Türkiye'nin demokratikleşmesinde sivil toplumun rolü
Geçtiğimiz günlerde Güney Kore'de Seul Üniversitesi tarafından düzenlenen "Türkiye'de ve Kore'de Demokrasi ve Sosyal Çatışma" konulu konferansta yaptığım konuşmada Türkiye'de son yıllarda gerçekleştirilen tarihi önemdeki demokratik dönüşüme liderlik eden unsur her ne kadar bir siyasal üstyapı (superstructure) öğesi niteliğindeki bir siyasal parti, yani AKP gibi gözükse de, bu değişimi esas mümkün kılanın her geçen gün gelişerek güçlenen sosyo-politik bir altyapı (infrastructure) olduğundan bahsetmiştim. Türkiye'nin yükselen sosyo-politik altyapısı denilince de doğal olarak ilhamını Sayın Fethullah Gülen'den alan Hizmet Hareketi'nin Türkiye'nin demokratik dönüşümünde oynadığı tarihi sosyolojik rolün yadsınamaz öneminin altını çizmiştim. Bu yazıda bu tespitimle neyi kastettiğimi detaylandırmaya çalışacağım.
Her şeyden önce şu, kabul edilmeli ki son 10 yıllık AKP iktidarı dönemi Türkiye'nin demokratikleşme yönünde önemli adımlar attığı ilk ve tek dönem değildir. AKP döneminde elbette ki Türkiye Cumhuriyeti tarihinde görülmedik önemde ve devrim niteliğinde reformlar yapılmıştır. Ancak unutulmamalı ki, yukarıda bahsini ettiğimiz sosyo-politik ve ekonomik altyapının temelleri şayet 1980'li yıllardan başlayarak sabırla ve azimle atılmamış olsaydı, bir siyasal üstyapı kurumu olarak AKP'nin bugüne kadar gerçekleştirmeyi başardığı muazzam reformları gerçekleştirmesi belki de mümkün olamazdı. Bu anlamda son 10 yıllık demokratik dönüşüm başarısında rahmetli Turgut Özal'ın 1980'li yıllarda gerçekleştirdiklerinin payını teslim etmek sanırım hakkaniyetin gereğidir.
12 Eylül 1980 askeri darbesinin hemen sonrasında, yani askerlerin sistem üzerindeki vesayet ve etkisi hala dipdiriyken iktidara gelen rahmetli Özal, o dönemin tüm zor şartlarına rağmen, Türkiye'nin bugün demokratikleşme hamlelerini başarıyla üzerine inşa ettiği sosyo-ekonomik ve politik altyapıyı özenli bir sabırla oluşturmaya çalışmıştı. O dönemde Türkiye'de var olan tüm politik renkleri temsilen çevresinde topladığı dört eğilimden bazı isimlerin bugün Ergenekon çevreleriyle ne kadar içli dışlı oldukları görüldükten sonra, Özal'ın bu altyapıyı oluşturmaya çabalarken ne kadar yalnız olduğu aslında anlaşılabiliyor.
Bu yalnızlığına rağmen, polis teşkilatını hem eğitim, hem donanım ve hem de salahiyet açısından güçlendirerek geçmişi darbeler ve müdahalelerle dolu ordunun karşısına bir denge unsuru olarak koyan rahmetli Özal'dan başkası değildi. Yine hep devletten beslene-gelen ve bütün askeri darbe ve müdahaleleri destekleyen büyük İstanbul sermayesinin karşısına, ihdas ettiği teşviklerle desteklediği KOBİ'ler aracılığıyla güçlü bir Anadolu sermayesinin oluşmasının altyapısını oluşturan da onun çabalarıydı. Türk parasını convertable yaparak, Türk pazarını rekabete açarak dünyayla rekabet edebilen bir sanayi ve hizmet sektörünün altyapısı da aynı dönemde kurulmuştu. Ayrıca bugün katılırsınız veya katılmazsınız ama demokratikleşme, sivilleşme ve küresel sistemle kucaklaşma atılımının ana dinamiğini oluşturan dindar-muhafazakar kesimin örgütlenerek sivil toplum faaliyetlerini artırmasının da hep teşvikçisi olmuştu.
