“Kardeşlerim Olsaydı Hapis Cennete Dönerdi”
Yaklaşık 25 yıl önceydi. Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi’nin “Hey gidi günler” adıyla meşhur olan vaazını izlemiş, hıçkırıklara boğulmuştum. Bir hafta sonra tekrar izlerken, bizim “Hey gidi günler” diyeceğimiz anıların çok az ya da genelde tatlı hizmetler olduğunu düşünmüş, keşke Hak yolunda bizler de daha çok fedakârlık yapabilseydik diye içimden geçirmiştim.
O zamanki tahminlerime göre artık her şey hep iyiye gidecekti ve biz çileli günlerde bedel ödeyen büyüklerimizin yaşadığı fedakârlıkları sergileyecek fırsatları hiç bulamayacaktık. Nereden bilebilirdim ifritten bir sürecin bütün bağları bahçeleri yerle bir edip hazana, hatta zemheriye döndüreceğini… Dahası hayatlarıyla farklı kahramanlık destanları yazmak isteyenlerin sonsuz fırsatlar denizinde sayısız acıyla boğuşacağını…
Son imtihanda bizim de payımıza iftira, kovuşturma, hicret, mahrumiyet düştü. Başta validem olmak üzere üç yakınım rahmetlik oldu. İki yıl önce kızımı kendisi gibi bir muhacirle gurbette evlendirdik. Oğlumu ise henüz hiç kavuşamadığı gelinimle Ocak ayında ancak WhatsApp ile nişanladık ve nikâhladık.
Gelinim üniversiteyi bitirdikten sonra terör iftirasıyla 11 ay medrese-i Yusufiye’de kalmış, 6 yıl 3 ay ceza aldıktan sonra tahliye edilmiş, bir yıl sonra babası vefat etmiş ve artık hicretten başka seçenek kalmadığı için dualarla yollara düşmüştü. Bir kere daha anladık ki, imtihandan kaçılmaz ve kaderin takdiri mutlaka başa gelir. Çok kolay olacak şekilde plânladığımız hicret yolu tam bir problemler yumağına dönüştü. Mülteci krizinden koronavirüs imtihanına kadar her şey aleyhine çalıştı.
Üç günlük nezarethanede üçüncü ayına girdi. Mübarek Ramazan ayı ve bayram, çok olumsuz şartları olan ve hapishaneye dönüşen bir mülteci nezarethanesinde geçti. Bayramda bana her satırı ibretli olay ve duygularla örülmüş bir mektup gönderdi.
Mektubu, ibret, ümit ve duaya vesile olması arzusuyla yayınlıyorum:
Üst üste yaşadığım imtihanlar
Selâmün aleyküm muhterem babacığım,
Nasılsınız? Hâliniz ve sıhhatiniz inşallah iyidir. Afiyette olduğunuzu umuyor ve daim olması için dualar ediyorum. Bir süredir hasbihal nev’inden size yazmak istiyordum. İftardan sonra bu niyetle kendi köşeme çekildim. Ancak ortam şartları ve gürültüsü, kâğıda değil birkaç kelime dökmek, iç sesimi dahi duymaya imkân vermiyordu. Bu sebeple iftar sonrası yazmaya niyetlendiğim mektubumu sahur sonrası sessizliğinde, sabahın ilk ışıklarına eşlik eden kuşların cıvıltısıyla yazıyorum.
Ne mutlu ki böylesi huzurlu bir ortamı burada yakalayabildiğim nadir zamanlardan birinde size yazmak nasip oldu. Nereden, nasıl başlayacağımı bilemez bir halde başlıyorum yazmaya. Üst üste yaşanılan imtihanların zihnimde oluşturdukları karmaşa, içimden geçenleri belli bir sıraya koyup anlamlı bir bütün olarak çıkarmama engel oluyor. Bu yazdıklarımı bir kızın babasına içini dökmesi gibi kabul edin. Hatam, kusurum olursa affedin lütfen.
