Mustafa Birlik Ağabey

Kemal Fedai Coşkuner'in başkanlığını yaptığı Türk Ocağı'na gider gelirdik. Bizi, imam-hatip okulunun üst sınıflarından merhum İhsan Emci götürürdü. Yolda bazı gruplarla karşılaşırdık. İhsan ağabey bunların Risale-i Nur talebesi olduklarını söyler, onlardan sitayişle bahsederdi. 1963 senesinde Kestanepazarı İmam-Hatip Yurdu'na Yahya Alkın girdi. O, okulumuzda bizim tanıdığımız tek Risale-i Nur talebesiydi. Onun vesilesiyle Mustafa Birlik, Mehmet Uslu ve Hüseyin Çağdır ağabeylerle tanıştık... Sonra Patlıcanlı Yokuşu'ndaki evlerinde bazı akşamları yapılan sohbetlere katılmaya başladık. Sık sık bu sohbetlere Ahmet Feyzi Kul ağabey de gelir, çok güzel izahlar yapar, sohbete ayrı bir derinlik katardı...

Mustafa Birlik, 1954 yılında Üstad Bediüzzaman Said Nursi ile tanışarak talebeliğe başladı. O yıllardan itibaren dine hizmet eden ve hayırlı nesillerin yetiştirilmesinde öncü olan Birlik, 6 sene önce geçirdiği by-pass ameliyatından sonra şeker hastalığı sebebiyle uzun zamandır tedavi görüyordu. İki gün önce İzmir Hatay'daki evinde kalp yetmezliğinden vefat etti.

O zaman, İhlas, Zülfikar, Bediülbeyan isimlerinde gazeteler de çıkartırlardı. Yani bunların çıkmasıyla kapatılması bir olurdu. Onun için ayrı ayrı isimler kullanıyorlardı. Ahmet Feyzi ağabeyle, onun köylü dediği Mustafa Birlik ağabey çok cesur yazılar yazarlardı. Bir seferinde Doğu Menzil Komutanı "Yeşil Komünist Nurcular'a Rusya'dan para geliyor." diye bir iftirada bulunmuştu. Onun bu beyanatına "Paşa mısın, yoksa maşa mısın?" mealinde çok ağır birer yazı yazmışlardı. Böyle olunca 'Türk ordusuna hakaret'ten mahkemeye verilmişlerdi. Onlar da müdafaalarında yazdıkları yazılarda Türk ordusunu yücelttiklerini, ama sadece kendilerine hakaret eden bu şahsa cevap vermek istediklerini ifade etmişlerdi. Ayrıca bu şahsı da kendilerine hakaret ettiği için mahkemeye vermişlerdi.

Hakim, "Onun hakareti Nurculara, ben sizin Nurcu olduğunuzu nereden bileyim; bana kendinizin Nurcu olduğunuzu ispat edebilir misiniz?" deyince, onlar Emniyet kayıtlarından belgeler getirmiş, hatta Ahmet Feyzi ağabey köylerinin muhtarını da hakim huzuruna çıkarmıştır. O da ifadesinde "Hakim bey, bunların Nurcu olduğunu koca Ege ovası biliyor, siz nasıl bilmezsiniz!.." diyerek, orada bulunanları güldürmüştü.

