Necdet Doğanata ağabeyimizin ardından

Merhum Necdet Doğanata Ağabey’i 1960’lı yılların başında tanıdım. Onlar Risale-i Nur talebeleriydi. Merhum Kemal Fedaî Coşkuner İzmir Türk Ocağı başkanı iken Altın Park’ta bir toplantı vardı ama tam bir saat geç başlamıştı. Yatılı öğrenciydik. Yurda geç dönüyorduk. Hatuniye Camii’nin yanında onlarla karşılaştık. Merhum İhsan Emci Ağabey, “Abdullah, bunlar var ya, söz verdikleri zaman randevularına bir saniye geç kalmazlar. Ben bunlara hayranım!..” dedi, “Kim bunlar?” diye sordum. “Risale-i Nur talebeleri” cevabını verdi.

İhsan Ağabey’le Risale dersine gitmeye karar verdik. Sabah sekizde İkiçeşmelik Yokuşu’nda bir eve gittik. Orası Necdet Doğanata Ağabey’in annesinin eviydi. Ama orada öğrendik ki, akşam sekizde gitmemiz gerekiyormuş. Yatılı öğrenci olduğumuz için oraya gitmek için izin almamız mümkün değildi. O günler için polis takibatına sebep olacak 163. madde vardı.

1933 doğumlu merhum Necdet Ağabey’imiz bir ömür boyu eğitim hizmetlerinin içinde oldu. İzmir Üniversitesi Mütevelli Heyet Başkanı olan Necdet Ağabey, İzmir Fatih Koleji’nin ta başından itibaren içinde hatta başında bulundu.

Daha sonra Agora’nın üst taraflarındaki Patlıcanlı Yokuş’ta merhum Mustafa Birlik ağabeylerin evlerine sohbetlere gitmeye başladım. Çoğu zaman merhum Ahmet Feyzi Ağabey sohbetlere katılırdı. Necdet Bey’in çok tatlı bir kitap okuyuşu vardı. O okur, Ahmet Feyzi Ağabey tane tane izah ederdi. Bazen de bizlere, “Ne anladın kardeşim?” diye sorardı. Eğer biz, bir iki şey söylersek “Maşaallah bu imam-hatipliler ne güzel anlıyorlar!..” diye bizi cesaretlendirirdi...

Kemeraltı Camii’ne yakın Avukatlık Bürosu’na da ara sıra uğrardım. İlk zamanlar İhlas, Bediülbeyan isimleri altında dergi şeklinde gazetelerde neşrediliyordu. Necdet Ağabey’in bürosunda gazetenin tashihatları yapılırdı. Zaten bu gazeteler uzun ömürlü olmazdı. Merhum Halim Amca, cami önlerinde reklamını ve satışını yapardı Ama birkaç gün sonra polis peşine düşer, “Risale-i Nur’dan parçalar var” gerekçesiyle mahkemeden toplatma ve kapatma kararları çıkartırlardı. Onlar da yeni bir isimle hemen yeni bir tane daha gazete çıkarırlardı.

Ama benim anlamadığım bir şey vardı: Kur’an kursunda okuduğum arkadaşlarım ortaokullara gitmişler, liseye geçince de evrimci-materyalist olmuşlardı. En yakınlarımdan birisi köyümüzde Kur’an okumuş, hatim indirmiş, ezan okumuş, ikamet getirmiş ama üniversiteye gelince bütün inançlarından sıyrılmıştı. Yan yana gelince devamlı münakaşa ediyorduk. Aramıza uçurumlar girmişti. Gelecek için İzmir’in sokakları hiç ümit vermiyordu. Cuma saatinde sinemaya kaçan arkadaşlarım vardı. Ege Üniversitesi’nin hâli beni cidden korkutuyordu. Bütün bunlara üzülüyordum, haftada bir sohbete gidiyordum ama orada geleceğe dair müthiş bir ümit vardı. Sanki yarın bütün dünya İslamiyet’i tanıyacak ve anlayacak gibi bir hava ile geleceğe bakıyorlardı. Bediüzzaman Hazretleri’nin “Şu istikbâl inkılabları içinde, en yüksek gür sada İslam’ın sadâsı olacaktır.” sözünü söylüyorlardı. Bu bir sözün ötesinde bir müjde gibi idi.

Bir sohbette, kafamdaki bu çelişkiyi sordum Necdet Ağabey, “Müthiş gelişmeler olacak ama sen bunu şimdi anlayamazsın kardeşim On beş sene sonra göreceksin ” dedi. “Şimdi anlasam olmuyor mu?” dedim. “Bak kardeşim, biz Kur’an’ın, bu asrı ve gelecek asırları tenvir eden hakiki tefsirini okuyoruz. Eğer anlayıp hazmedersek yani İslamiyet’i anlatıldığı gibi doğru ve ihlaslı olarak yaşarsak, bu yaşayışımız diğer insanlara da tesir eder. Böylece aritmetik değil geometrik bir büyüme ve gelişme olur. Yani bir iki olur. İki dört Dört sekiz Sekiz, on altı On altı otuz iki, otuz iki altmış dört, o da yüz yirmi sekiz olur ve böylece devam eder gider Sen şimdi bunu nasıl anlayacaksın ki? Şurada şu anda üç-beş insanı görüyorsun ve takılıp kalıyorsun.” dedi

O zaman için içimden “Nasıl olacak ki?” dedim. Ama zamanla yavaş yavaş inkişaflara şahit oldum. Bir dönem herkes birbirini tanırdı. Okullardaki öğrencileri bile tanırdım. Hatta bir zamanlar vakıf idareciliği yapan merhum emekli albay Cemaleddin Gürlek Ağabey, destek olunacak muhtaç öğrenciler için “Gel bakalım dokuz köyün muhtarı” der lâtife yapardı.

