İftarlar

Başbakanlık Konutu'nu elden geçirdiklerini duymuştum, önceki aksam gözümle gördüm: Büyük duvarların tümünü türbe yeşiline boyamışlar... Tansu Çiller'den iki Avrasya gemisi boyu uzakta oturur, etrafındaki 'şanslı' meslekdaşlarla neler konuşup nelere güldüğüne dair tahminler geliştirirken, en az iki kulaç ötemdeki, bu gece benden daha 'şanssız' Yavuz Donat'a, dikkatini bağırarak çekmeye çalışırken, "Burayı yeni sahibine göre hazırlamışlar bile" demekten kendimi alamadım...

Bu akıl kiminse tebrik etmek gerekir... Başbakan'ın Ankara Basını'na verdiği iftarda oturma düzenini bizlere kur'a ile tespit ettirdiler, DYP'lilere ise kur'a siz... Bir kupaya el daldırıp oturacağımız yerleri kendimiz seçtik. Masaya geldiğimizde, bir kaçımız dışında hepimizin evsahibinin çok uzağında kaldığı anlaşıldı. En stratejik yerler, Tansu Hanım'ın bıkasıya sıklıkta gördüğü, lideri dinlemekten içleri bayılan kur'asız partililere ayrılmıştı. Kendileri sohbet edip anlatılanlara güldüler, biz de uzakta, "Hiç değilse bir kaç arkadaşımız ne olup bittiğini görüp duyuyor, yarin gazetelerinde okuruz" temennisiyle yetinmek zorunda kaldık...

Bilginiz olsun diye kaydedeyim: Ben hiç değilse Başbakan Çiller ile ayni kocaman masadaydım; bizi ancak dürbünle seyredebilecek uzaklıktaki başka bir masada oturan meslekdaslar da vardı... Etrafa bakınca, "Tıpkı Hz. Isa ile havarilerinin son yemeğine benziyor" diye geçirdim içimden... Konut'a taşınma havası sinmiş; duvardaki koca tablonun gözü rahatsız edecek kadar yılıklığı o sebepten olmalıydı...

Şimdi bunları yazarken, bir kaç Ramazan'dır sayıları artan, bu arada kendi muhaliflerini de ortaya çıkartan toplu iftarların dayattığı bir gerçeği gözardı ediyor değilim. O gerçek su: Mükemmel iftar yoktur... Şöyle de söylenebilir: Birinin mükemmel iftarı, bir başkasının ızdırabı olabilir... Konut'taki de öyle oldu, dâvetli basın mensuplarından 'şanslı' bir kaçı dışındakiler için sıkıntılı geçti... Sanıyorum, bir aksam önce, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nın Ankara/Hilton'da verdiği büyük iftarda da, çeşitli sebeplerle rahatsızlık duyanlar olmuştur... Konut'un 'şanslı' gazetecilerinden ikisi, Fatih Çekirge ile Yavuz Onursal, Vakıf iftarına gelip kalabalıktan ve ilgisizlikten ayakta kalınca, soluğu dışarıda almışlar...

Hilton Oteli'nde Ramazan boyu her gece toplu iftarlar verilir, bazısına ilgim sebebiyle ben de giderim. Yıllardan beri. Ancak, önceki aksam ki iftarın bir benzerine daha önce rastladığımı hiç hatırlamıyorum. Garsonlar, sandalyeler arasında zoru zoruna yol buldukları 400 kişilik balo salonunda 900 kişiye servis yaparak kendi alanlarında bir rekor da kırmış oldular... Hükümetin iki bakanı, karşılayıcılar tanımadığı için, yandaki bir başka salona alınmışlar... İftara, toplam 1200 kişinin katıldığı hesap ediliyor...

Hükümet kuruluşu, politikacıların kendilerini 'bağlı' hissettikleri dönemlerdir, herkes bir yerlerde kulistedir çünkü... O aksam liderlerin herbirinin önceden bir takıntısı vardı, öndegelen politikacıların da... Buna rağmen, hükümetin yarıdan fazlası, RP, DYP ve ANAP gruplarının bütününe yakını Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nın iftarındaydılar... İşadamları, medya dünyasının yıldızları, sanatçılar, devlet erkânı, üst düzey bürokrasi de gelmişti... Başkalarının şikâyet konusu ettiği herkesin önlerde yer bulamamasını, ben, iftar esprisine çok uygun buldum... Biraz gecikmeyle gelen, bulduğu yerde, tesadüfen o masada oturan kişilerle iftar açtı... Ben bir masa arkasında oturduğum için gördüm: Az kalsın, gecenin 'şeref misafiri' Fethullah Gülen Hocaefendi ve birlikte gelenlere ayrılan son sandalye de, onlar içeri girmeden işgal edilecekti...

O akşamın en büyük başarısı o kadar insani toplamak, salona sığdırmak, saatlerce kımıldamadan oturtmak değildi bence; esas başarı, her eğilimden ve her partiden insani, hiç yüksünmeden, protokol kaygısı duymadıkları bir düzende aynı çatı altında toplayabilmekti... Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı, Türkiye gerçeği içinde, 'hoşgörü' sözcüğü kullanıldığında ilk akla gelen kurum oluyor... Bu çok güzel...

Vakıf iftarında yapılan konuşmalarla Konut'ta dinlediğimiz konuşma arasında da fark vardı. Birincisinde, her konuşan içinden geçeni çok samimi cümlelerle ifade etti; ötekinde Tansu Hanım'ın söylediklerinden neyi anlatmak istediğini biz çıkartmaya çabaladık... Biri gönüle, diğeri zihne hitap ediyordu; birinde ruhumuz açıldı, diğerinde zihnimiz fazla mesai yapmak zorunda kaldı...

Tansu Çiller,15 gün yürüttüğü hükümeti kurma görevini bir kaç saat önce iade etmişti. Temasları sonuç vermemiş bir politikacı olarak, beklenen, tıkanıklığın nasıl açılacağı yolundaki görüşleriydi. Oysa, Çiller, zaten gördüğümüz 'kilitlenme' durumunu bir kez daha pekiştirdi iftardaki konuşmasında. "Mesut Yılmaz'ın lideri olduğu ANAP'ın önünde iki seçenek var; hükümeti ya ANAP ile ya da RP ile kurabilir." dediğinde, aklım, Çiller'in kendisini tek seçeneğe mahkum ettiğine takıldı... "Bu kadar kimin üstüne gidilse yıllar" diye geçirdim içimden...DYP, böyle bastırarak, ANAP'ı gönül yorgunu konumuna düşürüyor...

O gecenin sahurunda beraber olduğumuz bir grup dosta, Konut'ta tanık olduğum manzarayı söyle özetledim: "Tıpkı,CHP'nin hükümeti bozmasından sonra azınlık hükümeti formülünü sonuna kadar deneyip reddedildiği 15 Kasım günkü duruma benziyor. Tansu Hanım kimsenin yapacağını ummadığı bir girişimi başlatabilir... O pazar, bir daha asla biraraya gelemeyecekleri sanılan CHP ile yeniden ortaklık surecine girmişti... Bu kez, baştan beri reddettiği bir seçeneği hayata geçirmenin yollarını arayabilir..." Kafalarını salladılar, ama yüz ifadelerinden bana inanmadıklarını anladım...

Peki o halde, Tansu Çiller, başbakanlıktan uzaklaştığı akşam, yakında terkedeciğini bildiği Konutta neden o kadar neşeliydi?

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2025 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.