Mustafa ağabey, cesur ve atılgan bir insandı... Ta 1960'lı yılların başında, Risale-i Nur'dan bazı parçaları tercüme ettirip Amerika'da bastırmış ve Türkiye'ye getirtmişti. Hatta bir tanesini de o zaman Amerikan başkanı olan J. Kennedy'ye göndermişti. Fakat daha kitap İzmir Postanesi'nde iken Birinci Şube'ye ihbar edilmiş, İzmir Emniyeti'nin Siyasi Şube görevlileri kendisini emniyete celbetmişler "Bu kitabı sen mi gönderiyorsun?" demişlerdi. O da "Evet" deyince, "Hangi matbaada bastırdın?" diye sormuşlardı. Niyetleri matbaayı basıp kitapları imha etmekti. O "Amerika'da bastırdım" deyince inanmamışlardı. Mustafa Ağabey yanındaki belgeleri gösterince "Vayy! Adama bak!..." demişlerdi. Sonra da "Peki niye gönderiyorsun?" diye sormuşlar. O da "Amerikan başkanı okusun da Müslüman olsun diye gönderiyorum." demiş. Ama onlar "Bulamadın mı gönderecek başka kitap?" diye sorunca da "İsterseniz siz de gönderin. Ben sizin göndereceğiniz kitaplara karışmam ama siz niye benim gönderdiklerime karışıyorsunuz?" diye cevap vermişti. Tabii o tarihlerde Nazilli'de karakolda işkence ile öldürülen Nur talebesi vardı. Onların karşısında böyle konuşmak büyük cesaretti...

Mustafa Ağabey'le ilgili bir hatırayı daha aktarmak istiyorum: Hacı Muammer arkadaşımız dedi ki: "Aydın Lisesi'nden mezun olup İzmir'e iktisat fakültesine geldim. Bir cuma günü Kemeraltı Camii'ne gitmiştim. Harun Reşit Tüylü Hocaefendi vaaz veriyordu. Çok güzel bir konuşma yaptı. Namazdan sonra Kur'an kursuna yardım için bir sergi açıldı. İnsanlar bir lira, elli kuruş atıyorlardı. Ben yirmi beş lira koydum. Bekledim. Eğer benim gibi 25 lira veren olsaydı, ben 30 yapacaktım. Baktım en fazla veren iki buçuk lira bırakmıştı. Yani benden fazla veren yoktu.

Fakültemizde evrim-devrim münakaşaları oluyordu. Benim kafam karıştı. O zaman İzmir müftüsü olan Ahmet Karakullukçu Hoca'mıza gidip "Bize yardımcı olun." dedim. O da beni Kestanepazarı'na havale etti: "Orada genç bir hocamız var; sizin gibi gençlerle ilgileniyor, sizin bütün sorularınıza cevap verir, müşküllerinizi halleder... Fethullah Hoca'mıza benim selamlarımla git, tanış." dedi. Gidip tanıştım...

"Hocamız o sene talebeleri, Buca-Kaynaklar köyüne yakın bir yerde tenezzühe çıkardı. Çadırlar, yataklar, mutfak eşyaları vardı. Ama yiyecek, aşçı hatta tüp bile yoktu. Baktım, kendi küçük çadırında Hocamız derin düşünceler içinde... Mustafa Birlik ve Mehmet Uslu ağabey'le beraber yanına vardık, niye üzgün olduğunu sorduk. Dedi ki: "Bu kadar talebeyi topladık, ama bunlara ne yedireceğiz?" Onlar ne kadar bir masraf gerektiğini sordular, "40 bin civarında olur", diye cevap verdi. Onlar hiç düşünmeden "Hocam sizin işiniz ders okutmak... O iş bize ait... Gerekirse dükkânı satarız." dediler. Bunları duyunca ben hayret ettim. Çünkü benim malî durumum onlardan daha iyi idi. Camide bir 25 lira verdim diye bir şey yaptığımı zannediyordum ama onların bu fedakârlıkları karşısında hem hayranlık duydum hem de fedakârlık konusunda bir ders ve ufuk almış oldum."

O zaman ben de orada öğrenci idim. Ama Allah, kimseye muhtaç etmedi. Fedakâr insanlarımız talebeleri hiç yiyeceksiz bırakmadılar...

Mustafa Birlik ağabey için ilk aklıma gelen bunlar. Onun vefat haberini Almanya'da aldım, ama bir görüşme için Danimarka'ya gitmek zorunda idim. Zaten bu yazıya havaalanında başladım. Şimdi uçakta bitiriyorum. Cenab-ı Hak'tan kendisine rahmet, yakınlarına en başta oğlu adaşım Abdullah'a sabr-ı cemiller diliyorum. Cenab-ı Hak hepimizi ebedi saadette birleştirsin. Amin.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2025 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.