Hizmet Hareketi ve sosyal ilerleme
17 Aralık’tan bu yana Hizmet Hareketi iyi niyetli yazarlar tarafindan çok çeşitli analizlere tabi tutuldu. Kimilerine göre hareket, siyasî bir yapı olmadığı halde süreç içerisinde siyasete gereğinden fazla girerek, muhafazakâr kesimdeki itibarını kaybetti ve hatta iktidarla doğrudan karşı karşıya gelerek varlığını, dolayısıyla sahip olduğu kurumları ve ifa etttiği çok yaygın ve saygın hizmetleri tehlikeye soktu. Neticede kaybeden sadece Hizmet değil, Türkiye oldu. Hizmete mensup ya da yakın görülen kişilerin açıkça ortaya koyduğu beklentiler 30 Mart seçimlerinde karşılık bulmayınca, bu türlü eleştirinin sahipleri de haklı çıkmış gibi göründüler. Diğer görüşe göre ise bu süreç içerisinde esasında dinî bir hareket olan Hizmet, Türkiye’nin tarihî şartlarından kaynaklanan geleneksel duruşunu, yani diğer dinî cemaatlere benzer şekilde, devlet ve iktidara yakın duruşunu terk ederek, iktidarın artan baskısı ve yozlaşması karşısında, demokrasi, insan hakları, ifade ve basın özgürlüğü, güçler ayrılığı, yargının bağımsızlığı gibi siyasal ve sosyal değerleri önceleyen varoluşsal bir mücadeleye girişti. Bu görüşe göre, alkışlanması gereken bu mücadeleyi artık siyasal alana taşımanın zamanı gelmiştir.
Söz konusu iki görüşün başvurduğu mantığın tabii sonucu olarak Hizmet Hareketi’nin, bundan böyle, ister varlığını isterse toplumdaki nüfuzunu idame ettirme saikiyle olsun, siyasete doğrudan müdahil olması, mesela partileşmesi gerekir. Bununla birlikte, gelişmelere baktığımızda, Hareket’in, 30 Mart öncesindeki olağanüstü siyasî katılım performansı haricinde, siyasî bir yapılanmaya gitmekte isteksiz olduğunu görüyoruz. Hizmet Hareketi, 30 Mart sonrasında, topluma mal olan ve süregelen faaliyetlerine daha bir aşkla sarılırken bir yandan da Türkiye’nin siyasî geleceği hakkındaki kaygılarını çeşitli platformlarda seslendirmeye devam ediyor.
Hizmet camiasının, şekil ve metot açısından diğer cemaatlerden farklı olsa da, bir yandan dinî değerlere dayalı hizmetleri sürdürürken, öbür yandan siyasal bir yapılanmaya gitmeden, iktidarı karşısına alacak kadar siyasî olmasını, diğer cemaatlerin çoğunun aksine mevcut hukuksuz ve adaletsiz uygulamalara ve keyfî yönetime karşı kimi zaman en sert eleştirileri yöneltmesini nasıl anlayacağız?
Bizce, yakın Türkiye tarihinin daha önce şahit olmadığı bir olguyla karşı karşıyayız. Bu olgu, Türkiye’de dinî temellere dayanarak kurulmuş, gelişmiş ve sınır ötesine taşmış bir Hareket’n, devlet ve iktidarlarla olan ilişkisinde, sadece dinî değer ve özgürlüklerin müdaafasını yapmak, başka bir deyişle salt dinî kimlik siyaseti yürütmek yerine, dindar ya da seküler, hareket mensubu ya da değil, tüm vatandaşların hak ve hukukunu gözeten, dolayısıyla genel toplumsal ilerlemeyi esas alan bir söylemi benimsemesi ve bu söyleme uygun bir mücadeleye girmesidir. Bu olgunun, Türkiye Cumhuriyeti’nin en İslamcı hükümeti döneminde ortaya çıkması, tarihin bir cilvesi olmalıdır.
Dinî bir hareketin, dinî kimlik siyasetinin ötesine geçerek, baskıcı rejimlere, siyasal ve toplumsal adaletsizliklere, hukuksuzluğa, cehalete, gelir eşitsizliğine, ayrımcılığa, hoşgörüsüzlüğe bayrak açmasının dünyada önemli örnekleri vardır. Mesela, Amerika’da köleliğin ilgası mücadelesini başlatanlar, Hıristiyan inancının böyle bir zulmü yadsıdığına inanan dindar insanlardı. Zamanla aynı gelenek, hızla sanayileşen ülkenin mağdurlarını, fakirleri, ayrımcılığa maruz kalan kitleleri de savundu. Barack Obama’nın başkan olmasında, herşeyden çok, bir asırdan fazladır mücadeleye devam eden bu dindar solun (religious left) ya da dindar ilerlemecilerin (religious progressives) katkısı vardır. 20. yüzyılın ikinci yarısında Latin Amerika’da Katolik Kilisesi bünyesinde birtakım din adamları tarafından geliştirilen Özgürlükçü İlahiyat (Teología de la Liberación) hareketi ise siyasal, ekonomik ve toplumsal adaletsizleri gidermeyi amaçlayan dinî bir söylem geliştirdi ve askerî yönetimler altında sindirilen kitlelerin sesi oldu. Benzer oluşumlar, İslam dünyasında, tasavvufî geleneklerin güçlü kalabildiği yerlerde de zaman zaman kendini gösterdi.
