Vücûd, şuhûd ve risalet

“Hedefimiz rıza, bizi O'na yükseltecek merdiven ise ihlâstır”, “Mümin için Hakk'a kullukta derinleşmenin sonu yoktur”, “Marifetullah aşk-u iştiyakın ötesindedir” gibi kolay söylenen zor sözler arkası arkasına ağzından dökülüyordu. 264 numaralı Herkül Nağme'de yayınlanan sohbetten bahsediyorum. Sohbet öncesi kılınan ikindi namazında şekerinin düştüğünü hissetmiş, tesbihat biter bitmez ilacını almış ve “Maddî hayatımızın sıhhat ve afiyet üzere devam ve temâdisi adına ihtimamlarımız var...” diye söze başlamıştı. Sözün gideceği yer belliydi. Diyecekti ki; “aynı ölçüde hassasiyeti manevî hayatımız, ahiret hayatımız adına da göstermeliyiz.” Nitekim öyle oldu. “Bu ihtimamı göstermek günah da değil fakat hayat mülahazamızı sadece ona bağlamak, hayat budur demek, öbür hayat adına bir tefrit bu hayat adına bir ifrat sayılır.” dedi ve istikamete, dengeye işaret etti. “Rabbena atinâ fi'd-dünya haseneten ” duasındaki “hasene” kelimesinin seçimindeki derinliğine işaret etti.

Ardından şimdiye kadar hiç duymadığım bir tahlile imza attı. Allah'ın emir ve yasaklarına uymanın 4 türlü saygıyı ihtiva ettiğini detaylı bir şekilde anlattı. İç içe girmiş, birbirini destekleyen 4 türlü saygı şu Hocaefendi'ye göre; “emre, emri verene, emri tatbik neticesi ahiret hayatında va'd edilen mükâfatlara ve nihayet kendimize.” Namaz, oruç diyerek örnekler verdi. Mesela namazı ele alalım; namaz kılma emrini yerine getiren namaza, namaz emrinin sahibi Allah'a, namaza ahirette va'd edilen cennet, cemalullah, rıdvan gibi mükâfatlara ve son olarak insanın terakki etmesi, Rıza'ya ulaşma ve Cemalullah'a ermesi namaza bağlandığı için kendisine saygıdır.

Sohbette kısaca özetlemeye çalıştığım 4 türlü saygıya açılım kazandırırken bir cümle sarf etti Hocaefendi. Aklımı başımdan aldı o cümle. Onu duyar duymaz, içimden gele gele ve âvâzım çıktığı kadar “hû” diyesim geldi. Geldi ama meclisin adabına uygun değil diye düşündüm, kendime “kendine gel” telkininde bulundum ve sustum. Emre itaatteki inceliği kavramış, taklit vadilerinden kurtulup tahkik ufuklarında pervaz eden ve sırasıyla abid olmaktan abd olmaya ya da başka bir ifadeyle her gün ibadetten ubudiyete, oradan ubudete doğru sürekli mesafe kat eden kişinin “Allah'ta fani olup kendini görmez hale gelmesini” anlatıyordu Hocaefendi. İfadesi aynen şöyle: “Sofilerin ifadeler içinde fena fi'ş-şeyh, fena fi'r-rasul, fena fillah oluyorsun.” Ne oluyor fani olunca insan? “...artık kendini görmüyorsun, öyle ki nereden bakarsan bak, üstüne bir çarpı çekilmiş gibi görüyorsun kendini.”

Bana “hû” dedirtecek cümleye şimdi sıra geldi. İşte Hocaefendi'ye göre bu seviyedeki kişi -tasavvufi ifadesiyle sâlik de diyebiliriz sanırım-, “Muhyiddin İbni Arabî gibi ‘hû' diyor vücûd solukluyorsun, İmamı Rabbani gibi ‘hû' diyor şuhûd solukluyorsun, Sahipkırân gibi ‘hû' diyor, Rasul-ü Kibriya'yı solukluyorsun.”

“Sofilerin ifadeler içinde fena fi'ş-şeyh, fena fi'r-rasul, fena fillah oluyorsun.” Ne oluyor fani olunca insan? “...artık kendini görmüyorsun, öyle ki nereden bakarsan bak, üstüne bir çarpı çekilmiş gibi görüyorsun kendini.”

