Ey Şarkın Dili Tutulmuş Vicdanı, Sana Sesleniyorum!
Ey Ehl-i Hal ve Akd!
İnsanlığın selameti yolunda, dünyasını ve ahiretini hizmete adamış, bu asrın mağdur ve mazlumlarına, zaman mahkemesinin huzurunda şahitliğinize, arzuhalim ve davetimdir.
Üstadımız 1900’lü yılların başında, “din hayatın hayatı, hem nuru hem esası; ihyayı dinle olur bu milletin ihyası” demişti. Zaaf-ı milleti, zaaf-ı dine bağlamış; şarkın üç temel ve büyük düşmanı; cehalet, fakr-u zaruret ve ihtilaftır buyurmuştu. Bu üç düşmana karşı da sanat, marifet ve İttifak silahıyla cihad edeceğiz demişti.
Bunun için, 1907 yılında şarkta özellikle Van, Bitlis, Diyarbakır ve Urfa merkezli bir Medreset’ü-z Zehra projesi geliştirmiş; Bu projeyi, Sultan Abdülhamit, Sultan Mehmet Reşat ve sonrasında Cumhuriyet hükümetlerine arz etmiş ve o günkü devlet adamları tarafından, 19 bin altın lira tahsisat bile ayrılmış, Van – Edremit’te temeli atılmıştı. Van’da kurulacak bu medresede (yani üniversitede) hem fen bilimleri hem de dini bilimler okutulacaktı. Bu üniversitenin dili Arapça, Türkçe ve Kürtçe olacaktı… Asırlardır ihmal edilen kalp-kafa, ilim-din, beden-ruh, dünya-ukba izdivacı sağlanacaktı. Böylece müspet ilimlerle, cehalet problemi giderilecek; dînî ilimlerle kalp ve ruh aydınlığı sağlanacak ve hem dünyevi, hem de uhrevi, vasıflı ve donanımlı insanlar yetişecekti. Bu sayede yeni istihdam alanları açılarak şarkın fakirlik meselesi çözülecek, ihtilaflar ittihada ve uhuvvete dönüşecekti.
1913 yılında Van’da, bu üniversitenin temeli atılmasına rağmen, Osmanlı Devleti’nin Balkan Savaşları ve 1. Dünya Savaşıyla içine girdiği bunalımlı durum ve sonrasındaki yıkılışı ile, bu proje yarım kalmış ve gerçekleşememiştir.
Kaderin takdiri ile, Üstadımızın tamamlamaya fırsat bulamadığı bu proje, aradan geçen uzun yılların ardından, muhterem Fethullah Gülen Hocaefendiye nasip olmuş ve 1990 yılında Van Gölü’nün kenarında kurulan Serhat Koleji ile hayata taşınmıştır. Van’da, Serhat Kolejinin açılmasının hemen ardından, bütün şarkta bir okullaşma seferberliği başlatılmış; kısa bir zaman içinde okul açılmayan hiçbir il kalmamıştı. Öyleki, pekçok ilçede bile (Yüksekova, Cizre, Nusaybin, Kızıltepe, Viranşehir, Siverek, Birecik, Midyat, İskenderun, Dörtyol, Reyhanlı vs.) Medreset’ü-z Zehra’nın şubeleri olan bu okullardan açılmıştır. Son dönemlerde ise yine Van’da, Tahir Paşa Üniversitesi’nin kuruluş dilekçesi devlete verilmiş ve Diyarbakır’da da, Selahaddin-i Eyyubi Üniversitesi açılmıştır.
Okullarla birlikte on binlerce öğrencinin üniversite sınavlarına hazırlandığı dersaneler, yurtlar ve evler; Şarkın en ücra yerlerinde bile, parasız pulsuz fakir öğrencilerin okutulduğu okuma salonları açıldı.
Ey ehl-i vicdan!
Siz de bu kurumların açılışında bulundunuz ve çocuklarınızı okuttunuz. Çocuklarınız bu kurumlardan mezun oldu ve hayatın içinde pek çok mevki, meslek ve görevlerde bulunarak, ülkelerine ve doğdukları topraklara insanına hizmet ettiler. Bu güzel hizmetlere hepiniz şahit oldunuz. Tebrikler ettiniz… Maşaallah, Barekallah dediniz.
Ey yörenin önderleri, ey aşiret reisleri, ey medrese müderrisleri, şeyhler ve mollalar! Allah aşkına söyleyin, cinayet mi işledik?
