Nazım'dan Fethullah Gülen'e Tarihî Yanılgı

Ülkemiz tezatlar ülkesi. İşin tuhafı, çelişkiler ayrı ayrı fertlerde görülmekle kalmıyor, bazan aynı kişide görülüyor. Diyelim ki, insanın yanılması olağandır. Yanıldığını anladıktan sonra doğru tutuma dönmesi de gerekli ve makuldür. Fakat makul olmayan, bunu yaptığı sırada, aynı türden bir başka hatayı işlemesidir.

UNESCO, 2002 senesini "Nazım Hikmet yılı" ilan etti. Türkiye'de olduğu gibi Fransa, İngiltere gibi bazı ülkelerde de anma toplantıları yapılacak. 14 Ocak'ta Atatürk Kültür Merkezi'nde, Kültür Bakanlığı'nın himayesinde, Şişli Belediyesi ve N. Hikmet Vakfı tarafından N. Hikmet'i anma gecesi düzenlendi. Devlet tiyatroları, onun beş eserini yıl boyunca sahneleyecek. Bu bakanlığa bağlı olan Milli Kütüphane, "N. Hikmet Bibliyografyası" hazırlıyor. Yine buraya bağlı Yayınlar Dairesi eserlerini İngilizce'ye çeviriyor. Aynı Bakanlık onun hakkında fotoğraf sergisi düzenliyor, ayrıca heykelini yaptırıyor. Ülkemizin en önemli bankalarından YKB onun 27 kitaptan oluşan bütün eserlerini yayınlıyor (TC'nin sembolü haline gelmiş olan İş Bankası ise F. Gülen aleyhinde iftiralardan başka hiçbir özelliği olmayan bir kitap yayınladı). N. Hikmet, Atatürk devrinde 1928'de 15 yıl hapse mahkum edildi. Ayrıca 1931 ve 1933'te yine mahkum edildi. Cumhuriyet'in onuncu yılı vesilesiyle ilan edilen genel aftan yararlanarak hapisten çıktı. 1938'de eserleri yasaklandı ve orduyu isyana tahrik etmek suçu ile 28 yıl hapse mahkum edildi. I. İnönü devri boyunca hapishanede yattı. Hapisten çıkmasını müteakip Rusya'ya kaçtı, 1951'de TC vatandaşlığından çıkarıldı. Tuhaftır ki N. Hikmet'i savunup ona methiyeler dizenler, Kemalizm'e ve İnönü'ye bağlılığı kimseye bırakmayanlardır. Bunların, kendi kendileriyle düştükleri bu çelişkiyi izah etmeleri hiç de kolay değildir. Ben vak'aları hatırlatıp yoruma girmiyor ve kurcalamıyorum. Öyle görünüyor ki yazar ve sanatçıların çoğu gibi bizzat devletimiz bile, kendi aleyhinde olmaktan mahkum edip vatandaşlıktan bile çıkardığı bir kişiye, itibar iadesi yapmakta ve resmen olmasa da fiilen, yanıldığını itiraf etmektedir. Bunlar, devlet ve millet olarak ona sahip çıkılmasını istemektedirler. İtiraz edenlere aldırmayarak, Kültür Bakanlığı da buna tercüman olmaktadır. Ben buna muhalif değilim. Fikrine ve dünya görüşüne katılmasam da, hatta Türk milletinin büyük çoğunluğunun onun fikirlerini benimsemediği gün gibi aşikâr olsa da, ülkemizde her türlü fikre sahip insanlar yaşadığına göre, N. Hikmet gibi birisine de bir yer olabilir.

