Güzel Bir Sanatçı Daha Gitti...

Cem Karaca'nın Köln dışındaki evine giderken nasıl bir peşin fikre sahip olmalıyım ki, görüşme mekânıyla ilgili belleğimde tek bir izlenim kazılı: Mütevazı... Ülkesinden sekiz yıl uzak kalmış sanatçının o güçlü sesiyle ilettiği feryat 16 Haziran 1987 tarihli Zaman gazetesinin manşetinde: "Vatanıma dönmek istiyorum..."

Kendime ait ıvır zıvırı bir kenara koyanlardan değilim, ama yıllar önce gerçekleştirdiğim o Cem Karaca röportajının orijinal çalışmasını dosya halinde bugüne kadar saklamışım. Bunun sebebi var: O röportaj, Cem Karaca'nın birkaç ay sonra Türkiye'ye dönüşünün önemli kilometre taşlarından biriydi. Onun da bunu böyle değerlendirdiğini, konunun tartışıldığı televizyon programlarında benim tanıklığıma başvurulmasını istemesinden biliyorum.

Başına gelen, tipik bir olağanüstü dönem tezgâhıydı. Cem Karaca 'sol protest müzik' denildiğinde akla ilk gelen nitelikli isim oldu çok uzun yıllar; bu sebeple 'solu ezme' iddialı 12 Eylül askerî müdahalesinin onu hedef almasında şaşılacak bir yön yok. Ancak, bir sanatçının başına müziğiyle dert açmak o kadar kolay değil. Darbenin hemen sonrasında Almanya'ya giden ve orada yaşamaya başlayan Cem Karaca'nın vatandaşlığı elinden ince bir tezgâhla alındı.

Zaman röportajında var: 1979 yılı 1 Mayıs etkinliğine ait bir fotoğrafını, Hafta Sonu gazetesi, sanki 1981 yılında Almanya'daki 'Türkiye karşıtı' bir mitingte çekilmiş gibi sunmuştu; aynı karede yer alan Selda Bağcan, hokus-pokusu ispatlayarak mahkemede beraat ettiği halde, Cem Karaca'ya "Geri dön" çağrısı çıkartılmış, turneleri sebebiyle dönmediğinde vatandaşlıktan ihraç işlemine tâbi tutulmuştu. Köln'de görüştüğümüzde vatan hasretiyle içi yanıyordu büyük müzisyenin...

Eşinin açıkladığı "Beni alkışlarla değil tekbirlerle kaldırın" vasiyeti pek çoklarını şaşırtmış olabilir; hiç şaşırmayanların başında ben geliyorum. O görüşmemiz sırasında, "Yanlış anlaşılır, yayınlamayalım" mutabakatına vardığımız özel konulara da girmiştik. Karşımda 'inançla bilenmiş' bir sanatçı bulmuştum. Gurbette yaşadığı yıllarda karşılaştığı olaylar, 'dost' bildiklerinin yapıp ettikleri onu kendisini sorgulamaya itmişti. "Ben geçmişte de sol değilmişim" diyordu bana ve müziğine yansıyan isyanın sömürüye karşı olduğunu belirtiyordu. "Dadaloğlu ne kadar solda ise ben de o kadar solum" dediğini hatırlıyorum...

Kendini sorgulama sürecinde mâneviyatla tanıştığı da belliydi. Türkiye'ye döndükten sonra kurup sürdürdüğü ilişkilere dikkatle bakılsın, kendisine 'ikinci bir dünya' seçtiği o kadar bellidir ki... Fethullah Gülen Hocaefendi'nin 'hoşgörü' halkası içerisinde yer aldığı, o çevre tarafından ne zaman çağrılsa koştuğu açıkça görülüyor. Köln'de bana da "Hoşgörü her şeyin başı" demişti...

Babası Mehmet Karaca, Cem henüz çok küçükken, onu alıp bir câmiye götürmüş... Orada yaşadığı bir olayın onu ibadethanelerden soğuttuğunu anlatırken çok samimiydi. Ham yobaz tipli biri, yeni alçıdan çıkmış kırık bacağını gerektiği gibi kıvıramayan çocuk Cem'i, namaz kılmaya çalışırken arkasından bastırıvermiş... Şu cümleyi olayı anlattıktan sonra sarf etmişti: "O acıyla çıkardığım sesten ürküp kaçtı adam, ama ben de bir daha câmiye adım atmadım..."

Mehmet Bey, kendisi gibi tiyatro sanatçısı olan Toto Hanım'la evlenmiş, Cem o evlilikten doğmuştu. Kadrosunda Celal Sururi ve Muzaffer Hepgüler gibi dönemin çok ünlü oyuncularının da bulunduğu 'İstanbul Tiyatrosu' İzmir'e her geldiğinde, bütün oyunlarını seyre koştuğumu hatırlıyorum. O dönemde artık yaşlılık sınırına gelmiş olan Toto Karaca kadronun en gülünen tiplerindendi. Tiyatro sanatçısı anne-babadan müzisyen bir evlât çıkması da doğal, o müzisyen evlâdın sahne hâkimiyetiyle benzerlerinden ayrılması da...

Yine İzmir'den hatırlıyorum: O yıllarda, müzikseverler ideolojilerine göre sevgilerini ikiye bölmüşlerdi; 'sağcı' bilinenler Barış Manço'yu, 'solcu' olanlar da Cem Karaca'yı severlerdi... Barış Manço'nun giysilerinden başlayarak sağa hoş gelen bir edası vardı; müziği de sağ tribüne hitap eder gibiydi. Cem Karaca ise, tok sesiyle "İşçisin sen işçi kal" şarkısı söyleyen, 'Parka'ya övgüler sunan, Nazım Hikmet şiirlerine besteler yazan 'sol' şarkıcı. Ben, solcu değildim, ama kendisine de itiraf ettiğim gibi, 'astsolist' bilinen şarkıcılarından bile sonra sahneye çıkan Cem Karaca'nın konserlerini hiç kaçırmazdım.

Yıllar sonra, Cem Karaca ile Barış Manço bizleri birleştiren iki sanatçı olarak ülkenin önüne çıktılar; herkes, ikisinin ortak noktalarını keşfedip şarkılarından zevk almaya başladı. Beraber birkaç televizyon programına çıktıklarını da hatırlıyorum.

Dinî konulara da girilen son röportajlarından birinde, "Ezanın Türkçe okunmasına ne diyorsunuz?" sorusuna olumsuz cevap verirken şunları da söylemişti Cem Karaca: "Bir kere, sabah ezanının hele güzel okunduğu takdirdeki güzelliği Türkçe okunduğunda aynı huşu hissini insanlara verecek mi, vermeyecek mi? Sabah ezanları bana özellikle çok dokunur. Sabaha doğru Beyoğlu'dan dönerken, kafalar hafif kıyak, orada şöyle bir ezan okunuyor ki, insan bir iç hesaplaşmaya giriyor."

Cem Karaca kendi iç hesaplaşmasını sürekli yapan bir sanatçıydı. İnançlıydı. Allah rahmet eylesin.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.