Bu kurumlar açılırken, sizler ile istişare etmedik mi? Hep birlikte hareket etmedik mi? Açılışlarda birlikte bulunmadık mı? Hatta bir kısım kurumlara, yörenin bazı büyüklerinin isimlerini vermedik mi?
O dönem itibariyle, belki çoğunuz gelecek adına ümidiniz bitmiş tükenmişti. Kuvve-i maneviyeniz sarsılmıştı. Karamsarlık yaşıyordunuz adeta…
Çocuklarınızın tek alternatifinin dağa çıkmak olduğu konuşulduğu bir dönemde bu hizmet, tek alternatifin dağ olmadığını göstermedi mi? Dağa çıkma yerine okulun, üniversitenin yolunu açmadı mı? Bugün eğer sizler yapılan bu hizmetlere şahitlik etmeyecekseniz, tarih şahitlik yapsın.
Birilerinin “Fethullah Hoca’nın eğitim kurumları dağ kadromuzun kaynağımızı kuruttu.” dediğini ne çabuk unuttunuz?
Evet! Siz yapılan bu güzel hizmetleri gördünüz ve maddi manevi sahip de çıktınız. Şark insanının selim basireti, devreye girdi ve hizmet insanlarını bağrına da bastı. Fakat şer şebekeleri, masumların akan kanlarından menfaat devşirenler, bundan hiç hoşlanmadılar ve binbir zorluklarla fedakarlıklarla atılan filiz vermeye başlayan fidanlarımızı sildi süpürdü, yerle bir etti.
Ey Aşiret reisleri! Ey medrese mollaları! Ve ey kanaat önderleri!
Bugün siz yapılan bunca hizmet ve kurumlardan mahrumsunuz. Eski karamsarlık ve çaresizlik günlerinize geri döndünüz adeta… Bu nedenle kalbinizi ve inancınızı ortaya koyun ve konuşun. Bu hizmetlere şahitlik yapın! Şehir şehir, köy köy hizmete giderken şahitlik eden, dağlar konuşsun! Cilo konuşsun, Sümbül dağları konuşsun, Cudi konuşsun. Yörede, on binlerce görev yapan hasbi adanmış arkadaşlarımıza, bırakın da onlar şahitlik yapsınlar!
Bir dönem “Barış Süreci” denmiş ve ülkede barış rüzgarları esmişti. Sevinmiş heyecanlanmıştık. İşte o günlerin birinde, Diyarbakır’da toplumsal barışı sağlama adına, yörenin ünlü sanatçıları bir araya getirilecek olmuştu. O günlerde Bakan olan bir hanımefendi “Sayın Başbakan çok istiyor. Biz sanatçıları getirtemedik. Lütfen yardımcı olur musunuz?” demişti. Müşterek dostlarımızın hatırını kırmayan güzide sanatçılarımız civanmertlik yapıp programa katıldılar, barışa katkıda bulundular.
Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi, her defasında ismi ve resmi olmamış ama elini taşın altına koyan taraf olmuş; bölge halkının mutluluğu, ülkemizin huzuru için, hep gayret etmiş hep didinmişti. Devlet adamlarına siyasilere mektuplar yazmıştı. Bu mektuplar arkadaşlarımız aracılığıyla, dönemin Başbakan’ına bugünkü devlet başkanına iletilmiştir. Hakkı hakikatı sahibine vermek doğruyu konuşmak insanların işine gelmese de, konuşmasalar da tarih huzurunda açılacak ve bu mektuplar mazluma mağdura birgün şahitlik yapacak ve konuşacaktır.
Özet olarak bu mektuplarda:
Yörenin insanından, doktor, hemşire ve ebeler, mülkî, idarî yöneticiler, emniyet personeli yetiştirilsin. Problemlerini ve sıkıntılarını yerinde gören bilen ve yaşayan birileri olsunlar. Halkına karşı insanca ve şefkat merhamet duygularıyla yaklaşsınlar. Kötü muamelelerle, kötü niyetlilere fırsat verilmesin.
Vaiz, müftü, imam gibi diyanet personeli, halkın dilini bilen kendi insanından yetiştirilip tayin edilsin. Yörenin medreleri ıslah edilerek gerekli kaynak temin edilsin. Devri geçmiş klasik ve atıl kurumlar olmaktan kurtarılsın.
Yörenin bir gerçeği olan Alevi dedelerine, medrese mollalarına devletçe statü tanınsın, itibar verilsin.
