Doktrin rüzgârları ve yeni insanın hikmet yolculuğu
Dünya, özellikle son üç asırdır, salt akıl ürünü ve maddeci bazı doktrin rüzgârları ile sağa sola savrulup durmakta ve aradığı huzuru bir türlü bulamamakta... Bu arada yepyeni ve inanmış bir nesil asırlar önce kopan fırtınalarda kaybettiği hikmeti arayıp bulma yolunda seferber olmuş durumda...
Doktrin, Lâtince "mezhep", "felsefî, siyasî, fikrî sistem teşkil eden kavramların, dogmaların bütünü" mânâsında bir kelimedir. Meselâ Komünizm, Kapitalizm veya Faşizm doktrini denilir ki, bunlar içtimaî birer mezheptirler.[1] Öğreti de diyebileceğimiz doktrinler her alanda kendini gösterebilir.
Eflâtun'dan Aristo'ya ondan Kant'a birçok filozof ve düşünür hayatın, aklın ve eşyanın anlaşılması adına felsefeden de yararlanarak kendilerince farklı teoriler geliştirmişlerdir. Ama hayatın bir ucundan tutan felsefe, hayatın bütününü ihata eden vahyi –genelde- görmezden gelmiştir. Vahiyden ve hikmetten uzak bir mecrada gelişen söz konusu doktrinler de hayatı kuşatmaktan uzak kalmış, insanlığa mutluluk getirme sözleri de iddiadan öte gidememiştir.
Rönesans Avrupa'sında ve ardından gelen Aydınlanma sürecinde başlayan dine karşı olma ve aklı ön plâna alma eğilimi, farklı yerlerde benzer neticeler vermeye başlamıştır.
19. yüzyılda esmeye başlayan Marksizm rüzgârı, maddenin spontane (kendinden olan) bir güce sahip olduğunu savunuyordu. Buna göre maddenin gelişimi atomdan moleküle ondan hücreye ve daha sonra bitki, hayvan ve insana doğru evrilmekteydi. Almanyalı bir Yahudi aileye mensup Marx'ın Das Kapital'i Naturalist Darwin'e ithaf etmesi bu açıdan mânâlıdır. Marx'a göre tarih, sınıfların mücadelesinden ibaretti. Bu mücadelede maddenin temeli "ekonomi", en belirleyici unsurdu. Din, hukuk, ahlâk gibi unsurları da temel unsur olan üretim münasebetleri belirlemekteydi. Ona göre toplumlar ilkel, feodal, kapitalist safhalardan geçerek Sosyalist ve Komünist bir çizgiye doğru akmaktadır. O, Makyavelist felsefe gereği "Gayeye ulaşmak için her yol meşrudur.", "Mutluluk, gücü elinde bulunduran devletin proleterya (işçi sınıfı) tarafından ele geçirilip sınıfsız bir komünist rejim oluşturmakta gizlidir." derken hikmet vadisinden uzak bir dünya hayal ediyordu.
Antik Yunan'da bir mit ile ortaya çıktığı iddia edilen[2] ve farklı aşamalardan geçerek 16. yüzyılda Thomas More'nin Ütopya'sı ile yeniden canlandığı söylenen Komünizm; "Özel mülkiyet yoktur, ahlâkî ve dinî değerler insanlık için zararlıdır." temel ilkeleri ile ortaya çıkmıştır. Bediüzzaman Hazretleri'nin "bütün dünyayı titreten kızıl veba" olarak tasvir ettiği Komünizm'in bir sistem olarak kabul edilmesinden daha önce bir fikir olarak gelişen Sosyalizm, sosyal devlet ilkesini ortaya atarak, gelirler için eşit paylaşım ve sınıfsız bir toplum öngörmüş ve bir adım sonra Komünizm'e ulaşma gayesi içinde olmuştur.
19. asrın bir diğer maddeci akımı Pozitivizm, düşünmenin İlâhî etkiden ve metafizikten uzak olması gerektiğini savunuyor, doğru bilgiye ancak deneyle ulaşılabileceğini iddia ediyordu. Comte, ilimlerdeki kendi tasnifini "pozitif bilimler" diye adlandırırken insanlığın ancak bu bilimlerle nefes alacağını söylüyordu. Çünkü insan düşüncesi, teolojik, metafizik evrelerden geçip nihayet pozitif seviyeye ulaşmıştı ki, ona göre bunun ötesi yoktu.
Kökleri çok öncelere dayanan ve ekonomik mânâda kendini yirminci yüzyılda iyice hissettiren Liberalizm'e göre devletler özgürlüğün önünde en büyük engeldir. Onlara göre halkın gelirlerini toplayıp onlara baskı kuran bir yönetim kabul edilemez ve öncelikle ferdin mutluluğu ön plâna çıkarılmalıdır. Newton'un Determinist anlayışına göre şekillenen ve evrende belli bir düzen olduğu ve buna müdahale edilmemesi gerektiği fikrinden doğan ve sonraları ferdin her yönü ile özgür-karışılmaz olduğu[3] çizgisine gelen bu akımda, ayrım olmadan bütün fertlerin özgürce her türlü ihtiyaçlarını karşılayabilmesi fikri savunulmuştur.