Benim burada asıl dikkatimi çeken İbni Arabi ile temsil edilen vahdet-i vücûd ya da İmam Rabbani'nin temsilcisi olduğu bilinen vahdet-i şuhûd değil, asıl “sahipkırân” diye başlayan üçüncüsü. Sahip kıran, Arapça bir tamlama. Sahip Türkçemizde de kullandığımız manada; sahip demek. Kırân ise “karn”in çoğulu. Buradaki kullanımı ile “karn” asır demek. Buna göre asırların sahibi manası geliyor “sahipkırân.” Bunu ister sözlerinin, tespitlerinin geçerliliği asırlarca sürecek diye anlayın, isterseniz tasavvuf literatüründeki yeri ile tasarrufu asırlarca devam edecek şekilde anlayın. Kastedilen kişi Hocaefendi'nin “Hz. Pîr” veya “Pîr-i Mugân” diye zikrettiği Bediüzzaman Hazretleri.

Pekala nedir Bediüzzaman'ı vahdeti vücûd ve vahdet-i şuhûd mesleğinden, mezhebinden, meşrebinden ayıran özellik. Bir tek cümle söyledi. “Onun yolu, yöntemi objektif; onu solukluyorsun.” İçinde keşf-u kerametlerin olmadığı “sahabe velayeti” makamında temekkün etmiş, “Melekût, Ceberût ve Lâhût” âlemlerinde seyahat etse de bir ayağı sürekli “Nâsût” âleminde bulunan ve dolayısıyla kendisi Rabb'isi ile münasebet bağlamında ‘münteha'da bulunsa da başkaları ile münasebette, mesajlarını sunmada hep mebde'yi soluklayan bir insandır Bediüzzaman. Tasavvufî ifadesiyle “yoklukta varlık, varlıkta yokluk” cilveleri sergileyebilen bir insan ve böylesi bir insanın objektif olması kadar tabii bir şey olamaz. Hocaefendi'nin onun yolu yöntemi dediği şeyi işte burada görmek lazım.

1996 yılı Ekim ayında kaleme aldığı “Telvin ve Temkin” makalesinde şöyle anlatır Hocaefendi bunu: “Arif-i billah olanların temekkünü, makam-ı cem unvanıyla da ifade edilen ihsan şuurunun en kâmil manada duyuluş ve hissedilişiyle sürekli murakabe halidir ki “fenâfillah” ve “bekâbillah”ın tam tahakkukuyla elde edilir ve bu sayede hak eri kendi feyiz kaynağına muttali olarak teveccühü tâmmeye erer ve ciddi bir iştiyak içinde tam bir hayretle hep O'na yönelir...”

Şimdi okuyacağınız cümleye dikkat edin: “Hû” dediğin zaman Rasul-ü Kibriya soluklanan...” O objektifliğin ‘vücûd ve şuhûd'dan farkını ifade ediyor: “....vücûd ve devamının, O'nun Vücûd ve Kayyûmiyetinden beslendiğini duymaya başlar; başlar ve Rehber-i Ekmel'in ziya-yi feyziyle ne vucudiye ne de şuhûdiyeye girmeden ‘ben ve benden sonrası hidayete ermiş Raşid halifelerin sünneti' ile çerçevelenen hakikat dairesinden, her şeyin varlığının da bekasının da O'ndan olduğu mülahazasıyla kendini daha bir güçlü, daha bir yerleşik hissederek, tam bir bekaya mazhariyetini, tam bir fenadan geçtiğini itiraf ve ifade sadedinde...” İktibası burada sonlandırıyorum. “Hû” diyerek yolu ve yöntemi vahdet-i vücûd ve şuhûda nisbetle daha objektif olan ve dolayısıyla “hû” dendiğinde Rasul-ü Kibriya soluklanan o yolu daha iyi anlama ve farkı fark etmeyi istiyorsanız “Telvin ve Temkin” makalesini bu gözle baştan sona okumanız lazım.

Sonuç diyeceksiniz: “O (cc) Nâmütenâhi olduğu için nâmütenâhide seyahat devam eder.” Herkül Nağme 264'ü bir kere daha dinlemeye ne dersiniz?

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2025 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.