Sosyal ilerlemeci bu dinî hareketlerin ortak özelliği, ortaya koydukları mücadelede çoğu zaman daha muhafazakâr, daha devletçi dindar kurum ve kitlelerin tepkisini çekmeleri, hatta bilfiil bu gruplarla mücadeleye girmek zorunda kalmalarıdır. Mesela, köleliğin ilgasını dinî kaynaklara göre savunan dindar Amerikalılar, karşılarında köleliği yine dinî kaynaklara göre tevciz eden diğer dindar Amerikalıları buldular. Özgürlükçü ilahiyatı savunan din adamları karşılarında, zaman zaman darbeci generallerle işbirliğine girmiş kiliseyi buldular. Her iki örnekte de, adaletsizlikleri gündeme getiren dindar kişi ve hareketler, sadece süregelen sosyal ve siyasî kurumları hedef almakla ve toplumsal düzeni bozmakla değil, aynı zamanda dini ifsad etmekle, fitne üretmekle ve dinî sapkınlıkla da suçlandılar. Başka bir deyişle, hem siyasî hem de teolojik bir tepkiyle karşılaştılar. Bu hareketler zamanla siyasal ve toplumsal yapı ve katmanlara yansıdı. Neticede dindar, muhafazakâr, sağ yapıların karşısına dindar, ilerlemeci, sol yapılar ortaya çıktı. Mesela, Amerika Birleşik Devletleri’nin iki partili siyasal arenasında, Cumhuriyetçi Parti dindar sağın, Demokrat Parti ise dindar solun oylarını almaktadır. Dindarların, Protestan, Katolik, Yahudi, Müslüman olması, sonucu değiştirmemektedir. Dinî kimliği esas alanlar sağa, toplumsal adaleti ve ilerlemeyi esas alanlar sola yönelmektedir.
Batı ülkelerindeki sağ-sol ayrımını Türkiye’ye taşımak, terimlere yüklenen farklı anlamlar açısından çok faydalı olmayabilir. Bununla birlikte, 17 Aralık süreci ve 30 Mart seçimlerinin Türkiye’de dindar kitlelerin siyasal tercihleri açısından benzer ikilemler doğurduğu söylenebilir. Bu dönemde yolsuzluk iddialarıyla birden bire hem siyasal hem de dinî bir meşruiyet kriziyle karşılaşan iktidar partisi, çözümü dinî kimlik siyasetine sarılmakta buldu. Bu durum, yakın tarih itibarıyla dinî kimliklerinden dolayı baskı görmüş grup ve kitlelerin, yolsuzluk iddialarını ve otoriterleşme sorunlarını görmeyerek ya da çeşitli argümanlarla hafifleterek, iktidar partisinin yanında yer almasına yol açtı. Dolayısıyla bu gruplar daha muhafazakâr bir tavır sergilemiş oldular. Hizmet Hareketi ise bu durumu kabullenmedi ve bilindiği üzere iktidar partisinin hedefi haline geldi. Bu süreçte Hizmet Hareketi, siyasal yolsuzluğa, otoriterleşmeye karşı çıkarak daha ilerlemeci bir siyasal tutum sergilemiş oldu. Hizmet Hareketi olsun, diğerleri olsun, dindar grupların bu tercihleri, tabiatında birbirinden farklı değildir; her iki tercih de siyasal tercihtir. Bununla birlikte, Hizmet Hareketi’nin doğrudan iktidarı karşısına alması, hem siyasî hem de teolojik tepkileri doğurmuş, dolayısıyla olduğundan daha siyasî görünmüştür.
Hizmet Hareketi’nin sosyal ilerlemeci karakterinin bu dönemde, dramatik biçimde de olsa ortaya çıkmış olması aslında şaşırtıcı değildir. 1970’lerden bu yana yaygın dinî cemaat ve hareketlere göre daha farklı bir profil çizen, daha farklı biçimde kurumlaşan ve gelişen ve neticede küresel bir nitelik kazanan Hizmet Hareketi’nin öteden beri savunduğu değerler yanında eğitim, diyalog ve yardımlaşma ekseninde yaptığı faaliyetler, zaten bu karakterin bir dışa vurumuydu. Bununla birlikte, geçmişte, zaman zaman iktidar partisi ile angaje olması, Hareket’in olduğundan daha devletçi ve daha muhafazakâr görünmesine ve hatta bu yönde refleksler vermesine neden oldu. Bu açıdan 17 Aralık süreci ve 30 Mart seçimleri Hizmet Hareketi için bir dönüm noktasıdır. Bunun neticesi olarak Hareket, siyasî muhafazakâr yüklerinden sıyrılabilmiş, Türkiye de dinî kimlik siyasetinin ötesine geçerek siyasal, ekonomik ve toplumsal adaleti, demokrasiyi, evrensel hak ve özgürlükleri önceleyen bir dinî hareketle tanışmıştır.
Kaynak: http://www.zaman.com.tr/yorum_hizmet-hareketi-ve-sosyal-ilerleme_2227681.html
- tarihinde hazırlandı.