Bugün hicret yolundaki 68.günüm. 22 günlük uzun soluklu karakol maceramın ardından hâlâ içinde bulunduğum mülteci kampı görünümlü hapishaneye getirildim. İlk 22 günüm, dondurucu soğukluktaki pis bir karakolda farklı milletlerden 14 erkekle yaşamaya çalışan tek başına mümine bir hanım olarak geçti. Şartlar zordu; ama Rabbimiz her zorlukla beraber gönderilen bir kolaylığı müjdelemişti. Burada en çok şükrettiğim şey, daha sonraları beni diğerlerinden ayırıp tek başıma bir odaya kilitlemeleri ve orada kendime namaz kılabileceğim temiz bir yer ayarlayabilmem oldu. Bir hücrede yaşamaya şükredebileceğim hiç aklıma gelmezdi. Hamd olsun Rabbime, bunu da gösterdi.
Ashabın izinden gitmek
Soğuktan birbirini kırarcasına çarpan dişlerimin çıkardığı sese engel olamazken “Yine de Afyon Hapishanesi kadar soğuk değil” diyerek Üstad Hazretleri gibi “Hasbünallah…” zikrinin sıcaklığına sarılmak… Karanlığın içleri ürperten o en koyu anında “Yine de balığın karnı kadar karanlık değil” diyerek Yunus (a.s.) peygamberin münacatına sığınmak… Üstadın, “Onu tanıyan ve itaat eden zindanda dahi olsa bahtiyardır. Onu unutan saraylarda da olsa zindandadır, bedbahttır.” sözünü en derinlerinde hissederek yaşamak… Huzur-u İlâhîyi koklamak… Bu defa ruhunda duyduğun tarifi mümkün olmayan lütf-u Rabbanînin ikramı için gönlünün kuytularında büyüttüğün şükür incilerini bir bir göz limanından huzur kıyılarına bırakmak… Sair zamanda belki de hiçbir vakit tadamayacağın bu eşsiz manevî lezzet için bulunduğun dar mekâna hamd etmek… Hiç layık olmadığın halde Rabbinin gönderdiği ikramlara, zerreciklerine kadar hissettirdiği şefkati, merhameti ve himayesi için şükretmek… Zahmette saklı rahmete muhatap olmak, o gizli hazineyi keşfetmek, imtihanın hakkını vererek o rahmete gark olmak, elbet kolay değil.
Rabbim bu imtihanı kazanan kardeşlerimle beraber beni de o rahmete mazhar olan bahtiyar kullarından eylesin. Mevlâ önden gidenlerimizi, yolda olanlarımızı, arkadan gelenlerimizi ashabın izinden gidenler olarak kabul buyursun. Efendimizin (s.a.v.) “Kardeşlerim” hitabının muhatabı olma şerefine layık olan salihlerden, sadıklardan, sıddıklardan eylesin.
Babacığım, bir süredir misafiri olduğum mekândan bahsedecek olursam burada günlerimiz dizi film tadında geçiyor. Kadın, erkek ve çocuklardan oluşan 50 kişilik karma bir koğuştayım. Yüzde 90’ını savaştan kaçmış, bir süre Türkiye’de yaşamış Suriyeli Kürtler oluşturuyor. Onlardan bahsedeyim, vaziyetlerini tasvire çalışayım diyorum, boğazıma bir şeyler takılıyor. Sanki kelimeler düğümleniyor. Müslümanların şu içler acısı hâli yüreğimi kanatıyor. Şahit olduklarım, insanların temel insanî değerlerle insan gibi yetiştirilmeye, terbiye edilmeye ne kadar çok ihtiyaç olduğunu ve insan olmanın, kul olmanın ne sorumluluklar yüklediğini ve bu şuurda yaşamanın ne kadar elzem olduğunu anlamamı sağladı. Aksi olduğunda insan, cehalet bataklığına gömülmüş, insanlıktan bihaber yaratılmış diğer mahlûklar gibi, belki daha da fena bir vaziyette oluyor.
Ah seccadem, nelere şahit oldun!
