Müslüman'ın Yobazı Daha mı Makbul?

Gazeteciliğin bana en hoş gelen yanı, ritmi, kurgusu, yoğunluğu birbirinden farklı hayatlara sürpriz girişler yapma fırsat vermesi. İnsanı neredeyse zorla "zenginleştiren, derinleştiren" şahane bir meslek. Fethullah Gülen'in mekanında geçirdiğim birkaç gün yoğun duygular yaşadım. Gülen, son derece kendine özgü bir kişilik. Sözel ve bedensel diline aşina olmadan onu yansıtabilmek zor. Aşina olabilenler tarafından bile istendiği düzeyde anlaşıldığından emin değilim. Yaşadığım dünya dahil kendimi hiçbir yere bütünüyle ait hissetmem. Bunun mesleğimde bir avantaj olduğunu düşünüyorum. Çünkü bu ruh sayesinde bir Zaman çalışanı olmama rağmen, ona bağımsız ve bağlantısız biri olarak 'dışarıdan' bakabildim.

Fethullah Gülen'i Sabah için röportaj yaptığım 10 yıl öncesi ile karşılaştırırsam daha acılı; ama daha dingin buldum. Duygularını yönetirken, başkalarını üzmeme adına uyguladığı otokontrolün onu çok zorladığını hissettim. Keşke onu "Hocaefendi"den çok bir insan olarak görebilen bir "kankası" olsaydı da, o koruyucu kabuklarını soyup özünü dinleyebilseydi diye düşündüm.

Günde 20 ilaç içmesini gerektiren birçok hastalığı var. Her an kontrolde; çünkü sağlığı, ruhsal dalgalanmalarına da bağlı olarak barometre gibi sürekli değişiyor. Odasına çıkarken iki kat arasında merdivenlerin yorduğu kalbini bir süre sandalyeye oturup dinlendiriyor. İbadet, okuma yazma, ev halkıyla sohbetin dışında bir etkinliği yok. Bir kuş bile ondan daha çok yemek yer. Çayının yanında birkaç badem ve bir hurma geliyor. Kendini iyi hissedip odasından yemeğe indiğinde ve sohbetleri sırasında odadaki herkesi, her eşyayı, değişen her durumu fark ediyor. Kimin çayı bitmiş de yeniden doldurulmamış bardağı, yere ne düşmüş de alınmamış, Nuriye Hanım'ın kasetinin bir yüzü bitmiş, çevrilmesi gerekiyormuş, kim yemeğini isteksiz yiyormuş, kimin bakışlarında bir endişe varmış vs...

Ben böyle bir üslup bilmiyorum: İçinde olumsuzluk barındıran bir kelimeyi teleffuz etmeden önce bağışlanma diliyor. Odaya girdiğinde kimsenin ayağa kalkmasına izin vermiyor. Elini öptürmüyor. Konuşurken bilgisini dinleyenleri ezmeden ifade ediyor. Normali, 5 yıllık bir sürgünün, beden diline öfke olarak yansımasıydı. İnsanların yürüyüşlerini bile izlemekten zevk duyduğunu, adımlarının ritimlerinden onların karakterlerini okuduğunu söyledi bir seferinde. Geleceğe yönelik kişisel planlarını anlatan birine "Allah emellerinle gerçekler arasındaki boşlukları doldursun." diye dua etti. Bakar mısınız duanın güzelliğine?

Farklı bir ceketle daha fotoğraf çekmek istediğimde, arkadaşları isteğimi yerine getirmek için koşturdu; ama o bunu bir gösteriş merakı olarak değerlendirdi, 'Benim iki tane ceketim olamaz.' dedi; ama ısrarlarımı da kırmadı. İkinci ceketin bile sorumluluğunu taşımaktan korkuyordu. Odasının tabanında kendisine getirilen küçük halılar vardı. Onları vefa göstermek adına serdiğini; ama yakında yeniden hasır yaygısına döneceğini söyledi.

Sadece kişisel merakım için katıldığım röportaj dışı sohbetinden lezzet alacağımı tahmin etmiyordum. Beğendiğim şeyleri hemen coşkuyla ifade ederim. Mekanın atmosferi buna uygun değildi. Herkes onu huşu içinde dinliyordu. Oysa ben 'Dinî meseleleri hiç bu kadar çok katmanlı anlatanı duymadım. Efendim bu ne belagat, çok etkileyicisiniz!' demek istiyor; ama araziye uyup susuyordum. Bir yandan da sohbetin formatının neden böyle 'anlatan ve dinleyenler' şeklinde düzenlendiğini, neden, itirazların, "canlı kanlı" tartışmaların yapıldığı gerçek bir beyin firtınası yapılmadığını soruyordum kendime.

Oradan ayrılacağım sabah, Gülen'in geceyi çok kötü geçirdiğini, vücut değerlerinin altüst olduğunu, sabah namazında sendeleyip düşmek üzere olduğunu söylediler. Diğer randevulu röportajlarım nedeniyle bir gün daha kalamaz ve ona veda etmeden de ayrılamazdım. O hasta halinde pijamalarının üstüne bir pardesü geçirmiş olduğu halde odasından çıktı. Çok duygulu bir andı. Ben onu yataktan kaldırmak zorunda olduğum için, o ise o vaziyette karşıma çıktığı için özür diliyor ve karşılıklı eziliyorduk. Biraz sonra ben çekip gidecektim, o yalnızlığı ile baş başa kalacaktı. Yasal bir engeli olmadığı halde, "Ciğeri memleket hasretinden yansa" da, Türkiye'deki havayı hâlâ puslu görüyor, gelirse onun yüzünden çıkarılmak istenebilecek fırtınaları bu hasta haliyle göğüslemek istemiyordu.

Mahkemelerce sabit olan bir suçu olmadığı halde, bu kadar parlak bir beynin yaşamak zorunda kaldığı sürgün beni üzdü. Onun takipçilerinden olmadığım halde, içimde bir isyan büyüdü. Ufku dar, kabuğu kalın, düşünme kalıpları "bir örnek" insanlar topluluğu mu olmalıydı Türkiye? Bana en uzak, en aykırı görüşlerin bile özgürce ifadesinden yana oldum. AB için uyum yasaları çıkaran bir Türkiye'nin "İslam dünyası diye bir dünya yoktur", "Kişiler cihad ilan edemez", "Masum birini öldüren Müslüman kalamaz" gibi tespitleriyle "siyasal İslam'ın" önünü kesen, inananların kendilerini öncelikle birey olarak Müslüman kılması gerektiğini bu kadar netlikle ifade eden, Müslüman olmanın da kolay olmadığını kendi kılı kırk yaran yaşamıyla dosta düşmana göstermeye çalışan başka bir din adamı var mı? Daha ne isteniyor anlamıyorum. Yoksa Müslüman'ın yobazı daha mı makbul, daha mı elverişli geliyor dünyanın yeni düzeni için?

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2025 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.