Diğer taraftan, elli yıldan beri halkımıza hizmet eden, özellikle son 25 yıldan beri Türkiye çapında tanınmış ve ünü yurtdışına ulaşmış F. Gülen bulunmaktadır. Bu zat, fikir babalığını yaptığı eğitim kurumlarıyla elliden fazla ülke ile Türk halkı arasında eğitim ve dostluk köprülerinin kurulmasına vesile olmuştur. Gerek yurt içinde, gerek yurt dışındaki Türk okulları, uluslararası bilim olimpiyatlarında elde ettikleri bilimsel başarılar ile olduğu kadar, eğitim ve asayiş yönünden de, Türk aydınında matlub olan anlayış bakımından da, bu kurumları az çok tanıyan herkesin takdirini celb etmiştir. Moskova'da, St. Petersbug'da bile, açılan bu okullar sayesinde barış ve diyalog istikametinde mesafe alınmış, o merkezlerdeki bazı devlet yetkililerinin takdirlerine mazhar olmuş, oralarda İstiklal Marşı'mız okunur olmuştur. Onun fikir babalığı ve teşvikleriyle bu eğitim faaliyetlerini yapanlar, 8. ve 9. cumhurbaşkanları merhum T. Özal ile Sayın S. Demirel'in teşvik ve destekleri ile, bu dönemde hükümet etmiş sayın başbakanların ve birçok bakanın bilgileri dahilinde ve onların takdirlerine nail olarak hizmetlerini sürdürmüşlerdir. Şimdiki Başbakan'ımız Sayın Ecevit, aleyhteki çok baskılara rağmen, bu kurumların kanunlara aykırı bir taraf ihtiva etmediklerini ve başarılı hizmetler verdiklerini defalarca ifade etmiştir. Bunlar, Sayın F. Gülen'in ve onunla irtibatlandırılan eğitim hizmetlerinin devletimiz nezdindeki değerini göstermeye fazlasıyla yeter. Fakat F. Gülen'in vesile olduğu hizmetleri tekrar tekrar takdir eden daha kimler ve kimler var! Orta Asya ülkelerinde başta cumhurbaşkanları; uluslararası ünü olan birçok yazar ve fikir adamı.. Bu zatlar, haklarında görüş beyan ettikleri kurum veya insanları denemeden, çeşitli yönlerden incelemeden öyle kolay kolay övmezler. Bir seferinde bir büyükelçimiz, görevli olduğu ülkeye düzenlediğimiz gezi esnasında, benim de aralarında bulunduğum ve Prof. Dr. S. Zaim, SA Üniversitesi'nin Kurucu Rektörü Prof. Dr. R. Evren, Em. Vali E. Büyükakalın gibi zevattan oluşan bir hey'etin huzurunda şöyle demişti: "Bu ülkenin ileri gelen devlet adamları, bakan ve milletvekilleri bile çocuklarının bu Türk okullarında okumaları için adeta yarışıyorlar. Bu okullara giriş, bizim ÖSYM gibi sistemli ve objektif sınavla olup, optik okuyucuyla sonuç çabucak çıkarılıp açıklanıyor. Bu yıl 1500 kontenjan için yirmi iki bin kadar öğrenci başvurdu. Bana öyle geliyor ki, herhangi bir bahane veya sebeple ülke yönetimi, bu okulların faaliyetini durduracak olursa, bu halk öyle geniş çapta bir harekete geçer ki, idare derhal bu kararından vazgeçmeye mecbur kalır. Zira bilimsel başarıları, eğitim şartları, disiplin ve ahlak düzeyleri ile bu okullar, öğrencilerin ve velilerin kalplerini fethetmişler." (Sıkıntıya sebep olmamak için sayın büyükelçinin adını, buluşmanın tarihini ve yerini belirtmiyorum) Bu kabilden daha yüzlerce gözlem ve tanıklıklar, basını izleyenlerce bilinmektedir. Türkiye dışında olduğu gibi yurt içinde de aynı şekilde açılmış olan okullar, ulusal ve uluslararası bilim olimpiyatlarında üstün başarılar elde ediyorlar. En yakın bir örnek olarak, ülkemizin en ciddi ve kapsamlı bilimsel bir devlet kuruluşu olan TÜBİTAK'ın düzenlediği 9. bilim olimpiyatlarında ödül alan 54 öğrenciden 38'inin, bu okulların öğrencileri olduğu görülmüştür. (26 Aralık 2001 tarihli gazetelere bakılabilir) Bu bir kere olsaydı, belki tesadüfe verilebilirdi. Fakat kamuoyumuzun iyi bildiği üzere, son sekiz–on yıldan beri, bu okulların ve dershanelerin benzeri çok başarıları görülmektedir. Bu okulları gezip gören sayılamayacak kadar çok bilim, fikir, sanat ve basın mensupları, bu eğitim kurumlarının başarılarını gözleriyle görmüş ve takdirlerini açıklamışlardır. Açılmasına vesile olduğu Usul–i Cedit mektepleri sebebi ile İsmail Gaspıralı, vefatından yüz yıla yakın zaman geçtiği halde nasıl takdir edilip unutulmadı ise, bu okulların fikir babası da o kadar takdire layıktır.

