Belki Büyüyünce...

Gazeteden telefon edip dikkatimi çekmeseler ömrü billâh haberim olmayabilirdi. Fotoğrafımın eşlik ettiği değinmeyi okuyunca benden daha önce de bahsettiklerini anladım, onu kaçırmışım. Epeydir Aydınlık okumuyorum çünkü.

Aydınlık belli dönemlerde mutlaka izlenmesi gereken bir yayın. 12 Eylül öncesinde, ülkenin nereye gittiğini öğrenmek isteyenlerin o zamanlar günlük çıkan Aydınlık'ı gözardı etmesi düşünülemezdi. Aynı durum, 28 Şubat süreci öncesi ve hemen sonrasında da yaşandı; gazeteyi çıkartanlar, o dönemde, "Genelkurmay kaynaklı" dedikleri belgeler yayımladılar.

Aydınlık'ın ilginç ve önemli yayınları sonra birdenbire kesildi. Bir ilgisi var mıdır, bilmem; ama, ilginçliğin sona ermesi, üsteğmenken, Doğu Perinçek ve arkadaşlarıyla birlikte, 12 Mart sonrası Türkiye İhtilâlci Köylü Partisi (TİKP) dâvâsında yargılanmış Kurmay Albay Hüsnü Dağ'ın Genelkurmay genel sekreterliğindeki görevinden ayrılmasından sonraya denk düşüyor... Doğu Perinçek de cezaevine girdi zaten. 12 Eylül öncesinde, bilgi ve belgeleri, Aydınlık'a, gazeteci Ünal İnanç sağlamıştı.

Belirli dönemler dışında Aydınlık okumamamın sebebi basit: Destek kesilip kendi hallerine kaldıklarında, Aydınlıkçılar, habere kanat takıp uçuruyorlar... Yıllar önce, birkaç sayı üst üste, benden söz etmişlerdi; ilişkilendirdikleri yabancıları tanımak bir yana adamların adlarını bile duymamıştım. Ben de oturdum, o yazıları imzasıyla yazan kişi ile o sırada 'milliyetçi' çizgide yayın yapan bir devlet dergisinin aynı ad ve soyadını taşıyan yazı işleri müdürü arasında bağ kurdum. "Devlete milliyetçi dergi çıkaran kişi Aydınlık'ta yazıyor gibi" bir takılmaydı. 28 Şubat öncesine kadar Aydınlık okumadım bir daha.

Şu sıralarda da okumuyorum. Okumadığım için eksikliğini hissettiğim tek yazar Yalçın Küçük; onun yazılarını da bir hafta gecikmeyle "Haftaya Bakış" dergisinde buluyorum.

Son sayısında benimle ilgili yazılanlar evlere şenlik. Beni bir cepheye mal ediyor ve bunun adını 'Şer cephesi' koyuyor; sonra kurduğu bu cepheye "Hedefleri, içsavaş tehdidiyle orduyu bölmek" dediği bir de hedef tayin ediyor... Meğer daha önceki bir sayılarında nereden yönlendirildiğimi de 'açığa çıkarmış' Aydınlık, son sayıda öyle yazıyor. "Yeni Şafak'ta gizli toplantı" başlıklı o yazıda, benim Bülent Orakoğlu ve Hanefi Avcı ile sık sık biraraya geldiğimi yazmış. Şöyle demiş: "İkisi de Emniyet istihbaratçısı olan Avcı ve Orakoğlu, Deniz Kuvvetleri Komutanlığındaki casusluk skandalı nedeniyle yargılanmışlardı. Aydınlık'ın haberinde Yeni Şafak gazetesinde gerçekleştirilen toplantıların sonuncusunun 23 Haziran'da gerçekleştirildiği, konunun da Fethullah Gülen operasyonu olduğu belirtilmişti."

İşte ben bu sebepten Aydınlık gazetesi okumuyorum.

Benim gibi alengirli konularda yazan bir kişinin Bülent Orakoğlu ve Hanefi Avcı gibi kamuoyu önündeki istihbaratçılarla görüşmesinden doğal bir şey olamaz. Ankara'da gazetecilik yapan çok kişi, istihbarat elemanlarıyla periyodik buluşmalarıyla övünüyorlar bugün. Bazısı için, devletin istihbarat birimleri, ikinci adres yerine geçiyor. Bu türden meslektaşlar arasında, kendi sütunlarında, "Hangi köşeye uğrasam bir MİTçi ile karşılaşıyorum" diye yazanlar da çıktı. Bugün, ben de, bir çok yazarı, istihbarat birimi içinde temasta olduğu fraksiyonun ülkedeki gelişmelerle ilgili görüşlerini öğrenmek için okuyorum.

Aydınlıkçılar'ı hayal kırıklığına uğratacağımı bile bile itiraf ediyorum: O tür yazarlardan değilim ben... Temasta olduğum, ya da benimle temas kurarak bilgi sağlayan hiçbir istihbaratçı tanıdığım yok. Bir günden bir güne telefon açıp da, "Yahu, şu işe ne diyorsunuz?" sorusunu yöneltmek için aradığım tek bir istihbaratçı olmadı. İstihbaratçılar da benim dolaştığım yerlerde veya geçtiğim köşelerde bulunmuyorlar herhalde, rastlaşmıyoruz...

Hanefi Avcı'yla hayatımda ilk (ve son) kez Yeni Şafak'ta, -benim için tesadüfen-, Ankara temsilcimiz Mustafa Karaalioğlu'nun odasında karşılaştım. Oturduk sohbet ettik ve karpuz yedik. Konuştuğumuz konu Fethullah Gülen ile ilgili rapor değildi; Genelkurmay'ın 'uydurma' dediği rapor belki henüz yayımlanmamıştı bile. Daha sık görsem Hanefi Avcı'nın bilgi ve tahlillerinden yararlanmam mümkün olabilir eminim; ama o görüşmede, ilk kez karşılaşan iki kişinin tutukluğunu yaşadık. Ne o günden önce ne de sonra Hanefi Avcı ile görüşmüş değilim. Bülent Orakoğlu ile ise bir araya gelip konuşmuşluğum hiç olmadı.

Uzun lâfın kısası, Aydınlık, herhalde Avcı'yı izleyen minik kuş aracılığıyla, tesadüfî karşılaşmayı haber alınca hemen bir senaryo yazıvermiş. Beni, Bülent Orakoğlu ve Hanefi Avcı gibi devletin iki istihbarat elemanıyla bir cephede buluşturup orduyu bölme amaçlı bir komplonun içine sokuvermiş... Uyduruk hedef de kurduğu kâğıttan cephe gibi çürük elbette... Kendilerini okumadığımı da biliyor olmalılar ki, Aydınlıkçılar, bu defa, her zamankinden daha yüksekten uçuvermişler...

Biraz daha büyüyünce, Aydınlık'ın bende vehmettiği türden, istihbaratçıların dosya ulaştırdığı, devlet içinde çarpışanların sütunundan hesaplaştıkları, uçanla kaçanın kurtulamadığı bir 'gazeteci' olabilirim belki; ama bugün tek güvendiğim kendi alınterim ve beynimin gri hücrelerinden ibaret.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2025 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.