. Hakkı olmamasına rağmen, rakipleri bertaraf ederek, sindirip korkutarak, "analarından emdikleri sütü burunlarından getirerek" bir takım yerlere kazık çakmanın adı istikrar.

Avusturya ve 28 Şubat Avusturya'da, Jörg Haider'in partisinden istifa etmesini 28 Şubat'ın benzeri bir gelişme gibi gösterenler de var. 28 Şubat parti kapattı; siyasetçilere yasak koydu. Olur olmaz, sudan sebeblerle, sırf fikirlerinden dolayı, insanları hapse attı. 28 Şubat'ta, başı, siviller değil askerler çekti. Resmi ideolojiye göre, vatandaşa, şekil verilmeğe çalışıldı. Bir partinin iktidar ortağı olmaması için, kamuoyunun baskı uygulaması başka, Milli Güvenlik Kurulu ile basının elele verip, şahsi menfaat odaklı, sansasyon içerikli yayın yapmaları başka. Demokrasi ayıbı Ne Hizbullah vahşeti, ne de Avusturya'daki Özgürlükler Partisi'nin liderinin istifası "28 Şubat'ı" meşru bir zemine oturtabilir. 28 Şubat, önceki darbeler gibi demokrasinin ayıbıdır. Ona destek verenler de, bu ayıbın ortağı olmuşlardır. Bugün ellerindeki sivri kalemlerle kendilerini kısmen korusalar dahi, yarın, genç nesiller onları yargılayacak ve mutlaka kınayacaktır.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2025 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.