Yazımızın başında değindiğimiz aydınlar, Nazım Hikmet'in sanatını, olumlu yönlerini, insani duygularını büyüteç altına alıp olumsuz taraflarını örtbas etmeye çalışıyorlar. Buna bir şey demiyorum. Fakat F. Gülen açılmış birkaç mahkemede ve DGM'de hep beraat ettiği, kitapları hiçbir zaman yasaklanmadığı halde onlardan bazıları, bu hocaefendi'yi suçlu ilan ediyorlar. Adliyeyi tesir altına alarak onu mahkum etmeye çalışıyorlar. Azıcık dikkat edenler bile, F. Gülen'in, işte bu kısım basın tarafından bir kurbanlık olarak ortaya konulduğunu hemen görmüşlerdir. Aslında, kurbanlık tabiri hafif oldu, ellerinden gelseydi, onlar onu linç etmeye azimliydiler. Üstelik bu zat uzlaşma ve diyalog için çalışıyor, toplumdaki gerginlikleri azaltıp, fikrinden ödün vermeksizin herkesin birbirini kendi konumlarında kabul etmesi için çalışıyordu. Bu hava merhum T. Özal'dan beri başlamış ve iyi de devam ediyordu. Fakat çok hazindir ki, basın içinde, sayıca azınlıkta olan bir grup nedense bu gidişten hoşlanmayıp kavgayı körüklediler. Fikirlerinden emin olamadıklarından mıdır nedir, kim bilir daha hangi saiklerle, kin ve bağnazlıkları tahrik etmeye giriştiler. Sayıları az olan bu kişiler fitne ve fesat çıkarmada, yıkıcılıkta maalesef etkili oldular. Yıkmanın yapmaya göre çok kolay olduğu bir kere daha görüldü. Mesela 1996 Ramazan'ında Zaman gazetesinde, değişik fikir ufuklarından otuz kadar aydının katıldığı bir iftardan sonra sohbet ederken Ali Rıza Binboğa şöyle demişti: "Öyle bir baskı altındayım ki tarif edemem. Diyalog ve uzlaşma tutumunu benimsediğim için, bazı tanıdıklar, şiddetle hücum ediyorlar. Sevgi yerine kavgadan, kandan bahsetmem gerektiğini söylüyorlar. Ama kavga yetsin artık! Biraz da sevelim sevilelim. Hayret ediyorum bu insanların davranışlarına!" O zamandan beri, sizden haberim olmadı değerli Binboğa! Umarım o baskılara rağmen, olumlu tutumunuzu sürdürmüşsünüzdür. Çünkü bu ses, susmamalıdır. Ama sizin gibi kişilik sahibi bazı zatlar sürdürse de, birçok kimse kendilerini dessasların vesveselerine kaptırdılar. F. Gülen gibi ilim, irfan, hoşgörü ve hizmet abidesi bir zatı, iftiralar yayarak, adeta linç etmeye giriştiler. Mesele sadece onun şahsına yapılan işkence olmakla kalmadı. Türk kamuoyunca bu derece benimsenen değerlerin maruz kaldığı bu tutum, bütün ülke çapında gerginliğin artmasına sebep oldu.

Onun aleyhindeki kampanyanın hedefi, kendisini gizleyemeyecek derecede ele vermiştir. Dikkat buyurunuz: 29 Haziran 1999, PKK lideri A. Öcalan hakkında mahkemenin karar günüdür. Bu ayın ortalarına doğru, tam tamına 10 Haziran'da, F. Gülen hocaefendi aleyhindeki şebeke, bu işte başrolde olan birinin deyimiyle, "düğmeye bastı", yirmi gün boyunca, yani mahkemenin karar gününe kadar bu iftira furyası devam etti. Bunu yapanların, böyle bir zamanlama ile, sun'i bir gündem meydana getirme hedefleri gün gibi aşikârdır. Zira F. Gülen'in kasetleri, yıllar ve aylar öncesinden beri, yayınlayanların ellerinde idi. Dolayısıyla daha önce yayınlayabilirlerdi. Demek ki bunu, zamanı gelince kullanacakları bir koz olarak saklıyorlardı. Bazıları: "Bakın daha neler var neler! Yalnız PKK yok!" diyerek PKK'nın suçunu hafifletmek için yayınlamış olabilirler. Bazıları, Avrupa ülkelerinin baskılarından destek alarak Öcalan'ı idamdan kurtarmak istemiş olabilirler. Bazıları, bu ortamı fırsat bilerek, bu hayırlı hizmetleri durdurmak istemiş olabilirler. Bazıları da idam hükmü çıkmasına tepki göstereceklere karşı, başka cenahtan olanlara da müsamaha edilmediğini göstermek için bu zamanlamayı yapmış olabilirler. Velhasıl,milletimize mal olmuş bu kapsamlı hizmetin aleyhinde olan birkaç mihrak aynı olaydan kendilerine göre yararlanmaya çalışıp, F. Gülen'in şahsında bu faaliyetleri baltalamak istediler.

