Bir Nağme Daha Vardı O Teypte
Gençlik yıllarımızda teyplerimizden yükselen, Kur'an nağmeleri değildi sadece.. Yükselen bir nağme daha vardı.. İnleyen bir nağme.. O sesi dinlerken gözler dolar, yürekler titrer, kalbler ürperirdi.
Daha çok akşamları dinlerdik gönüllerimize nakış nakış hakikat işleyen o nağmeyi.. Kapağı kırık bir teybin etrafında toplanır, çok defa ışıkları kapatır ve loş ışık altında o sesi yüreklerimize çekmeye, hayalen o camilere gitmeye çalışırdık..
İzmir Bornova'daki Çarşı Camii ana duraktı.. İman esaslarının çoğu orada anlatıldı bir bir.. Belli bir sistematik içinde oldu bunların hepsi.. Namaz gibi pek çok hayati mesele de orada anlatılmıştı.. Bornova'dan yola çıkar, Manisa Muradiye'ye uğrardık.. Kırkağaç vaazı da "vaazlar" içinde önemli bir yere sahipti.. Sonra Edremit'e geçerdik.. Gündüz vaazlarını gece dersleri takip etmişti orada.. Turgutlu'ya bir selam verir, Salihli'de soluklanırdık.. Salihli vaazının insanı haşyete sevk eden atmosferinde uzun süre ârâm ederdik.. Demirci, Uşak, Denizli, Afyon.. derken bütün Anadolu'yu dolaşırdık.
Yozgat'ta, Kahramanmaraş'ta, Çorum'da ve Anadolu'nun hemen her köşesinde iman hakikatlerinin gürül gürül ifade edilişine şahit olurduk.. "Terk ettiniz Kur'an'ı!" sitemini içimize gömer, "Hey gidi günler!" serzenişine muhatap olurduk.. "Müeyyidat" serisiyle kendimize gelir, "Soru-cevaplar"da tereddütlerimizi giderirdik.. Konferanslar, marifet ufkumuza yeni kapılar açar, heyecanlarımızı coştururdu.
Vaazlar bizi "Asr-ı saadet"e götürürdü.. Sahabe'yi öyle tanıdık.. Vaazlar bizi Allah Resûlü'ne aşık etti.. "Hane-i saadet"in tarifsiz iklimini o kasetler yaşattı kırılgan yüreklerimize.. Annesinin bir tanesi Mus'ab'ın hikayesini tekrar tekrar dinledik.. Hepimiz bir Mus'ab olma hayalindeydik.. "Dava" uğruna neleri terk ettiğini, Medine'ye hicretini, birkaç sene sonra yetmiş insanı arkasına takıp Kainatın Güneşi'ne dönüşünü dinledik hep ilk günkü heyecanla.. Uhud'da akşama kadar Efendimiz'in önünde savaşıp kütükteki et gibi doğrandığını, Mekke'nin en zenginlerinden olan Mus'ab'ın elbisesinin kefen olmaya yetmediğini hüzün, heyecan ve gıptayla anlattık birbirimize.
"Ebû Akîl destanı" vardı dillerde.. "Yâle'l-Ensâr! Kerraten ke kerrate Huneyn!" nidası cami duvarlarından evlerimize kadar gelirdi.. Hemen yerimizden kalkmak, durmadan koşmak ve koşarken çatlamak isterdik.. Enes b. Nadr anlatılırdı başka hiçbir yerde duyamayacağımız güzellikte.. Şehitliği nasıl arzuladığını, sonunda ancak parmaklarının ucundan tanınabilecek şekilde lime lime doğrandığını ilk kasetlerden öğrendik.. Gusül almaya fırsat bulamadığı için melekler tarafından yıkanan şehidi de böyle öğrenmiştik.. Hazreti Cüleybib'i, Ammar'ı, Bilal'i, Cafer'i, Halid'i, Şehitlerin efendisi Hz. Hamza'yı, şeytanın kendisinden kaçtığı Hz. Ömer'i, Sıddîkiyetin kahramanı Hz. Ebû Bekir'i, hayâ abidesi Hz. Osman'ı, Allah'ın aslanı Hz. Ali'yi, "Zevce"nin ne demek olduğunu kadınlık âlemine öğreten Hz. Hatice'yi, evlatların en nasiplisi Hz. Fatıma'yı ve daha nicelerini başka nasıl öğrenirdik.
İslam'a bin yıl bayraktarlık yapan bir milletin torunları olduğumuzu hissettirdi bize o vaazlar.. Oradan duyduk "dava"nın "dünya"ya satılmayacağını.. Hedefin sadece Allah rızası olduğunu.. Kulluktan daha yüce bir paye bulunmadığını.. "Kulum!" hitabına mazhariyetin ne büyük mükafat olduğunu.. Teypten yükselen o nağme, bir anil-merkez güç gibi harekete geçirdi çoğumuzu.. Anlatılanlar can oldu bize, fer oldu dizlerimize, kan oldu damarlarımıza.. "İnsan"ı öğrendik bu sayede ve insanın Hak katındaki değerini.. "Şefkat" oldu şiarımız, "sevgi" oldu rehberimiz, "kin ve nefret" oldu tek düşmanımız.
Yarım asırdır teyplerimizden, videolarımızdan, ekranlarımızdan gönüllerimize akan o nağme hiç susmadı.. Şimdilerde hemen her gün, yüreklerimizin "Bamteli"ne dokunmaya devam ediyor.. Bize de o nağmeden hiç mahrum kalmamak, huzurda diz çöküp gönül testimizi o tatlı su kaynağından doldurmak düşüyor.
- tarihinde hazırlandı.