Evet, özetleyerek ifade ettiğim bu teklifleri Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi zamanında ifade etti. İlgililere ve yetkililere iletti.
Yanlış mı yaptı?
Bunları dile getirerek vatana ve millete ihanet mi etti?
Tüm bunları tarihe bir not düşülsün diye haykırıyorum!
İnsanlar konuşmasa da; tarih konuşacaktır, zaman konuşacaktır!
2014 yılında hocamız, fakiri şarktaki medrese mollalarına göndermişti. O günlerde “biat ve firak-ı dalle” meselesi, konuşuluyordu. “Bize, diğer cemaatler de biat etti. Neden siz de biat ve itaat etmiyorsunuz?” deniliyordu.
Hocaefendi “Yöredeki mektep ve medrese mollalarına git sor; Kur’an ve sünnete göre bir yanlışımız varsa onlar bu konuda ehil ve ehliyetlidirler. Hakem olsunlar. Varsa yanlışlarımızı düzeltsinler. Yok eğer yanlışımız yoksa, neden dinlerine sahip çıkmıyorlar? Bu din sadece bizim mi ki; dinin izzet ve onurunun müdafaası yalnızca bize mi kaldı? Neden Resulullah’ın davasına sahip çıkmıyorlar?” demişti. Fakir de gidip sormuştu.
Aldığım cevap şok ediciydi: “Korkuyoruz Bahattin Hoca. Ne yapalım yani ölelim mi?”
Fakir de, bu cevap üzerine “Hz. Hüseyin’in, İmam-ı Azam’ın, İmam-ı Şafii’nin, Ahmed bin Hanbel’in, İmam Malik’in, İmam-ı Rabbani’nin ve Abdulkadir Geylani’nin zindanlarda çürüdüğü, kırbaçlandığı bir yerde size, bize ne oluyor ki? Onlardan daha mı değerlisiniz?” demiştim.
Bunları Mahkeme-i Kübra’da, Huzur-u İlahi’de tekrardan inşAllah konuşacağız.
Ey Ehli mektep ve medrese ! Ey Şeyhler ve mollalar!
Sizler Hocaefendi’ye hitaben yazdığınız mektuplarda kiminiz “müceddid” kiminiz “sahib-i zaman” demiştiniz. Ne oldu, ne değişti? O gün mü doğru konuşuyordunuz, yoksa bugün mü?
Huzur-u İlahi’ye vardığınızda, Allah ve Rasulü’ne ne diyeceksiniz?
Kimlerin çocuğuna sahip çıkılmadı ki? Ağa, şeyh, işçi, köylü, zengin, fakir ayırmadan her kesimin çocukları oralarda açılan eğitim kurumlarından istifade etti. Kimse kapıdan geri çevrilmedi. Kimseye “senin paran yok, okuyamazsın” denmedi…
Patnos’tan gelen bir baba “Verebileceğim iki keçim var. Başka da bir şeyim yok hocam” demişti ve çocuğu kaydedilmişti.
Yine Tatvan’dan iki çocuğunun ellerinden tutarak kapıya dayanan baba “İstersen al öldür hoca. En azından mezar yeri belli olur. Şehre geldiğimde, fatiha okuyacak bir mezarları olur. Verebileceğim hiçbir şeyim yok. Ot yiyoruz!” demişti ve biz o iki çocuğu da kayıt etmiş ve okutmuştuk..
Ey vicdan ve vefa sahipleri!
Ne yazık ki imar edene değil, yıkana destek verildi. Şehirleri tanklarla ve toplarla yıkanlara, destek verildi. Haftalarca vatandaşının cenazesini sokakta, yerde bırakanlara, çocuğun cenazesini gömdürmeyip, buzdolabında saklatanlara destek verildi.
Hakka, hakikate, adalete, hizmete, insanlığa,nimete sahip çıkılmadı… Çetelere sahip çıkıldı.
Ey şarkın makus talihini değiştirme sevdası taşıyanlar!
Adaletin katili olmak istemiyorsanız, hakperestlikle anılmak istiyorsanız, gelecek nesillerin sizlere “Yuh olsun! Yazıklar olsun” demesini istemiyorsanız vefanızla dile gelin, üzerinize sinmiş korkuyu atın, vicdanınızın dilini çözerek hak ve hakikate tercüman olun!
Bahattin Karataş, https://www.tr724.com/ey-sarkin-dili-tutulmus-vicdani-sana-sesleniyorum/
- tarihinde hazırlandı.