Fakat bu kampanya sonuçsuz kaldı. Halkımızın büyük ekseriyeti onu sevip hizmetlerini takdir etmeye devam ediyor. Onunla irtibatlandırılan hiçbir müessese, hiçbir dershane, hiçbir okul, yayın organı, şirket, vakıf veya dernek, iftira kampanyasından üç yıl gibi uzun bir zaman geçmesine rağmen, yapılan teftiş ve incelemeler sonucunda ceza almadı. Eğer kanunlar veya halk nezdinde suç, ayıp, günah teşkil edecek bir şey olsaydı, bu binlerce yerden, hiç değilse birkaçında bunları bulmak elbette zor olmazdı. Her şey milletimizin ve devletimizin organlarının gözleri önündedir. İşte bundandır ki halkımız bu yüzlerce eğitim kurumuna güveninde en ufak bir tereddüde düşmemiştir. Bunun en çarpıcı delili; özel olması itibariyle paralı olan bu kurumlara çocuklarını vermeye devam etmeleri, bu kurumların da başarılı eğitimlerini tam kapasite ile, dolu sınıflarla sürdürmeleridir. Aksi halde, bu linç kampanyasından sonra, bu kurumların devam etmeleri imkansız olurdu. Diğer taraftan bazı Tv, gazete veya kamuoyu araştırma kuruluşlarının yaptıkları anketlerden çıkan sonuçların hepsinde, F. Gülen'in saygıdeğer, samimi, fedakâr, çok faydalı hizmetlere vesile olmuş bir ilim ve din adamı olduğu neticesi çıktığını kamuoyu izlemektedir. Hayatını vatan, millet ve devletine hizmete adayan, yasal olmayan hiçbir tarafa adım atmayan bu zat, ayrıca kırk beş bilim ve düşünce ürünü kitap, beş yüz kadar sesli yayın, konferans ve vaaz sahibidir. Kendisini sadece Türkiye değil, İslam dünyası, bütün Türk dünyası, hatta daha geniş bir insanlık kesimi tanımaktadır. 65 yaşına gelen bu zatın, milli ve uluslararası ödüllere aday gösterilmesi gerekirken, ona eziyet edenler hem Türklük, hem adalet, hem Müslümanlık, hem de insanlık adına ne müthiş bir zulüm işlediklerinin lütfen farkına varsınlar. O zaten Türk milletine mal olmuştur. Ama onlar, kendilerini tarihin ve gelecek nesillerin kınamalarından kurtarmak için böyle yapmalıdırlar. F. Gülen, aleyhindeki bir avuç kimsenin asılsız isnatlarından dolayı kimseden af dileme durumunda değildir. Ben de onun affedilmesi veya itibarının iadesi için yazmıyorum. Fakat ülkemiz ve insanlık için bu kadar büyük hizmetlerde bulunmuş bu zat aleyhindeki iftiralara kanarak haksızlıkta bulunanları, kendilerini temize çıkarmak için, kendilerine iyilik etmeleri için, onun hakkında insaflı olmaya çağırıyorum. N. Hikmet'e, birtakım zorlamalarla sahip çıkanların, hiç zorlanmadan sahip çıkabilecekleri bu zatı anlamaya çalışmalarını, bunu yapmıyorlarsa, hiç değilse ona karşı haksızlık etmemeleri gerektiğini hatırlatmak istiyorum. Ölmüş olan N. Hikmet'in şahsına, artık bu sahiplenmenin gerçek bir faydası olamaz. Fakat şu anda, çeşitli hastalıklarla bitkin ve gurbette ıstırap çeken F. Gülen hocaefendinin, kendisine haksızlık edenlerin insafa gelmeleri halinde, memnun olacağını biliyorum. Kendi faydası için değil, onlar adına sevineceğini düşünüyorum. F. Gülen gibi olumlu, her türlü insan ile diyalog gerçekleştiren biri hakkında bu davranışı göstermeyenlerin; demokrasi, insan hakları, özgürlük, samimiyet ve dürüstlükten bahs etmeye hakları olamaz. Otuz sekiz yıldan beri yakından tanıdığım bu değerli arkadaşımdan bahseden bu yazıyı yazarken, onun fikrini alma imkanım bulunmuyor. Belki bulsaydım bile görüşüne müracaat etmezdim. Zira onun tevazu ve istiğnası, kendisi hakkında bir şeyler yazılmasına razı olmazdı. Öte yandan, bu durumda, ben de kendimi yazarken hür ve vicdanımla baş başa hissedemezdim. Gerçi kendisi ile ilgili hassas yönler kadar, devlet organlarıyla ve N. Hikmet meselesi ile ilgili hassasiyetler de beni yazarken tereddüde sevk etmedi değil. Ama, ona uzak olanlar bir yana, derece derece yakından tanıyan binlerce dosttan bile, gerçekleri dile getiren seslerin pek çıkmadığı bir ortamda, gelecek nesillerin kınamalarından kendimi bir nebze kurtarmak için, bu ülkenin bir mensubu ve olup bitenlerin bir tanığı olarak, kendimi yazmaya mecbur gördüğüm için yazdım.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2025 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.