Düşman Kazanmak İçin Azami Çaba Sarf Ediyordu…
Meslek hayatımda bana dava açan iki kişiden biri Necip Hablemitoğlu. Rapor, andıç, makale, adına ne diyorsa, yazdığı her türlü şeyde hakkımda bir sürü isnatta bulundu. Hablemitoğlu, içinde benim de ismim geçen çok sayıda gazeteciyi ABD Dışişleri Bakanı Madlen Albright'a da gönderdiğini belirttiği bir yazıda suçladı. Adam anlamsız bir biçimde düşman kazanmak için çalışan birisini oynuyordu. Şu ifadelere bakın: "Türkiye'nin yönetiminde mevcut etki ajanlarının aidiyet duydukları, kullanıldıkları yabancı ülke güçleri ve kapasiteleri hakkında kaç kişi tam bir bilgi sahibidir? Kimler yukarıda verilen bilgi ve belgelere ulaşma şansına ve olanağına sahiptir? İşte birbirinden ayrı bazı sorular. Örneğin Cengiz Çandar'ın geçmişi kadar mevcut girift ilişkileri hakkında kim ne bilmektedir? Sabah ve Doğan gruplarının kendi medya kuruluşlarında etki ajanı konumundaki gazetecilere köşe vermelerinin sebebi nedir? Altan kardeşler, Gülay Göktürk, Cüneyt Ülsever, Fehmi Koru, Mehmet Barlas, Mehmet Ali Birand, Nazlı Ilıcak, Abdurrahman Dilipak, Taner Akçam, Nuh Gönültaş, Etyen Mahçupyan, Kürşat Bumin gibi yazarların stratejik buluşma ve kesişme noktaları nelerdir?.."
Yani adam önüne gelen herkesi her biçimde suçlama konusunda hiçbir sınır tanımıyordu. Doğru ya da yanlış bilgilerle herkese, her kesimden insana saldırmayı adeta bir görev sayıyordu.
Hablemitoğlu, kişileri acayip biçimlerde suçlama işinden sonra ülkeleri suçlamaya başlamıştı. Örneğin Alman vakıfları ile ilgili yazdığı raporlarda doğrulama imkanı olmayan bilgiler veriyor, Türkiye ile Almanya arasında gerginliğe yol açacak gelişmelere önayak oluyordu. Alman vakıfları ile ilgili yazdığı şu ifadelere bakın:
"Almanya'daki Türkleri biliriz de, Türkiye'deki Almanları bilenimiz var mıdır? Kastedilen, Almanya'daki 2,5 milyon Türk vatandaşına karşılık Türkiye'de yaşayan –çoğu emekli– yaklaşık 100.000 Alman değildir: Türkiye'de her türlü etnik, dinsel–mezhepsel ajitasyon faaliyeti gerçekleştiren; toplumsal–siyasal–ekonomik ve hatta genetik alanlarda hazırlattığı projelerle her türlü espiyonaj faaliyeti sürdüren; yerel basında, yerel yönetimlerde, üniversitelerde, sendikalarda, kamu kurum ve kuruluşlarında, kısaca stratejik öneme sahip birimlerde "etki ajanı" ve "Alman sempatizanı" yetiştiren; şeriatçı yapılanmalardan çevreci örgütlere, bölücü yapılanmalardan terör örgütlerine, yasal derneklerden siyasal partilere uzanan çizgide Türkiye'ye, Atatürk ilke ve devrimleri ile Cumhuriyet'in tüm değerlerine karşı olan, ulus–devletin parçalanmasını isteyen tüm rejim karşıtlarına lojistik destek vererek bu ülkeyi alttan oyan –deyim uygunsa– bir avuç Alman istihbaratçısıdır…"
Söyledikleri, yazdıkları, doğru ya da yanlış. Onları tartışmıyorum. Kullandığı dil, üslup hiçbir kalıba uygun değil.
Bir defasında bana yazdığı yazıları göndermişti. Ben de kendisine nazikçe, lütfen bunları bana göndermeyin diye cevap yazmıştım. Cevaben yazdığı elektronik mektupta "Seni mahkemeye vermedim." diyordu. Sözünü ettiği şey, yazdığım bir yazıda ona atıfta bulunmamdı. Zaten o yazıya karşılık bana verdiği onlarca sayfalık cevapta her türlü hakarete uğruyordum ve ait olmadığım yerlere beni aidiyetle suçluyordu. Bu yüzden ben de kendisine cevaben "Ben de sizi mahkemeye vermedim." dedikten sonra, "Sizin derdiniz nedir, gerçekten niçin böyle davranıyorsunuz? Beni tanımıyor bilmiyorsunuz, hiç karşılaşmadık, hiç tanışmadık. Sizin istediğiniz bir yerde ve zamanda buluşup tanışmak isterim." demiştim ve buna bir cevap alamamıştım. Bu yazışmadan sonra beni de mahkemeye vermiş!
Şimdi… Hablemitoğlu'nun hiç tanımadığı, bilmediği, görmediği insanları etki ajanı, nüfuz casusu, CIA ajanı, Alman ajanı ne bileyim daha bir sürü isnatla suçlaması normal bir davranış biçimi değildi elbette. Ama bütün bunlar bile onun hunharca öldürülmesini gerektirmiyordu. Hiç kimse yaptığı her türlü hataya rağmen öldürülmeyi hak etmez.
Öldürüldüğünü duyduğumda ne kadar üzüldüğümü, hele hele iki küçük kızının olduğunu öğrendiğimde ise çöktüğümü hatırlıyorum. Kim ya da kimler tarafından katledildiyse, kurban olarak son derece kritik bir isim olarak seçildiği kesin. Doğrusu sorulardan başka söyleyecek bir şey yok şimdilik.
İnsan aklı bir olay olduğunda hemen en yakın bağlantılarla irtibat kurar. Medyadakilerin kafası da elbette böyle çalışıyor. Ölümü üzerine, onun çalıştığı iki alan olan Alman vakıfları ve Fethullah Gülen üzerine yoğunlaşıldı. Ama ortada somut hiçbir şey yok. Bir de...
Niçin Alman istihbaratı kendi aleyhine bu kadar açık şekilde deşifre olmuş birisini öldürüp şimşekleri üzerine çeksin? Fethullah Gülen bugüne kadar hiçbir şekilde şiddete dayalı bir yöntem ile çalışmazken, neden birdenbire hem de böyle bir dönemde böyle bir metot seçsin?
- tarihinde hazırlandı.