Bir kez daha anladım ki insanlığın Hizmete çok ihtiyacı var. Ve bizim, Rabbimizin lütfuyla içinde bulunduğumuz topluluğun adeta şükrünü ifa edercesine kendi yaşadığımız imtihanın, sürecin enkazından sıyrılıp yeniden taptaze hislerle yorulmadan koşmamız lazım. Bu gerçekle yüzleştiğimde dört yıldır kalbimde yanıp duran kor yeniden harlanıyor. Sanki alevler hücrelerime sıçrıyor. Yangın bütün ruhumu sarıyor. Beni huzur köşeme sürüklüyor ve kendimi setretmek için ranzamın etrafına ördüğüm battaniyeden perdenin arkasına geçiyorum. İçimin yangınını söndürmeye yetişen hüzün yağmurlarımı seccademin şefkatli kucağına emanet ediyorum.
Ah seccadem, benimle neler yaşadın, nelere şahit oldun. Yıllardır yanımdan ayırmadığım arkadaşım, sırdaşım, derttaşım. Kocaman bir dünya saklıyorum perdenin ardında. Dışarıda dünya için, dünyalık için kopan kıyametleri bırakıp içimde kopan fırtınalarla Rabbime yöneliyorum. Necip Fazıl’ın dediği gibi burası “dünyaya kapalı, Allah’a açık.” Şu daracık mekân sınırlarını aşıp bambaşka mekânlara dönüşüyor. Küçücük bir yatak bazen gönül semanı kaplayan kara bulutları dağıtan bir Hira, bazen huzuru solukladığın bir mescid, bazen şefkati bulduğun sıcacık anne kucağı, bazen Üstadın çınar ağacındaki menzili, bazen nefis muhasebesi yaptığın bir çilehane ve bazen de Risale okumaları yaptığın bir dershane, bir medrese oluyor.
Dualar yaralarıma merhem oldu
İnsanların uhuvvetten uzaklaştığı, hasımane duygularla birbirine hücum ettiği bu yerde bazen kendimi çok yalnız hissediyorum. Türkiye’deki 11 aylık medrese-i Yusufiye günlerimi hatırlıyorum. Kulağımda büyüğümüzün sesini duyuyorum. “Hey gidi günler, meğer ne tatlı günlermiş” diyorum. “Şu mekânda hizmetteki kardeşlerimle olsaydık burası yine cennet bahçesine dönerdi, Ramazanın tadı bir başka olurdu” diyerek hüzünlenirken, başımı çevirdiğim duvarda benden önce bu huzur köşesinin misafiri olmuş bir kardeşimin, mahzunluğumu hissetmiş gibi beni teselli edercesine yazdığı “La tahzen…” ayetini ve bana hediye ettiği “Ferdun Hayyun…” zikrini gördüm. Maddeten yanımda olmasa da manen varlığını hissettiğim bütün kardeşlerimden Allah razı olsun. Bu süreçte sizin vesilenizle garipliğimin yaralarına Nihal Abla gibi nice güzel insanın duaları merhem oldu. Rabbim onların da sıkıntılarını gidersin. Allah şu kutlu zaman dilimleri hürmetine küllî bir ferah, ferec ve mahreç versin. Hayır kapılarını ardına kadar açsın.
Babacığım, burada yaşadığım beni etkileyen birkaç güzelliği sizinle paylaşmak istiyorum. Buraya geldiğim ilk gün kıbleyi sorduğum Müslümanlar şaşırmışlardı. Ben de onların şaşırmasına şaşırmıştım. Meğer Afgan bir amcadan başka namaz kılan yokmuş. Çok üzülmüştüm. Sebebini sorduğumda burada namaz kılmanın zor olduğunu, çıkınca kaza edeceklerini söylediler. Ben de, “Ya ömrümüz yetmezse?” dedim. Bunun üzerine namazın önemi ve vazgeçilmezliği üzerine biraz konuştuk hanımlarla. Ertesi gün elhamdülillah namaz kılan beş kişi olduk. Onları sabah namazına kaldırmamı istediler. Ramazan’la sayımız biraz daha arttı. Hatta bazı vakitler cemaat oluyorlar, teravih namazı kılıyorlar.
