Milli irade

Uzun yıllar kamusal alanı tartışmıştık. Şimdi aynı şekilde neredeyse sabah akşam milli iradeyi tartışıyoruz.

Milli irade Türk siyasetinde geleneksel olarak Merkez Sağ siyasetin en önemli argümanlarından birisidir. Buna göre seçimlerde en çok oyu alan parti "gücünü milli iradeden aldığı için" yaptıklarını kolaylıkla meşrulaştırabilir.

Demirel, Menderes, Özal ve Erdoğan gibi Türk sağının önemli bütün isimleri milli irade konusunda üç aşağı beş yukarı aynı şeyleri söylemişlerdir.

Milli irade kime ait?

Elbette bugünkü hükümeti iş başına milli irade getirmiştir. Hükümet, TBMM'den güvenoyu almış meşru bir erktir. Ancak en az hükümet kadar muhalefet partilerinin de (CHP, MHP, BDP) dayandığı kaynak yine milli iradedir.

Ancak siyasi denge o kadar kaybediliyor ki neredeyse hükümete yönelik her eleştiri hemen "milli iradeye kastetmek" olarak ilan ediliyor. Halbuki hükümeti eleştiren her bir fert de tek başına milli iradenin bir parçasıdır.

Bugünkü siyasi manzarada sanki "milli irade sadece hükümetin elindedir" gibi bir tablo oluşturulmuş vaziyettedir.

Milli irade tartışmasını matematiksel çoğunlukçuluk olarak ele alırsak bugün itibari ile milli iradenin arkasında en güçlü durduğu olay 12 Eylül 2010 referandumudur! Bu referandum halkın yüzde 58'si tarafından kabul edilmiştir. Halbuki bugün "12 Eylül referandumunun öngördüğü düzenlemeler" yine "milli irade gerekçesi" ile değiştiriliyor.

Vesayet

Bu tartışmaların bir de vesayet boyutu var. Ortaya atılan iddialara göre "Hizmet Hareketi'nde yetişmiş bazı isimler" bugün bürokraside bir vesayet oluşturmuş durumdalar.

Ancak vesayet tartışmasına başka bir açıdan da bakmak lazım. Şimdi 1960'ları hatırlayalım, 1970'leri hatırlayalım, 1980'leri hatta AK Parti Hükümeti'nin ilk devri olan 2000'lerin başını hatırlayalım. Türkiye'de askeri vesayet olduğu zaman hükümet 20 tane üst düzey subayı bir yerden bir yere tayin edebiliyor muydu? Hükümetler, MGK kararları yahut ordunun açıklamaları karşısında nasıl tavır alıyordu? Çünkü o zamanlar bir vesayet vardı. Vesayet anayasal meşruiyeti olmayan yollardan düzenli olarak hükümetin yetkilerini kullanmasını engellemek demektir.

Nitekim askeri vesayet dönemlerinde hükümetler, ordu baskısıyla bazı yetkilerini tam olarak kullanamamaktaydı. Yine vesayet yüzünden "biz hükümetiz" diyerek subayları topluca görevden alamıyordu. Onlara "ceza" dahi veremiyordu.

Halbuki bugün "vesayet var" denilirken binlerce polis -en üst düzeydekiler dahil- bir kararname ile yerinden alınabiliyor. Yerlerinden edilen memurlar da tabiri caizse "boyunlarını bükerek" yeni yerlerine gidiyorlar.

Bu nasıl bir vesayettir ki bir kararname ile bir günde bertaraf edilebiliyor? Vesayet tartışmalarının tam ortasında not etmek gerekiyor ki bugünkü AK Parti Hükümeti belki de bütün Cumhuriyet tarihinin en "istediğini yapabilen" hükümetlerinden birisidir. Nitekim bugün hükümet, internet yasasından adli kolluk yasasına, oradan Danıştay kanununa kadar her konuda istediği değişikliği yapıyor.

Bir soru

"Vesayet var" şikayetine rağmen bugün hükümet, Hizmet Hareketi'nden TÜSİAD'a, oradan filan gruba ama herkese "ceza" verebilmektedir. Bütün bu cezaya uğrayan grupların yegane yapabildiği "hukuka müracaat" etmektir. Askeri vesayet de zayıflamıştır.

O zaman vesayet tartışmalarını derinleştirmek için şunu sormak lazım: Bugün hükümetin "tokat atamayacağı" tek grup kimdir? "Ben tokatladığın diğer gruplara benzemem bana dokunursan sana bunu misliyle ödetirim" diyebilecek kimdir?

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2025 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.