Gülen'in Döndüğünde Sıkamayacağı El Var mı?

Cumartesi günü öğle saatlerinde evden çıkmadan önce haber7.com’da okuduğum son yazı gazeteci Ömer Lütfi Mete’nin yazısı oldu. Sayın Mete “Arkadan vurma mesleği” başlıklı yazısında Genelkurmay’la muhalefet parti liderleri arasında yaşanan sözlü ve yazılı atışmanın içerik ve üslubunu nefis bir şekilde ele alıyordu...

Hemen ardından bir nikah şahitliği için direksiyonun başına geçip salona doğru yol alırken, bir yandan da Sayın Mete’nin kaleme aldığı satırlardan yola çıkarak, üniversitede Kitle İletişimi dersi veren bir akdemisyen olarak, kişiler ve kurumlar arası iletişimdeki problemler üzerine düşünüyordum.

Fakat tam da o sırada radyoda dinlediklerim, bu hassas konuyla birebir örtüşen ve aklın yolu bir diye düşünmeme neden olan önemli bir konuşmayı çıkardı karşıma. Sayın Fethullah Gülen, Burç FM’de yayınlanan Gönül Dünyamız programında kendisi hakkında bugüne kadar dillendirilen çok ağır iddialarla ilgili düşüncelerini anlatıyordu.

Ama önce Sayın Mete’nin satırlarına bakalım;

Şahıs veya kurumları hedef alan eleştiri, kınama ve suçlama içerecek bildirilerin tarihi basın ile yaşıt. Sözlü çatışma ve sataşma basınla ucuzlamıştır. Muhatabınızın huzurunda iken ağzınızdan çıkacak söze mutlaka daha fazla özen gösterirsiniz. Öfkeden gözünüz dönmüş değilse, eleştiri, kınama ve suçlamalarınızı yüz yüze iken daha ölçülü yaparsınız. Araya herhangi bir iletişim aracını girince birdenbire 'arkadan çekiştirmeci boşboğaz' rahatlığına bürünürüz.

Bu sebeple, medya üzerinden yürütülen tartışmaları esasen huzurda yapılmış değil, gıyapta gerçekleşmiş mertliğe aykırı çekişme ve çekiştirme olarak değerlendirmek kaçınılmaz...

Büyükanıt Paşa ile Sayın Baykal ve Sayın Bahçeli arasındaki tartışmaya bakalım: Eğer basın toplantısı veya bildiri yayınlamak âdeti hiç var olmasaydı, sınır ötesi harekâtın bitirilmesinden sonra Baykal ve Bahçeli'nin yaptıkları o değerlendirmelerde yer alan ifadeler, meselâ Büyükanıt'la karşılaşacakları bir çay partisinde paşanın yüzüne karşı kullanılabilir miydi? Aynı şekilde, Büyükanıt her ikisini meselâ çarşıda görseydi yüzlerine karşı benzer sertlikte konuşur, hainlerden beter olduklarını söyler miydi?

Sayın Mete yazısında, eleştirilerin birgün karşılaşıldığında yüz yüze bakılabilecek üslüp ve mahiyette olmasının altını çiziyor.

Gülen eleştirilere ne diyor?

Sayın Fethullah Gülen’in, eleştiride ölçü bağlamında bir soruya cevap verirken ifade ettiği düşünceleri de şöyle;

“Şimdi bir toplum düşünün ki işte o grup o grupla vuruşuyor, o klik o klikle vuruşuyor birbirleriyle, o cemaat o cemaatle sürtüşüp duruyor, tearuzlar tesakutlar, bizim herhangi bir konuya ciddi böyle eğilmemiz ve konsantre olmamıza mani. Çünkü enerjiler büyük ölçüde birbirilerini yemede gidiyor. Bizde siyaset âleminde de öyledir, müminler arasındaki şeyde de öyle...

Bir kısım şirzime-i kalile bakıyorsunuz, bir azınlık veryansın ediyorlar. Hıristiyanlarla, Yahudilerle diyalogu dünya çapında sizin serbest dolaşım hakkını size kazandırabilecek bu kadarcık yumuşaklığı siz kendi dininiz adına, kendi kültürünüz adına, kendi inançlarınız, kendi ruhunuzun ilhamları adına vesile yapıyorsunuz. Esas Türkiye’de Nasturi, Süryani, Ermeni, Rum varmış bunlar belli bir dönemde bizdeki bu azınlıklar Türk milletine karşı kendilerini ifade edemediklerinden dolayı komünist olmuşlar, ateist olmuşlar, şimdi bunlar yeniden eski günlerine dönüyorlar. Bütün o değişim sirkülasyonu bunların arasında yaşanıyor, ciddi bir şey değil fakat bu size, sizin arkadaşlarınıza mal ediliyor... Oysaki tablo bu. Arkadaşlar arasında Hıristiyanlığı seçen bir tane insan duymadım ben şimdiye kadar.

Olumlu eleştiri ve katkıya evet...

Şimdi enerjilerini buna sarf edeceklerine, keşke yani böyle yapacaklarına gerçekten bizim fikir hayatımızda bir ufuk açsalar, kalp hayatımızda bir ufuk açsalar. Zikirleriyle, fikirleriyle bizim zikir, fikir düşüncemizi şahlandırsalar, tetikleseler. Bize mantık adına bir şeyler ifade etseler, ulumü aliye islamiye adına bize bir şeyler ifade etseler ve yine böyle yapacaklarına keşke gitseler himmetlerini başka bir yerde insanlara Müslümanlığı anlatmak üzere sarf etseler, kullansalar, bir kısım insanları kazansalar keşke.

