Seçim ve değerler sisteminin yaptırım gücü
Herkes seçim sonuçlarının nasıl okunması gerektiği ile alakalı olarak değerlendirmeler kaleme alıyor. Ben de bir yazı ile bu kervana katılacak ve bu köşenin varlık sebebi olan fıkhî konulara geri döneceğim.
İnsanın medeniyet tasavvuru inançlarına ve kabullendiği değerler sistemine göre oluşur, şekillenir. Şöyle ki, aşağıdan yukarıya üçe bölünmüş bir piramit düşünün. En üstünde insanın inancı ve o inancın insana yap veya yapma şeklindeki emir ve yasaklarının mefhumundan çıkartılan ilkeler ve prensipler vardır. İnsan amelleri bu ilke ve prensiplerin ete kemiğe bürünmüş şeklidir ve piramidin ikinci bölümünü yani ortasını oluşturur. İmanının derecesine, seviyesine göre mesela namaz kılar veya kılmaz, hırsızlık yapar veya yapmaz, faiz alır veya almaz. Söz konusu ameller aynı zamanda insan kimliğini, şahsiyetini ve karakterini oluşturan en önemli unsurdur. Zira Müslüman kimlik Kur’an ayetleri ve peygamber buyrukları, ulema içtihadının üst sırada yer aldığı soyut ilkelerle değil, onların hayata yansıtıldığı somut amellerle belirlenir. Piramidin üçüncü ve en alt kısmında yer alan şey ise sözünü ettiğimiz amellerin cereyan ettiği ve edeceği sosyal, siyasal, kültürel, dinî zemindir. Medeniyet bu üçünün birlikteliği ile oluşur ve hayata geçer. Bu üçü arasındaki uyum veya uyumsuzluk medeniyetin adını, şeklini, rengini, desenini, mahiyetini belirler.
Efendimiz ve hulefa-i raşidin dönemi sözünü ettiğim uyumun zirve noktasında yaşandığı dönemdir. Zemin de ameller de ilkeler de birbirini desteklemiş ve karşımıza bugün bile övünerek söylediğimiz İslam medeniyeti zuhur etmiştir. Daha sonraki dönemlerde bu üçü arasındaki birlikteliğin aynı şekliyle devam ettiğini söylemek imkânsızdır.
İnsanın para ihtiyacı veya para kazanma hırsı onun amelini inancına rağmen yapmasını netice vermiştir.
Neden devam etmemiştir? İnsan fıtratı, zaafları, ihtiyaçları, zaruretleri devreye girmiş ve bunlar zaman zaman da olsa en alt zeminde hayatını devam ettiren insanların önce amellerine sonra da inançlarına etki etmiştir. “Faiz haram ama bu devirde başka çare yok” işte tam da bu anlattığımız hususa örnek verilebilecek bir tekerlemedir. İnsanın para ihtiyacı veya para kazanma hırsı onun amelini inancına rağmen yapmasını netice vermiştir. Kim bilir bazılarında olduğu gibi belli bir müddet sonra bu inanç kırılması onu “faiz de alışveriş gibidir” noktasına kadar götürecek ve ortada ne inanç ne de ona bağlı ilke ve prensip kalacaktır.
Yolsuzluklar veya kamu malından çalma üzerinden de misal verebilirim. “Kamu malından çalma 76 milyon yetimin hakkına hukukuna tecavüz ama bunlar bizimkiler ve çalışıyorlar. Daha öncekiler de çaldı biraz da bunlar alsın. Hem ayrıca bunlar sadece kendileri almıyor, bizimle de paylaşıyor. Benim kurulu düzenim bozulmasın, en güzeli göz yummak. Zaten alternatifleri de yok.” Bütün bu yaklaşımlar imana dayalı, Kur’an ve sünnet temelli ilke ve prensiplerden taviz verildiğinin göstergesidir ki bu anlayıştan bir İslam medeniyeti ortaya çıkmaz. Çıksa çıksa İslam’ın değerleri ile oynama, onları yerinden etme çıkar.
Halbuki defalarca dediğimiz gibi yolsuzluk soruşturmasına karşı hem imanî değerler hem de demokratik hukuk devleti teamülleri bu vahim iddialara adı karışan insanların hukukun önüne konulması şeklinde tecelli etmeliydi. Aynı tecelli paralel yapı suçlamalarına maruz kalan insanlar için de geçerli. Ama farklı bir refleks verildi; hukukun içi boşaltıldı, binlerce insan tayin ve tasfiyeye maruz kaldı, özgürlükler kısıtlandı, devlet eliyle bir sivil toplum kuruluşu, dinî bir camia ve fikrî lideri linç edilmeye çalışıldı ve daha nice şeyler.
Şimdi eğri oturup doğru konuşalım, bunların hiçbirisinin bizim inanç ve değerler sisteminde yeri yok. Katılır veya katılmazsınız, bana göre imanı olan, insanî hasletlerini kaybetmeyen, insaf, iz’an ve vicdan ile hadiseleri gözlemleyen herkes bu yapılanlara hayır demeliydi. 30 Mart yerel daha doğrusu genel seçimleri hayır demek için meşru bir zemindi. Ama sonuçlar gösterdi ki toplumun yüzde 43,29’u olaya böyle bakmadı. Sanki ortada hiçbir şey yokmuşçasına iktidar partisini destekledi. Demek ki 2011 seçimlerinden bu yana yaşanan otoriterleşmenin sürekli zirvelere doğru tırmandığını görmedi. Son 3 ayda yaşananlara fezlekelere, internete düşen ses kayıtlarına inanmadı. İktidarın devlet imkânlarını kullanarak yaptıkları manipülasyonları, algı üretim ve yönetiminin farkına varmadı ve gerçekleri görmedi, göremedi veya görmek istemedi. Bazılarının aldıkları maddî yardımlar ilkeler doğrultusunda duruş sergilemesine mani oldu. Seçmen değerlerine göre değil ihtiyaçlarını önceledi, istikrar dedi ve ona göre karar verdi. Madde mana karşısında yenildi. İmanın İslamî değil irfanî boyutunun yenilgisidir bu aslında.
Hile ve şaibe karışmamış olması şartıyla yüzde 43,29 evet, yüzde 56,71 hayır diyen her bir seçmenin tercihine sonuna kadar saygılıyım. Sonuçlarının milletimiz, insanımız ve insanlığımız için hayırlara vesile olmasını bir kez daha temenni ederim.
- tarihinde hazırlandı.