Ama on beş sene sonra bir gün Salihli tarafında otobüsle İzmir’e geliyordum, yanıma bir genç oturdu. Konuşmaya başladık. Tanışalım dedim. Bana “Ağabey ben sizi tanıyorum” dedi. Ben artık yenileri tanımıyordum!.. Necdet Ağabey’in dediği çıkmıştı...

Bundan birkaç sene önce İzmir’e gelince, sâbikun-ı evvelîn diyebileceğim “ilkler” ile bir araya geldik. Necdet Ağabey de vardı. Bu meseleyi anlattım. “Allah! Allah! Hiç hatırlamıyorum!” demişti. Mutlaka “intâk-ı bil-Hak”tı. Yani onu Cenab-ı Hak konuşturmuştu; kalbine bu sözleri ilham etmişti

Necdet Ağabey, birkaç sene Almanya’da kaldı. Sonra döndü. Kendisi, İzmir İmam-Hatip ve İlahiyata Talebe Yetiştirme Derneği’nin kurucularından Ali Rıza Güven Amca’mızın damadıydı. İmam-hatip talebeleri bizler, Ali Rıza Amca’yı bir baba gibi sever, sayardık. Bu bakımdan da Necdet Ağabey’le ayrı bir bağımız vardı.

Ayrıca İzmir Yüksek İslam Enstitüsü’nde hoca olarak derslerimize de girmişti. Hatta hiç unutmam, Kur’an-ı Kerimin ilmi-fennî meselelere işaretlerini anlatırken, gelecekte anlaşılacak fennî gelişmeleri açık açık değil de bir derece müphem, kapalı, ipuçları verircesine anlatmanın hikmetini izah etmiş ve ilim ve fenlerin gelişmediği dönemlerdeki insanları şaşırtmamak için böyle bir metot izlediğini söylemişti. Bir arkadaşımız “Peki öyleyse, Kur’an cennet ve cehennemle ilgili bilgileri açık açık anlatıyor. Onlar da gelecekte anlaşılacak değil mi? Niye onlar kapalı, bunlar açık?” diye sormuştu.

Verilen cevap da aynen Muhakemat ile İşârâtü’l-İ’caz tefsirindeki ifadeler ile idi: “Aralarında fark var Mesela Kur’an ilk muhataplarına bir damla suya bakınız, o suyun içinde Allah’ın yarattığı harikalardan onun büyüklüğüne delil getiriniz” demiş olsaydı. Mikroskop olmadığı için insanlar çıplak gözle bakıp bir şey göremeyecek, imkân dairesinde değil diye inkar edeceklerdi. Bu, gözleri önünde bir mesele. Ama cennet ve cehennem gözleri önünde değil. Zâhirî hislere taalluk etmiyor. Onlar imkân dairesindedir. Öyle ise onlara itikat ile itminan peyda etmek mümkündür. Onun için o gaybî uhrevî şeylerin hakkı, sarih ve açık biçimde ifade etmektir. Ama fennî keşfiyat eski insanlara göre imkan ve ihtimal dairesinden çıkıp muhal ve imkânsızlık derecesine girmiştir.”

1933 doğumlu muhterem Necdet Ağabey’imiz bir ömür boyu eğitim hizmetlerinin içinde oldu. İzmir Üniversitesi Mütevelli Heyet Başkanı olan Necdet Ağabey, İzmir Fatih Koleji’nin ta başından itibaren içinde hatta başında bulundu. Hacı Ali Rıza Güven ve Yaşar Tunagür Hocamız, kolej meselesine “İmam-hatiplere köyden gelen çocuklar daha çok kaydoluyor, okuyorlar. Müslüman zenginler göndermiyor veya çocukları gelmek istemiyor, kolejlere gidiyorlar. Sonra da babalarına ve babalarının muhafazakâr anlayışlarına yabancılaşıyorlar. Kolej açalım, dindar öğretmenlerle bulalım, onları yozlaşmaktan koruyalım.” düşüncesiyle el atmışlardı. Ama ilk dönemler yeteri kadar istedikleri öğretmenleri bulamadılar ama sonra pek çok öğretmen yetiştiği için sıkıntı olmadı...

İyi niyetle, güzel gayretlerle çok hayırlara vesile oldular.

Merhum Necdet Ağabey’imize Cenab-ı Hak’tan rahmetler diliyor, ailesine ve yakınlarına sabr-ı cemiller niyaz ediyorum. İnşallah nesiller boyu hafızalarda bir zikr-i cemil olarak kalır ve hayırla yâd edilirler

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2025 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.