Az kaldı, ha gayret!
İçinden yol geçirilen okullar, üzeri örtülen reklam panoları, indirilen dershane tabelaları, üfürükten bahanelerle yapılan teftişler, kapatılan yurtlar, oluşturulan özel ekiplerle posta kutularından alınıp imha edilen gazeteler, fişlemeler, suçlamalar, iftiralar, hakaretler…
İlan veren firmaları arayıp gözdağı vermeler, devlet ilanlarını sadece kendi yandaşlarına yönlendirmeler, vergi inceletmeler, müfettiş göndermeler ve daha pek çok şey…
Allah’ın her günü öfke, hakaret, aşağılamanın bini bir para... Meclis’te, açılışta, ekranda, gazete sayfasında aynı nefretin tebarüz edişi…
Çok değil, yirmi yıl önce yaşananlara benzer, hatta daha beter bir sürecin tam ortasından geçiyoruz sanırım. Yaşı müsait olanlar hatırlayacaktır; vaktiyle 28 Şubat’taki vesayetin temsilcileri için, ‘ellerinde olsa kendileri gibi olmayanlara oksijen bile vermezler’ diye yazmıştık. Yaşananlara bakınca, maalesef zihniyetin değişmediğini, belki daha da fenalaşarak devam ettiğini görmek hakikaten üzücü.
İtiraf etmek lazım ki, çıta en baştan yüksek yere konmuş: “Onlara su bile yok” zihniyetinin giderek insafsızca bir gizli kaideye dönüştüğünü ve gün geçtikçe daha beter ibretlik uygulamalara yol açtığını görmek ülke adına hiç de umut verici değil sevgili okur.
Şüphesiz her dönem, haksızlık ve zulmü yapanların kendilerince bir mantıkları ve gerekçeleri vardı. 28 Şubat’ta da öyleydi zira. Haksız ve insafsızca uygulamalara imza atanlar, kanunsuzlukları, her türlü hak gasbını kendilerince makul ve mazur görüyor, ellerinden geldiğince bu uygulamalara yasal kılıflar geçiriyorlardı.
Tarih, her dönem olduğu gibi o karanlık dönemi de kaydetti şüphesiz. Tıpkı bugünleri de kaydediyor olduğu gibi.
Son olarak İETT’nin yaptığı uygulama…
15 bin öğrenciye sahip bir üniversiteye yapılan otobüs seferlerini iptal etmenin elbette kılıfını bulmak, ‘yersen’ düşüncesiyle gerekçe uydurmak pek zor olmasa gerek. Ancak bu ülkede yaşayan herkes neyin, ne için yapıldığını çok iyi biliyor artık. Gerçi Bank Asya gibi kurumlara bile yapılanları gördükçe, otobüs seferi iptali biraz düşük yoğunluklu zulüm olarak kalıyor ama dediğim gibi, yapılanları tarih yine de not alıyor şüphesiz.
Bir arkadaşım, bu muameleyi duyduğu an şöyle bir tepki verdi: “Yılbaşı gecesi alkollü vatandaşları evlerine bedava götüren kurum, üniversite öğrencisini yolda bırakabilecek kadar insafsızlaşıyorsa, sakat bir şeyler var demektir!”
Daha önce seferlerin iptalini şoför azlığı ve metrobüs kullanımına bağlayan kurum, daha sonra gerekçeyi “hat yoğunluğu azlığı” şeklinde güncellemiş. Aslında herhangi bir gerekçe açıklamalarına bile gerek yoktu bence. “Size otobüs de yok” demeleri yeterliydi.
İngilizce öğretmenliği okuyan 2. sınıf öğrencisi fiziksel engelli Elif’in okula gidip gitmemesi elbette çok da umurlarında olmayacaktır.
“Onlara tabela yok, kredi kartı yok, banka yok, gazete yok, reklam yok, okul yok, yurt yok” düşüncesi “otobüs de yok” noktasına kadar geldi. Sanırım “su da yok”a çok kalmadı… İptal edilmeyen seferlerde de, bu okullardaki öğrencilerin arka koltuklarda oturabileceğine dair bir yönetmenlik çıkarılırsa kimse şaşırmaz artık sanırım.
Thomas Jefferson tarafından kaleme alınan ve içinde “Tüm insanların eşit yaratıldığını, yaradanları tarafından kendilerine devredilemez hakların verildiğini ve bu hakların yaşam, özgürlük ve mutluluğa erişme haklarının bulunduğu gerçeklerinin apaçık ortada olduğunu kabul ediyoruz.” cümleleri geçen bildirge 1776’da yayınlanmıştı.
Yani bundan yaklaşık 250 yıl önce…
İkiyüzelli yıl…
Kaynak: http://www.zaman.com.tr/mahmut-nedim-hazar/az-kaldi-ha-gayret_2246437.html
- tarihinde hazırlandı.