Özal'ın sivil toplum hareketlerinin gelişmesi için oluşturduğu uygun zemini en iyi değerlendirenlerin başında da hiç şüphesiz ki Sayın Fethullah Gülen'in söylemlerinden ilham alan Hizmet Hareketi gelmektedir. Hizmet Hareketi'nin ve benzeri sosyal dinamizmi yüksek sivil toplum hareketlerinin katkısı anlaşılamadan ne Türkiye'nin son yıllarda giriştiği derin devlet çeteleriyle mücadeledeki başarısı, ne demokratikleşme yönünde attığı dev adımları ve ne de hızlı ekonomik büyümesi anlaşılamaz. Bugün Türkiye'nin demokratik dönüşümünde AKP'nin işini kolaylaştıran sivil toplum örgütleri, eğitim kurumları, medya ve Anadolu sermayesi başta olmak üzere bu söz konusu sosyo-politik altyapı olmamış olsaydı şayet, sanırım elde edilen başarılar da birer hayalden ibaret kalırdı. Ya da tam tersine bahsini ettiğimiz sosyo-politik altyapı 1980'li yıllarda var olmuş olsaydı, 2002 sonrası yaşanan süreçlerin belki çok daha fazlası ve başarılısı bizzat Özal tarafından gerçekleştirilebilirdi. Yine de yazıklanmaya ya da iç geçirmeye hiç gerek yok. Neticede tohumları sabır ve büyük bir ferasetle Özal tarafından atılmış sürecin meyveleri AKP sayesinde bugün başarıyla toplanmaktadır.
Gerçek anlamda sivil toplumun her geçen gün toplumsal tabana daha da yayılarak güçlenmesiyle darbe dönemlerinin mirası olan askeri vesayetin geriletilerek zayıflatılması ve Türk demokrasisinin güçlenmesinin birbirine paralel gelişmeler olduğu artık açıkça görülmektedir. Ekonomik gelir dağılımının tabana yayıldığı, orta sınıfın genişlediği, sivil toplum örgütlerinin güçlendiği, medyanın çeşitlenerek renklendiği bir sosyo-politik atmosfer demokratikleşmenin, özgürleşmenin ve demokratik kazanımların da en büyük teminatıdır. Bu açıdan bakıldığında memleketin siyasal kaderinin sadece bir avuç siyaset elitine terk edilmediğini bilmek de son derece rahatlatıcıdır. Türk sivil toplum örgütlerinin sayısının her geçen gün katlanarak arttığını bilmek demokratikleşme sürecine olan inancımızı da artırmaktadır.
Türkiye'de 1990-2000 yılları arasında sayıları yüzde 235 oranında yükselerek 60,931'e çıkan sivil toplum örgütlerinin artışı 2000-2011 yılları arasında da yüzde 47 oranında gerçekleşerek 90,930'a yükselmiştir. Bu STK'lara üye olan insan sayısı ise 8 milyon 39 bine ulaşmıştır. Bu elbette ki önemli bir rakam ama Türkiye'nin muadili ülkelerle bile mukayese edildiğinde asla yeterli değildir. Çünkü STK sayısı Almanya'da 2,1 milyon ve Fransa'da 1,4 milyonu bulmaktadır. Bu konuda bir zirve olan ABD'de ise STK sayısı yaklaşık 7 milyondur.
Özetle söyleyecek olursak, demokratikleşmenin ve demokrasinin teminatı ne devlettir, ne de siyasal partilerdir. Demokratikleşmemizin motoru ve teminatının her geçen gün daha da bilinçlenerek güçlenen sivil toplum olduğu bilinciyle, sivil toplum örgütlerinin gelişmesine verdiğimiz önemin yeterli olup olmadığını bir kez daha gözden geçirmeliyiz.
- tarihinde hazırlandı.