2. Dünya Savaşı'ndan sonra Modernizm'e tepki olarak çıkan ve "modern ötesi" mânâsındaki Postmodern anlayışta; merkezî güç ve hâkimiyet yerine anarşi, düzenin yıkılması ve kontrolün kalkması gibi değişimler vardır. Bir yönü ile ilmî veya nesnel gerçekliği yeniden açıklama gayretinde olan akım, belirlenmiş kuralları değil ferdin göreceli anlayışını öne çıkarmaya çalışmaktadır.
Demokritus'un hiçten hiçbir şey çıkmayacağına ve mevcut olan şey yok edilemeyeceğine göre, maddeyi yaratmanın imkânsız olduğu[4] iddiasından doğduğu söylenen ve Epikür'ün bohemliğine takılan Materyalist ve Kapitalist düşünceler, bütün bu ve benzeri doktrinlerde kendini hissettirmiş ve insanlara kendi menfaatleri doğrultusunda bir hayat sürmeleri gerektiği mantığını aşılamıştır. Bu mantıktaki doktrin mensupları da İlâhî çizgileri, hikmeti nazara almadan yaşamayı tercih edegelmişlerdir. Aslında kendileri birer problem olarak doğan bu ve benzeri doktrinler, insanlığın hiçbir problemine çözüm üretememiş ve toplumların maddî, mânevî ihtiyaçlarını karşılayacak kadar geniş, esnek ve insanî olamamıştır.
Hâsılı koca bir dünya, hikmetten uzaklaşınca, kendince bazı çözümler aramaya koyuldu ve kendi putunu yapan cahiliye gibi kendine din dışı doktrinler icat etti. Aslında toplumları birleştirecek bir inanç noktasına ihtiyaç vardı. Ama 18. ve 19. yüzyıllarda Doğu'da yer yer hayata akseden hikmet yörüngeli medeniyetler de Batı'dan gelen akımlar karşısında varlığını daha fazla koruyamadı.
Batı'da "endişe çağı" Doğu'da ise "helâket ve felâket asrı" denilen 20. yüzyıla gelindiğinde ise, insanlar, Doğu'suyla Batı'sıyla, seküler (dünyevî) bir sistemin içinde kendilerini bulmuşlardı ki, bu durum, yeni bir başlangıç adına yolun sonu demekti. Yeni insan da işe İlâhî hikmetleri keşfetmekle başlayacaktı. Çünkü daha önceleri de böyle olmuştu. Meselâ, insanlık topyekûn cehalet karanlığında iken "hakîm" olan İlâhî Beyan, hikmetli bir nur olarak nazil olmuştu.
"Hikmetin kaynağı büyük ölçüde vahiy ve ilhamdır." Bu yüzden hikmette "bir düşünce, tasavvur ve davranış bütünlüğü"[5] esastır. Ayrıca dini merkez alan hikmetin felsefesinde nazarî ve amelî olmak üzere iki bölüm (hikmet, kalbin zümrüt tepeleri) vardır ki bu, düşüncelerin satırlardan hayata tabiî seyir içinde akması demektir. "Mukteza-yı hâle uygun hareket etmek" mânâsındaki hikmetin en iyi zamanları, Sünnet-i Seniyye'nin hayata yansıdığı dönemler olmuştur. Çünkü Sünnet-i Seniyye ölçüleri, hayatın fıtrî çizgisini en iyi ifade eden düsturlardır.
"Bütün peygamberlerin ve derecesine göre diğer mürşitlerin de metaları hikmet birer hakîm oldukları" düşünülürse, sadece insanlığın zirvelerde olduğu dönemlerde hikmetin hayata renk vermeye devam ettiğini görebiliriz. Yani yeryüzündeki medeniyet üsleri ve insanlık adına olan gelişmeler, hep hikmet atmosferinde gelişmesini sürdürmüştür. Zîrâ hikmet, sebepler ve illetler âlemine yönelerek varlığı fayda ve maslahat yanları ile görüp tanımak, tahlil ve terkiplerde bulunmak, Yaratıcı'nın halifesi olma unvanıyla O'nun izni ve emri dairesinde varlığa müdahalede bulunma[6] mânâsına da gelen sırlı bir kelimedir.
Allah'ın insanlık için en güvenilir rehberler olarak gönderdiği peygamberlerin getirdiği düsturlar için doktrin (öğreti) tabiri yakışık almaz; çünkü onlar İlâhî emirlerdir. Ama her peygamberin devrin şartlarına göre takip ettiği bir hikmet yolu vardı. Nuh Aleyhisselam, tufana karşı bir gemi inşa ederken aynı zamanda "ilimde yakin ve amelde sağlamlık" ile[7] bir bakıma hikmet-i fenniyeyi temsil ediyordu. Geminin hikmetini anlamayanlarsa, kendi doktrinleriyle birlikte sularda boğulup gidiyordu. Zülkarneyn Aleyhisselam, Kur'ân'ın "sebep" dediği hikmet-i ilmiyeye tâbi olarak setler inşa ediyor, insanlara yardım ediyordu. İbrahim Aleyhisselam, şirk anlayışını yıkmak için akılları ikna yolu ile gelmişti. Baltayı en büyük putun boynuna astıktan sonra "Nasıl olur da cansız varlıklardan medet umarsınız, siz hiç akletmiyor musunuz?" diyerek akıl sahiplerini düşünmeye, yanlıştan kurtulmaya davet ediyordu.