Risale-i Nur derslerine başladık
Bir diğer nimet de Ramazan’la birlikte beş vakit ezan-ı Muhammedî okunması oldu, binlerce şükür. Burada bana can yoldaşı olan Fidan adında Suriyeli bir kız var. Anneannesi Türk’müş, kendisi de çok iyi Türkçe konuşuyor. Geldiğim ilk günlerde diğer kızlarla beraber bana “İyi ki geldin, bize sevinç getirdin.” demişlerdi.
Bir gün Risale-i Nur okurken Fidan yanıma geldi. “Ne okuyorsun?” dedi. Nurlar üzerine yaklaşık iki saat konuştuk. Birlikte Risale okuduk. Çok sevdi. Kendi de okumak istedi çıkınca. O günden sonra beraber Risale okumaya başladık. Hatta bilmediğim bazı Arapça kelimeleri bana o açıkladı. Bugün de benimle ilgili düşündüklerini yazmış kısa bir mektup gibi. Orada “Senden her gün yeni şeyler öğreniyorum, teşekkür ederim. Küçük büyük herkese mutluluk veriyorsun” demiş. Bu yazdıkları beni çok mutlu etti. Rabbim her şartta, her yerde ve her zaman gönül insanı olmayı nasip etsin. Her daim Allah’ın kullarının kalplerine iman, sevgi, sevinç, huzur katreleri serpmek nasip olsun.
Biraz da buradaki en güzel şeyden, minik mi minik, tatlı mı tatlı melek Raşit’ten bahsetmek istiyorum. Beş aylık, boncuk boncuk bakan, sevimli bir bebek. Ranzama kurduğum iki metrekarelik küçük dünyamdan ayrılıp insanların arasına karıştığım zamanların büyük çoğunluğunu onunla geçiriyorum. Annesinin iki küçük çocuğu daha var. Ben de ona yardım ediyor ve Raşit’le ilgileniyorum. Onun masumluğuna dalıp gidiyorum. Günden güne nasıl değiştiğini gözlemliyorum tefekkür kaynağımın.
Ağlayan bebeği esma zikri susturdu
Raşit’le sayısız anımız oldu. Bunlardan beni en çok etkileyeni şuydu: Bir gün yine çığlık çığlığa ağlıyordu. Polisler maması için sıcak su getirmemişlerdi. Annesi kıyamam ne yaptıysa susmadı. Bir de ben denesem dedim, gittim kucağıma aldım. Onunla konuştum, başını okşayıp kulağına tesbihatta okuduğumuz İsm-i Azam duasını okumaya başladım. “Ya Cemîlü ya Allah…” diyerek isimler okunurken biraz sakinleşti, nefes alışverişi değişti, sanki her Allah deyişime eşlik etti. Öylece uyuyuverdi. Normalde azıcık acıkınca susmayan bebeği Rabbimizin güzel isimleri sakinleştirdi, avuttu, uyuttu. Namaz kılanlara bakıp kahkahalarla gülmesi, ben onu okurken parmaklarıyla ağzıma dokunup gözlerimin içine derin derin bakması, minik Raşit’le yaşadığımız tatlı anılardan birkaçı.
Burada beni mutlu eden bir diğer güzellik de altı yaşında iki tane öğrencimin olması. Hizmet erleri bütün dünyada eğitim seferberliğine koyulmuşken bize durmak yakışır mıydı? Bu iki çocuk birbirleriyle kavga ediyorlardı sürekli. Ben de dedim: “İster misiniz sizinle bir şeyler öğrenelim?” Onlar da maşallah beklediğimden çok büyük bir istekle karşılık verdiler. Heyecanla, “Öğretmenim, öğretmenim” diye etrafımda dönmeleri, birkaç harf öğrenip yazdıklarında yüzlerinde gördüğüm mutluluk bir kere daha mesleğim için şükür vesilesi oldu.
