Kuşku Dağları Beklerken

Ufuk Turu, büyük bir sürpriz olmalı ki, hakkındaki yorumların ve analizlerin arkası gelmiyor. Hadise bununla sınırlı kalmayıp, Fethullah Gülen Hoca'nın Zaman Gazetesi'nin genç ve kendi deyimiyle, "toy" ve "delişmen" ama bence entelektüel nitelikleri haiz gazetecisi ile yaptığı hasbihalin bizatihi kendisi de haber olma sıfatını kazandı. Ve böylece bir mülâkatın pek nadiren meydana gelen bir biçimde, haber konumuna erişmesi hadisesini yaşamak olduk. Sohbetin içeriği kadar bu olgunun da sosyolojik bir değerlendirmeye tâbi tutulmaya değer olduğunu gördük.

Ama bu arada gördük ki, Ufuk Turu Türk toplumuna musallat olmuş ve benim de bir çok defa dikkat çekmek istediğim bazı arazların bir kere daha su üstüne çıkmasına vesile oldu. Bir çok içerikli ve can alıcı tahlillerle tespitler, tabii, bir yana, bir de baktık ki, bir kısım yorumcunun demeç ve yazılarında bir endişedir, bir kuşkudur gidiyor. Hocaefendinin ne dediğini anlamaya çalışacaklarına, bir de bakıyorsunuz, kuşkucu zihinler niçin dediği ile allak bullak olmuş. Komplo teorileri, ince örülmüş hesaplar, akıl almaz vesveseli tahminler. Gündelik bir partici politikayla düşüncel düzeyde dahi alâkası olmayan, bunu daha önceki beyanlarında da belirten ve zihnî ayarı farklı boyutlanmış olan bir insanın sözlerindeki anlamı, duruşundaki istikameti görmezlikten gelip "Acaba kimin önünü kesecek?" (sanki dünyada ve Türkiye'de böyle bir usul varmış gibi!) türünden art arda sorulan ve buram buram vehim kokan ve biraz da çocuksu sorular. "Pazarlık" edebiyatı, "kullanma" ve "kullanılma" keyfiyeti üzerine varsayımlar. İslâm'ın çeşitleri üzerine çeşitlemeler ve sığlıktan da zinhar ödün vermemiş olmak için olsa gerek, "Siyasette Fethullah Gülen rüzgârı" türünden sansasyonel ve malum beylik başlıklar. Üzülmemek mümkün mü?

Evet, soruyorum, ülkemizde hâlâ yaygın olan bu tür akıl yürütmeler karşısında esef duymamak mümkün mü? Türkiye'de siyasetin bu kuruntular girdabında bocaladığını görüp hüzünlenmemek mümkün mü? Ve tekrar etmekten hiç bir zaman usanmıyacağım, siyaset ile din arasındaki bağları bilmemekten, bu tabii içiçeliğin farkına varamamaktan ileri gelen bunca şaşkınlığa şaşırmamak mümkün mü?

Daha bundan birkaç ay önce başkanlık seçimlerinin ve görevini devretmesinin arefesinde, sosyalist ve agnostik cumhurbaşkanı Mitterrand, televizyonlara çıkıp din, Allah ve kilise hakkında kendisinde yeni yeni nüvelenmeye başlayan fikir ve duyguları beyan ettiğinde ne Fransa, ne de dünya gerilip, "Acaba seçimlerde kendi partisinin adayının işini kolaylaştırmak, sağcı Chirac'ın önünü kesmek için mi mavi boncuk gösteriyor?" şeklinde anlamlı anlamlı düşünmeye başlayıp, hikâye yazmaya çalışmadı. Çalışmadı, çünkü kuruntu ve profesyonel kuşkuculuk bize has bir olgu. Bize yani ezik, edilgine ve bir çeşit üretimsizlik psikozunu yaşayan toplumlara.