Perde arkasındaki gerçeklerin ilim anahtarı ile aklı iknaya açılması çok önemlidir. Bu ikna iledir ki, günümüz medenî insanı, hikmet mesnetli ilmin ışığında iman ufkuna yürüyebilmektedir. Bu mânâda "hikmet dolu kitap"[8] olan Kur'ân-ı Hakîm, mealen "Hikmetin verildiği kişiye çok hayır da verilmiş olur."[9] beyanı ile bize ilmin, maddî ve mânevî boyutları ile ne kadar önemli olduğunu işaret etmektedir.
İşte yeni insanın kendini Hak namına ifade etmesini ve yeryüzünde selâmetle yürümesini sağlayan; maddî ve mânevî boyutta "takva" olarak da bilinen bu hikmet olacaktır. Belki de bu asrın hikmet nuru, ilim ve eğitim yolunda kendini göstermiştir. Yeni insan ilmin ve rahmetin hikmetine dayanarak yola çıkmıştır. Ve beklentisiz, fedakâr ve hasbi olmanın bereketinden gelen lütufları yudumlayıp yoluna devam etmektedir.
Şimdilerde yeniden bir hikmet arayışına giren imana teşne gönüller, çareyi ciddi ve her yönü ile tutarlı İlâhî sistemde görmeye başlamıştır. Bu, hem farklı akılların ürünü doktrinlerden bıkan Batı insanı hem de bir türlü istediği düzene, huzura kavuşamayan Doğu için kaçınılmaz bir arayış olmuştur. 'Bizim dünyamız adına ise, özünden uzaklaşmalar ve muhakemesizlikler, kendini değişik fantezilere kaptırmalar, geçmişiyle ve tarihi dinamikleriyle zıtlaşmalar, sonra özüne yabancı olup kendini inkâr etmeler, dolayısıyla da ışık ve rehberini hep dışarıda aramalardan' bıkmış yeni bir neslin hikmet arayışına şahit olmaktayız. Bundandır ki "dört bir yanda tüllenen emarelerin de teyidiyle, yirmi birinci asır, bir inanç ve inanmışlar asrı ve bizim için bir Rönesans çağı olacaktır."[10]
Evet, artık düşünen, araştıran, düşüncesi hür, iradesi hür, hürriyeti de Allah'a kulluğu ölçüsünde olan, bütün bir varlığa sevgi ile yaklaşan, millî ve mânevî değerlerine sahip çıkan, taklitten kurtulmuş evrensel değerlerle donanmış, fıtrî olanı merkeze yerleştiren 'yeni bir insan' var hayat sahnesinde. Din ile birlikte yürüyen hikmet güneşinin yeniden doğmaya başladığı çağımızda, hakikat renklerine boyanmış bu 'yeni insan', Kur'ân'dan ve Sünnet-i Seniyye'den aldığı yeni hayat anlayışı ile eskimiş fikir ve düşünce yığınlarını bir tarafa itip, Sünnet-i Seniyye'ye bağlı bir medeniyet anlayışı içinde geleceği inşaya çoktan başlamıştır.
[1] M. F. Gülen, Çizgimizi Hecelerken, "Din ve Doktrin", s.49, Nil yayınları, Aralık 2010.
[2] tr.wikipedia.org/wiki/Komünizm "İlk Komünizm", Kasım 2013.
[3] Ali Bulaç, "Liberalizm", Zaman Gazetesi, 05.10./10.10 / 2009
[4] F. K. Richtmyer, E. H. Kennard, T. Lauridsen, Modern Fiziğe Giriş, sh. 6, İTÜ Kütüphanesi, Sayı: 614, İstanbul, Çev.: S.M. Uzdilek, N. Kürkçüoğlu, 1965.
[5] M. F. Gülen, Sızıntı, "Hikmet", Kalbin Zümrüt Tepeleri, Şubat 2008.
[6] M. F. Gülen, Sızıntı, "Hikmet", Kalbin Zümrüt Tepeleri, Şubat 2008, Sayı:349.
[7] M. Fethullah Gülen, Sızıntı, "Dünyamızın Ledünniliği", Nisan 1995, Sayı:195.
[8] (Kuran-ı Kerim, Yunus 10/1)
[9] (Kuran-ı Kerim, Bakara 2/ 269)
[10] M. Fethullah Gülen, "Yeni İnsan", Sızıntı, Mart 1991, Cilt 13, Sayı 146.
- tarihinde hazırlandı.