Herkese yetecek kadar sevinç
Cape Town'dan kalkan İstanbul uçağında iki genç adam yan yana oturuyor. Biri siyahi, yerlisi oranın, öteki Türk. Uçak kalkana kadar havadan sudan konuşuyorlar, Türkçe konuşuyorlar. Biraz sonra çantalarından birer kitap çıkarıp okumaya duruyorlar. Siyahi gencin elinde Tanpınar'ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Türkçe basımı. Öbürü, Türk olan, Güney Afrika doğumlu Nobelli yazar J. M. Coetzee'nin son romanı Taşra Hayatından Manzaralar'ı açıyor. İngilizce basımı kitabın. İki iyi arkadaş, havada, birbirlerinin ülkesinden iki büyük yazarı kendi kelimeleriyle okuyor. Sonra dönüp Türkçe konuşuyorlar arada. Sıradan şeylerden, kahvenin şekerinden, altlarında akıp geçen bulutlardan, İstanbul'da havanın nasıl olacağından, şiirden, mutluluktan, yolculuklardan konuşuyorlar. Onlar konuşurken ülkeler, hava sahaları, ırklar, renkler ve sınırlar anlamını yitiriyor. Zaten sormaya kalksanız, uzun hikâye!
Böyle bir olaya tanık olmadım ben. Fakat gerçekleşme ihtimali artık akıldan uzak değil. Olayın kahramanları pekala Moskova-İstanbul uçağında Rusça Dostoyevski okuyan bir Türk ile Türkçe Peyami Safa okuyan bir Rus genci yahut Bükreş-İstanbul uçağında Panait İstrati okuyan bir Türk çocuğu ile Yaşar Kemal okuyan bir Rumen de olabilir. Bugün değilse yarın yaşanacaktır...
Türkiye'yi bir kez daha şaşırtan; heyecanlar, umutlar, hüzün ve sevinçler estirip giden Türkçe Olimpiyatları başladığı günden bu yana, yukarıdakine benzer hayaller kuruyorum. Boyuna ülkeleri, dilleri değiştiriyor, yazarları çeşitlendiriyorum. Dünya vatandaşı Anadolu çocuklarına ülkeler, kıtalar gezdiriyorum. Sonra, bunların artık hayal olmaktan çıktığını, basbayağı gerçek olduğunu düşünüp kendi kendime tarifsiz bahtiyarlıklar yaşıyorum.
On yıldır, Türkçe Olimpiyatları'nı yakından takip ediyorum. O ilk mütevazı buluşmadan, bu yılki görkemli törenlere kadar her aşamasına tanık oldum. On yılda geldiğimiz nokta, yarınlar için kurulacak bütün güzel hayallere meşruiyet sağlıyor.
Türkçe Olimpiyatları eminim, yalnız bana değil, bu ülkede yaşayan milyonlarca insana rengârenk hayaller kurduruyor. Dünyalara sığmayan sevinçler duyuruyor, hayata yepyeni gözlerle baktırıyor. Kireç bağlamış umut yataklarını yeniden yumuşatıp yeşertiyor. Bir milleti, belki yüzyıllar sonra ilk kez, büyük bir umut ve sevinç halesi etrafında toplayıp bayram ettiriyor.
İstanbul'da, 12 yaşında bir kız çocuğu, "Ne olur baba" diyor, "O çocuklardan birini evimizde misafir edelim..." 82 yaşında ulu bir şair, yattığı hastaneden kalkıp olimpiyatların şarkı finaline geliyor. Yaşını, hastalığını unutuyor orada; büyük umutlarla, sevinçlerle doluyor. Şarkı finalinde büyük bir işadamı, sahnedeki çocuklara hayran oluyor. "Bizim ülkemizde çocuklar neden bu kadar güzel şarkılar söyleyip halk oyunlarını neden böyle mükemmel oynayamıyor? Bu çocuklar mı çok yetenekli, bizimkiler mi yeteneksiz?" diyor. Tavşanlı'nın, Nazilli'nin, Acıpayam'ın, Göksun'un yahut İskilip'in köy kahvelerinden birinde, kasketini alnına indirmiş bir köylü, yıllar önce adını bile doğru dürüst söyleyemediği bir ülkeye uğurladığı oğlunun öğrencilerini şefkatle, coşkuyla izliyor. Gözleri dola dola, sessiz bir yutkunuşla...
Türkçe Olimpiyatları, bir derneğin, grubun, kitlenin değil, bir ülkenin organizasyonu artık. Tıpkı Türk okulları gibi... Herkesin emeği, duası, alkışı var üzerinde. Türkiye'nin dünyadaki biricik küresel markası onlar. Bu topraklarda yaşayanların üç yüz yıldır hasret kaldığı umudu ve özgüveni kaybolup gittikleri yerden geri getirdiler. Ve her yıl, herkese yetecek kadar umut, herkesi hayata bağlayacak kadar sevinç dağıtıp gidiyorlar. Yolları açık olsun; şevkleri sönmesin, el ele dünyayı çok çiçekli bir bahçeye çevirsinler.
- tarihinde hazırlandı.