İşte böyle yapmadıklarından dolayı esasen belki sizi de sinir bakımından geriyorlar, ne oluyor o zaman? Yani sizin kendinizi ifade etmenize, insanlara bir şeyler anlatmanıza mani oluyor bütün bunlar yani bu iç sürtüşmeler ve orada bir taarruzların nasıl tesakütlere sebebiyet verdiğini o çarpışmaların nasıl bize rağmen bize rağmen birer harekete dönüştüğünü, tepkiye dönüştüğünü apaçık görüyoruz. Böyle olunca dirilişimizin önünde bunlar çok önemli bir sebeptir bence bunu çok iyi tespit etmek lazım.

Nasıl yaparız? Bunu nasıl gideririz? Her zaman bir hususa dikkatinizi çekiyorum imkan elverdiği ölçüde bence mukabeleyi bilmisil kaideyi zalimanesine girmemek lazım. Yani onlar deseler, etseler de, böyle toplum nazarında çok kötü isnatlarda yakışıksız isnatlarda bulunuyorlarsa da kendi üslubunuzla, yumuşakça o türlü şeylerin varid olmadığını ifade etme müstesna onlara aynıyla mukabelede bulunmamak lazım.

Ellerini rahatlıkla sıkacağım...

Fakat mukabeleyi bilmisilden daha önemli bir şey söyleyeyim ben size... Dişinizi sıkarak aktif sabrederseniz bu sizin için daha hayırlıdır. Daima yüzünüz ak alnınız açık olur. Şimdi diyelim Türkiye’de size ve arkadaşınıza yapılan değişik hücumlar oldu, her şey dediler ama ben hiç mukabelede bulunmadım. Bak ne olur en basitinden bunun karşılığı şudur; Türkiye’ye gittiğimde ben hiç utanmadan, hiç hicap duymadan çok rahatlıkla herkese elimi uzatabilirim, herkesi kucaklayabilirim ama dün bana hinoğlu hin diyenler, devleti devirecekti, canımıza okuyacaktı, bizi asacaktı, haindi Hıristiyan’dı, filan diyen insanlar herhalde ellerini uzatırken biraz titreyeceklerdir, utanacaklardır.

Ama dahasını söyleyeyim ben... Bu dünyanın bir de öbür tarafı var, mahşerde karşılaşacağız onlarla... Allah’ın huzurunda karşılaşacağız... Ben de bir insanım nihayetinde... Orada kâffeyi hasenatım ağır basmadığı zaman ben de diyeceğim, Yarabbi hakkımı yemişlerdi bunlar diyeceğim... Bilemem yani belki derim... Şimdiden diyorum ki, ben Allah hakkına, peygamber hakkına karışamam ben ne hakkım varsa helal olsun diyorum ama bir de oradaki sıkışmaya bakacaksınız yani. Dolayısıyla insan tabii dengeli ve dikkatli olmalı bugün ve yarın o meselenin hesabına verme düşüncesine göre mülahazasına göre haraket etmeli, öyle davranmalı yoksa bin pişman olur ya leyteni ya leyteni (keşke) der...

Orada hafizanallah o açıdan sabır bana bu mevzuda iksir gibi geliyor, bir panzehir gibi geliyor onlara karşı. O mevzuda dişimizi sıkıp hiçbir şey söylemeden, hiçbir şey demeden hatta bazı şeylere kapalı kalarak ben o haziran fırtınasında gazeteleri almadım okumadım... Çok sonra Ferhat Barış'ın kitabında baktım bazı şeylere iyi ki okumamışım... Çünkü okumadan kendi hassasiyetim ölçüsünde tansiyonum yirmiden aşağıya zor indiriyorlardı, inmiyor çok hassasım... Yani bir yaprak düşse bir hazan mevsiminde ben hasta olurum. İyi ki okumamışım sonra dedim ki, bir hikmet varmış... onun da benim tansiyonumu bir miktar yükseltmesinin âlemi yokmuş. Dolayısıyla ben hâlâ bilmiyorum o gün gazeteler neler yazdılar ne dediler, ne ettiler hala bilmiyorum ben o meseleyi.

Enerjiyi boşa harcamamak...

Şunun için söyledim bunları... Elden geldiğince bu tür şeylere bence enerji harcamayalım, kendimizi o istikamette yıpratmayalım, kapalı kalalım yani bir böyle meselenin maddi bir yanı var... İkinci bir yanı da şudur; Tevfik-i ilahinin en büyük vesilesi vifak ve ittifaktır. Neye binaen yapıyor Allah onu bilemeyiz biz onu. Yani şu bizim bahsettiğimiz sebeplerden ötürü birlik beraberlik kalplerin müşterek çarpması akfin dediği gibi toplu çarptıkça sineler, onu top sindiremez. Onun için mi Allah c.c kulların kalpleri ittifak edince Allah da tevfikini yar ediyor, muvaffak kılıyor onları. Kur’an- Kerim kötülükleri iyilikle sav diyor... Sana kin ve nefretle bakana bir tebessümle onun kinini nefretini gidermeye çalış. Sana el kaldırana sen de kalk hemen elini tut yumuşat onu. Diyelim ki mümin kardeşin böylece enerji dağıtmadan durduğumuz yerde duralım aktif sabır içinde bulunalım. Allah’ın inayet ve keremiyle diriliş adına ilk adımı atmış olacağız.”

Sayın Gülen’in sözleri böyle... Sayın Gülen’in aktif sabır sözlerinin üzerinde durmak lazım. Benzer güzel bir cümleye Kurtlar Vadisi Irak filminde denk gelmiştim. Sabır bir yenilgi değil, aktif bir mücadelidir deniliyordu.

Sözün kısası, ne bu dünyada, ne öbür yanda, kimsenin yüzüne bakamayacak hala getirmeyelim eleştirilerimizi...

Kötü sözden kim ne yarar görmüş...

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2025 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.