Davutoğlu hangi refleksle hareket etti?
Zaman Gazetesi yazarı Kerim Balcı, Abdullah Gül'ün Dışişleri Bakanlığı döneminde Türk büyükelçiliklerine gönderilen ve Türk okullarının desteklenmesini isteyen genelgeyi Davutoğlu'nun yürürlükten kaldırmasını ve Davutoğlu'nun bunu yaparken hangi refleksle hareket ettiğini yazdı.
İşte Kerim Balcı'nın o yazısı:
Devletleşmeden devletçileşmeye Türk siyasası
Dışişleri bakanı olduğunda Prof. Ahmet Davutoğlu, yeni Türk dış politikasının çok-aktörlü, çok-yönlü ve çok-düzeyli olacağını söylerdi. Bu çok-çok-çok yaklaşımının ortak adı “entegre dış politika anlayışı” idi. Bu anlayışa göre Türk dış politikasının sadece Dışişleri Bakanlığı ve personeli tarafından, hatta sadece devlet organları tarafından yürütülebilir olduğu zamanlar geride kalmıştı. Artık bütün bakanlıklar dış politika oluşumuna katkıda bulunacak, sivil toplum, sanayi ve ticaret çevreleri, aydınlar, gazeteciler, özetle ülkenin bütün insan kaynakları Türk dış politikasının aktörlerine dönüşecekti. An geldi, Bakan Davutoğlu, yurtdışındaki Türk diasporasının sadece Türkoğlu Türkleri değil, Osmanlı coğrafyasında yaşamış Ermeni ve Yunanların torunlarını da kapsadığını, bu milletlerin lobilerinin de Türk dış politikasının aktörleri olarak algılanabileceğini söyledi.
Çok-aktörlülük Türk siyasasına merhum Turgut Özal’ın ekonomi politikamızı çok-aktörlü hale getirmesiyle girmişti. Zamanla kamu iktisadi teşebbüsleri özelleştirildi ve özel sektör ekonominin direksiyonuna oturdu. Bir zamanlar TÜSİAD’ın tekelinde olan işadamları adına konuşma tekeli, MÜSİAD ve TUSKON gibi yapıların kurulmasıyla kırıldı. Anadolu’da yüzlerce işadamları derneği kuruldu. TOBB ve DEİK gibi yapılar, Türkiye İhracatçılar Birliği gibi hükümetten bağımsız hareket edebilen ve gerekli gördüklerinde hükümetin ekonomi politikasını eleştirebilen birlikler ortaya çıktı. Bu yapıların bazıları Özal öncesinde de vardı, ama ekonomi politikamızın aktörleri değillerdi. Nesneleştirilmişlerdi. Özal’la birlikte özneleştiler…
Özal’ı takip eden yıllarda güçlenen orta sınıfla birlikte daha önce hükümetin tekelinde olan hemen bütün faaliyet alanlarına sivil toplum ortak olmaya başladı. Eğitimde özel sektör milli eğitim politikalarını şekillendiren adımlar attı. Özel sektörün girişimci ve gelişmeye açık yönü kamu sektörünü de arkasından sürükledi. Sağlıkta da öyle oldu. Ve evet, AKP yönetimiyle birlikte dış politikada da çok-aktörlü bir dönem başladı. Diplomasi ekonomiyi takip etmeye başladı. Afrika açılımı başladığında yeni elçiliklerin hangi ülkelerde açılacağını Dışişleri personeli, kendilerinden çok önce Afrika ülkelerinde Türk okulları açmış olan gönüllülerle istişare ederek belirlediler. Temel Kotil’in ifadesiyle, Türk Hava Yolları yurtdışında hangi şehirlere uçuş başlatacağını Türk işadamları ve eğitimcilerinin taleplerine göre belirlemeye başladı. Dışişleri Bakanlığı döneminde Türk okulları ve diğer Türk örgütlenmelerinin desteklenmesi yönünde bir genelge yayınlayan Abdullah Gül, temelde bu çok-aktörlülük siyasetinin gereğini yerine getiriyordu. Geçtiğimiz hafta içinde Gül’ün söz konusu genelgesini iptal eden Davutoğlu, Hizmet karşıtlığından kaynaklanan bir refleks değil, üçüncü Erdoğan hükümeti döneminde başlayan devletçileşme siyasetinden kaynaklanan bir refleksle davranıyor. Sadece Hizmet kurumlarını nesneleştiren –hatta şeytanlaştıran– bir siyasetle karşı karşıya olsak, Hizmet bu zulmü sineye çekebilir, memleket çıkarları için sessiz kalabilirdi. Ne var ki gözlemlemekte olduğumuz şey, artık devletleştiğini hisseden hükümetin aynı zamanda devletçileştiğidir. Ve asıl korkulması gereken bu meyil ve bu meylin siyasetin müdahil olduğu hemen her hayat alanına hükmetmekte olduğu gerçeğidir.
“Devletin okulları neyinize yetmiyor?” diyerek özel okulları dışlayan bir başbakanımız var. Yurtdışında Türk okulu açılacaksa onu da biz açarız yaklaşımında olan bir hükümetimiz var. Bu, Tandoğan ruhunun canlanması değilse nedir? Ali Bulaç ağabey, “Türkiye’de sivil toplum kuruluşu yoktur, sivil devlet kuruluşu vardır.” derken aynı probleme parmak basıyor. Son dönemde devletin medyası, devletin işadamı, devletin bankası, devletin insanî yardım kuruluşu, devletin hastanesi gibi kavramlarla tanıştık. Başbakan’ın görece özgür Kızılay’ı bile dışlayarak, güzide insanî yardım kuruluşlarını töhmet altında bırakacak şekilde halkın yardımlarını AFAD’a yönlendirmesi de aynı meylin ifadesidir. Devletin sahibi olduklarını zannedenler, devletin de her şeyin sahibi olmasını arzuluyorlar…
Hizmet’e yapılanlar, devletin cemaati olmaya direnebildiğinden dolayı yapılıyor.
- tarihinde hazırlandı.