Yaşadığımız imtihanlar da bizim için bir rızık, bir nimet. Nasıl ki yiyeceklerden aldığımız tatlar çeşit çeşit. Kimi tatlı, kimi ekşi, kimi de acı. İmtihanlarımız da öyle. Yaşadığım sabır imtihanını reyhana benzetiyorum. Tadı acı olsa da kokusu güzel. Acısı geçtiğinde güzel kokusu hep benimle kalacak inşallah. Peki ya acıyı sevmek olur mu? Cevaben İbrahim Hakkı Hazretleri diyor:
“Gelse celâlinden cefa,
Yahut cemalinden vefa,
İkisi de cana sefa,
Kahrın da hoş lütfun da hoş.”
Bayram, babamın vefat yıldönümüydü
Bugünler de geçecek biliyorum. Neler neler geçmedi ki, bu da geçer elbet. Ama hasret! Hasretin verdiği acı geçmiyor baba. Bir vuslat muştusu bekliyor mahzun gönlüm. Sizleri de çok özledim. Ailemin hasretinin üzerine bir de bayram burukluğu eklenince içimde hüzün rüzgârları esiyor. Bayramın, geçen yıl canım babacığımı ahirete uğurladığımız güne tevafuk etmesi, rüzgârın şiddetini arttırsa da, kendimi bu firak günlerinin kazasını yapacağımız gelecek vuslat günlerinin hayaliyle teselli ediyorum. Diyorum “Demek ki Rabbim bir bayramı daha medrese-i Yusufiye’de geçirmemi istemiş. Üstelik bu defa gurbet içinde gurbet. Bunda benden muradı ne ise onu gerçekleştirmeyi, imtihanı okumayı ve neticesinde Onun rızasını kazanmayı nasip etsin.
Burada dün geceden bu yana bir matem havası hâkim. Hanımlar çok ağlıyor. Ben de kendi hüznümü küçük menzilciğime saklayıp yanlarına gittim. Onları teselli etmeye çalıştım. “Şükredecek ne çok nimet var. Sevdiklerimizle daha nice bayramlar göreceğiz inşallah, Rabbimiz yaşattığı sürece. Düşünsenize, hayatta kaç kere hapiste bayram kutlayabilirsiniz? Buradaki insanlarla ve benimle bir daha hangi bayramda beraber olacaksınız? Tadını çıkarın” dedim. Kısa süre de olsa yüzleri güldü.
Sabah bayram namazı kılındı, toplu bayramlaşma oldu. Farklı, buruk, ama güzeldi. Çocuklar elimi öptüler. Anladım ki, ben de artık eli öpülecek yaşlara gelmişim. Bu satırları yazarken sabahkinin aksine bir düğün havası hâkim koğuşta. Müzik sesi, alkışlar, bağırışlar… Her zamanki gibi bir anları bir anlarını tutmuyor!
Bayramımız mübarek olsun babacığım. Hayırlara vesile olsun. Canım ailemin bütün fertleriyle beraber bütün güzel insanların bayramlarını tebrik ediyorum. İçerideki, dışarıdaki, hicretteki… Bütün kardeşlerimizin sevdiklerinden ayrı geçirdiği son bayram olsun. Dünyadaki zulüm son bulsun, mağdurlar kurtulsun. Sevgi, muhabbet ve en içten dualarımla selamlıyor, hürmet ediyorum. Rabbime emanet olun.
Lütfen, tüm mağdurlara dua edelim
Bu süreçte genç yaşta nice imtihanlara muhatap olan kardeşlerimiz gibi üniversiteyi bitirir bitirmez peş peşe acılar yaşayan gelinimin mektubu burada bitiyor. Hepinizden ona da, diğer mağdur kardeşlerimize de dua istirham ediyorum. Rabbim bir an önce mazlumları felaha erdirsin.
https://www.tr724.com/kardeslerim-de-olsaydi-hapis-cennete-donerdi/
- tarihinde hazırlandı.