Konu hele din ile ilgili olunca, tabii, senaryolar daha da vahim yönlere çekilebiliyor. Rasyonellikle din karşıtlığını bir sanan biri, mesela çıkıp, İmmanuel Kant'ı imdadına çağırmak ve Batı felsefesinin bu dev simasını da adeta bir köy enstitüsü eğitmeni seviyesine indirmek suretiyle, düşünce ile inancın bağdaşabilemezliğinden dem vuruyor, insanı hayrete düşürüyor. Bu fukaralaştırılmış şekliyle, Saf aklın eleştirisini yazan ünlü filozofun da insanlarda bir bilinç yırtılmasına, yani şizofreniye yol açacak böylesine bir önermede sanki bulunabileceğini ilan ediyor. Ufuk Turu'nun ardından bunu da okuduğu için insanı neredeyse okuma yazması olduğuna pişman ediyor.

Neymiş? Efendim, Aydınlanma imiş, Aydınlanma ne dermiş? Dermiş ki, din gitti akıl geldi veya bilgi geldi, inanç gitti. Bu kadar basit. Aydınlanma felsefesinin, aydınlarını bu denli ışıksız kıldığı başka bir toplum var mıdır, bilmiyorum. Ama bereket versin, bu felsefeden nasibini almış ve hatta onun tarihi uzantısında, günümüz Batı felsefesinin en çarpıcı yazarlarından biri olan C. Lefort gibi parlak zihinlerin ürünlerini de okumak şansına sahibiz. O, bizim buluttan nem kapan kuşku kumkumalarının aksine, ömrünü siyaset yapmakla değil; ama siyaseti "düşünmekle" geçirmiş biri ve bizi "ilahiyat ile siyaset arasında süregelen kesintisizlik" konusunda uyarıyor. O, pozitivizmin sultasındaki sosyal bilimcilerin aksine, toplumlara "bilimci" bir yaklaşım yerine filozofun yaklaşımıyla nazar etmeyi tercihle ve ampirik gerçekliğin tespiti yerine felsefenin perspektifinden hareketle, toplumun "oluşum ilkelerini" göz önünde bulundurmayı yeğliyor. Toplumu meydana getiren ilkeleri araştırma serüveninin ise siyasi düşünceyi ister istemez dini fenomenler üzerinde yoğunlaşmaya sevkettiğini bildiriyor.

Toplumun hayatının gizli ve örtülü parametrelerine hassas bu düşünür, insanların belirli bir rejime mutabakat göstermelerine amir olan süreçleri inceliyor, bir toplum meydana getirmenin üsluplarını keşfe çıkıyor ve din ile siyasetin ilmiksiz bir bağ içinde oldukları sonucuna varıyor. Toplumun mahremiyetine nüfuz etmeyi hedefleyen bu düşünce, Rönesans'tan bu yana tanık olunan bunca değişime rağmen insanların siyasetin, mesela, iktidar gibi merkezinde yer alan bir olgu hakkında sahip oldukları tahayyüllerin de aslında bir dizi kadim siyasi mefhumların yeniden sembolleşmesinde temellendiğini vazediyor. Lefort, din ile siyaset arasında bir koşun ancak yeni demokrasilerde meydana gelebileceği varsayımından hareketle bu durumun yine, mevcut dini itikat çerçevesinde değilse de, yeni bir inanç referansına atfen süregeleceğini tahmin ediyor. Tahmin ediyor, çünkü toplum sözleşmesindeki mutabakatın ve siyaseten biat etmenin ancak kanaat getirmiş olmanın cazibesiyle mümkün olacağını biliyor. Böyle bir şüphesizliğinde inancın ta kendisi olduğunu.

Bu tespitleri yapan Lefort hakkında Batı'da hiç kimse art niyet avına çıkmış değil. Din ile siyasetin birbirlerini nasıl kuşattıklarına işaret ettiği için onu politik alanda din sömürüsü yapmak isteyenlere fırsat vermekle suçlayan da yok. Onu, inançla düşüncenin birlikte sefere çıkışlarını anlattığı için akılsızlıkla nitelendiren zeka mümeyyizleri de yok. Yok, çünkü kartezyanizmin anavatanında metodik şüpheciliğe yer var, bizim ilişkilenmeciliğe yer yok.

Kuşku ve benzeri duygular dağları bekleyedursun, ben Ufuk Turu'na dönüyor ve İslam'ın dogmatizden "fersah fersah uzak olduğunu" anlatan faslı yeniden okuyorum.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2025 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.