Ahlak ve Sorumluluk
Siyaset felsefesi teorisyeni Thomas Hobbes düşüncelerinin merkezine "İnsan, insanın kurdudur" hükmünü yerleştirerek, insanoğlunun kendi çıkarlarını korumak, makam-mevki, güç ve iktidarı ele geçirmek için her yolu meşru saydığından bahseder. Geçen hafta Potsdam Üniversitesi'nde düzenlenen "Gelenek ve Modernite arasında Müslümanlar, Kültürler arasında Köprü-Gülen Hareketi" isimli konferansta bir konuşma yapan eski meclis başkanı Prof. Rita Süssmuth'un modern çağda Hobbes'un mantığıyla hareket etmenin yanlışlığına dikkat çekmesi manidardı. Çünkü; dünya barışı, hukuk, demokrasi, eşitlik gibi evrensel değerler ortak ufuk, karşılıklı saygı, muhabbet, önyargısız birbirini anlamaya çalışma ve sivillikle birleştiğinde ortaya iki üst kavram çıkıyor: Ahlak ve sorumluluk. Liberal-demokrasinin temellerini atan teorisyen John Locke bireyin hayat hakkının ve sahip olduğu mülkiyetin dokunulmazlığına işaret ederek, insana ve onun oluşturduğu topluma dikkat çeker. Söz konusu insan hakkının korunması olunca İslami terminolojide de bunun pek çok yerde karşılığı bulunmaktadır. Misal, bir gemide yüz kişi olsa, bunlardan doksan dokuzu suçlu olup biri masum olsa, o gemi katiyen batırılmaz. Batı dünyası ile doğuyu birbirine bağlayan değerlere bu zaviyeden bakıldığında farklılıkları öteki üretme aracı olarak kullanmanın kimseye fayda sağlamadığı görülür. "Eşitiz ama farklıyız" anlayışı yapıcı eleştiriye de tabi tutuldu mu, ortak değerlerde buluşmak daha da kolay olur.
Gülen Hareketi'nin uluslararası aktörlerle tartışıldığı konferansta ahlak ve sorumluluk kavramlarının merkeze oturtulması boşa değildi. Hareketin dini-ilmi, felsefi, sosyolojik boyutunun yanı sıra bireysellik ve kolektivizmden oluşan insani boyutu da mevcuttur ki, bu boyutu anlamadan hareketin tamamı hakkında fikir yürütmek mümkün olmaz. Almanya'daki eğitim ve diyalog çalışmaları, Hollanda'daki "Cosmicus" (dünya vatandaşı) faaliyetleri ve Avusturalya modeline bu perspektiften bakmak gerekir. Rus bilim adamı Prof. Leonid R. Sykiainen'in şu müthiş tespiti sanırım her şeyi özetliyor: "O kadar ortak paydamız var ki, iş, barışın ruhunu kavrayarak bunu insanların gündemine sokmaktır." Kaldı ki Gülen hareketi kapsamında dile getirilen şu kavramlara aklı selim kimsenin itirazı olmasa gerek: "Etik değerler bazında topluma katılım, somut hizmet endeksli çalışmalar, kendisini Müslüman olarak tanımlayan bireylerin demokrasiyi savunması, iş ahlakı ile üretkenlik ve çoğulculuğa destek.
Bir bilim adamının, İslam'ın sadece bir din olmadığını, aynı zamanda bir kültür ve yaşam biçimi olduğunu ifade ederek, dini değerlerden olmayan demokrasi ve hukuk paydasına dikkat çekerek Sekülerizm'in İslam'ın içinde de işlevini yerine getirebileceğini ifade etmesi altı çizilmesi gereken bir anekdottur. Diğer taraftan ABD'li bilim adamı Prof. Thomas Michel'in Gülen'in ihlas konseptinde Allah rızasını kazanmanın merkezi bir öğreti olduğunu ifade ederek, halis niyetli, dürüst, ihlaslı ve sorumlu birey olmanın gerekliliğine değinmesi sebepsiz değildir. Veya Dr. Rainer Hermann'ın "Hedef, siyasi iktidarı ele geçirme yerine, içinde ibadet ve dua'nın ve yaşanılan yerde somut icraatların olduğu daha iyi bir toplum oluşturmaktır." tespiti Türkiye'nin demokratikleşmesi ve modernleşmesi çabalarına verilen desteği de kapsamaktadır. İnsanı dışlamayan, hatta inançsız Ateisti dahi dışlamayan diyalog çalışmalarının toplumsal barışa katkı sağlayacağını anlatan Prof. Süssmuth, ortak sevgi ve barış anlayışının dünya barışının inşası adına bireysel bir sorumluluk olduğuna değindi.Yabancı akademisyenlerin ağırlıklı olduğu konferansın tüm tebliğlerinde farklıklara rağmen, birbirini anlama konusu ön planda idi. Konuşmaları izleme fırsatı bulanlar Gülen hareketi'nin gelenekle modernite arasında köprü görevi görüp görmediğine kendisi karar verdi. Bu tür konferansların arkasının gelmesi konusunda ise herkes hemfikir idi.
- tarihinde hazırlandı.