Hizmet Hareketi niçin şeffaf değil?
2008 yılının nisan ayında uydu firması Eutelsat'ın davetine katılmak üzere Paris'e gitmiştim. Tanıtım sonrası yapılan basın toplantısının akabinde güzel bir Fransız restoranında yemek yiyorduk. Türk gazetecilerin yoğun olduğu bizim masanın en ilgi çeken konusu yine sayın Fethullah Gülen idi.
Davete katılan Cumhuriyet gazetesinin bayan muhabirinin "Fethullah Gülen bir cami imamı, niçin sahasıyla alakalı olmayan değişik konulara giriyor?" sorusu diğer gazetecilerin de ilgisini çekince hoş ve şeffaf bir sohbet gerçekleşmiş oldu.
Bayan arkadaşı üzmemek için jakoben bakış açısının, Hizmet hareketine negatif bakanların neredeyse hepsinin ortak özelliği olduğunu ifade etmedim. Kimin ne ile uğraşıp uğraşmayacağına karar vermenin biraz değil, bariz bir faşist bakış açısı olduğunu söylemek ise çok kaba kaçacaktı. Her samimi sohbetin mutlaka insanları birbirine yaklaştıracağı inancıyla soruya şu cevabı verdim:
"Sayın Gülen sizin bildiğiniz cami imamlarından çok farklıdır. Kant'dan Hegel'e, Dekart'tan Pascal'a kadar Batılı bütün düşünürleri ve Batılı klasiklerin neredeyse hepsini okumuştur. Doğu'yu bildiğini söylemeye gerek yok zaten. Şimdi sanattan edebiyata, oradan felsefeye kadar yapılan tüm bu okumaları sadece cami cemaatına anlatsa bu biraz garip olmaz mı? Sayın Gülen muhteşem okumaları ile hem Doğu hem Batı kültürünü yepyeni bir tarzda sentezleyecek donanıma sahiptir. O yüzden mevcut milliyetçi, muhafazakar, liberal gibi kavramları aşan özellikte bir isimdir. O yüzden de anlaşılamamaktadır. Onu suçlayanların neredeyse hepsi onun eserleri okumadığı için, tek bir şahısta buluşması mümkün olmayan özelliklerle onu suçlayabilmektedir. Sayın Gülen'e ümmetçi, milliyetçi, Hristiyanlık yayıcısı, tutucu İslamcı, ılımlı İslamcı, pantürkist diyen soldan ve sağdan çok sayıda "aydın" bulunmaktadır. Onu tanıyan ve okuyan gerek Hristiyan ve gerekse sol cenahtan entelektüellerin onu olumlu olarak anlatması ise, onun donanımının bırakın cami dışını, Türkiye dışını bile ilgilendirdiğini ortaya koymaktadır. Onun adına açılan uluslararası kürsülerle bu da giderek daha görünür hale gelmektedir."
İkinci soru "Gülen Hareketi şeffaf değil."
"Biz şeffaf olduğumuzu düşünüyoruz" diyerek şöyle devam ettim. "Hareketin düzenlediği bütün organizasyonların mali tabloları gerek Türkiye olsun gerekse diğer ülkelerin maliyesi tarafından biliniyor ve kontrol ediliyor. Organizeyi yapan kurumun yönetim kurulları biliniyor. İnsan kaynakları biliniyor. Şeffaf olmak için başka ne yapılabilir. Ben Zaman gazetesi yöneticisiyim. Harekete destek veren kurumların hepsinde arkadaşlarım var. İsterseniz gelin sizi Zaman gazetesine götüreyim. İstediğiniz bölümü inceleyin. Veya Samanyolu televizyonu veya Bankasya veya Yazarlar Vakfı olabilir dedim. Ama bayan muhabir bunların bilinen kurumlar olduğunu onun görmek istediği şeffafiyeti sağlamayacağını söyledi. Ben o zaman "Hizmet hareketinin bir politbürosu veya meclisi yok. Gülen'in talebeleri tanınıyor. Işık evleri denen bekar üniversiteli talebelerin kaldığı evler muhtarlıklara kayıtlı, oralarda kalanlar uzayda değil aramızda yaşıyorlar. Okullardan mezun olanlar da belli. Hareketin ruhunu sayın Gülen'in fikirleri, kitapları ve onların istişaresinden çıkan yeni ilham ve fikirler oluşturuyor. Bunların ise hepsini saygın kitapçılardan temin edebilirsin. İnternette de bulmak mümkün. Televizyonlarda da yayınlanıyor. Onları inceleyerek veya bizzat gidip sayın Gülen'le (yüzlerce gazetecinin yaptığı gibi) konuşarak şeffafiyeti kendiniz bulabilirsiniz. Sayın gazeteciyi bunlar tatmin etmeyince, ben gülümsemeye sebep olan hafif bir espriyle "Gösterecek gizli bir şey kalmadı. Kastedilen şeffafiyet bizim ayıp olarak kabul ettiğimiz sınırları zorluyorsa biz o noktada şeffaf olamayız." deyip konuyu kapattım.
Son soru "Hareketin okullarında çocuklara ne öğretiyorsunuz?" şeklindeydi. Ben bunu öğrenmeniz çok basit deyince şaşırdı. 'Nasıl?' sorusuna "Kendi çocuğunuzu ve bir akrabanızın çocuğunu hareketin okullarından birine kaydedin. Bu okullar bildiğiniz gibi her din, mezhep ve milletten insanlara açık. Çocuk okul sonrası eve gelince ne okuduğunu ne öğrendiğini sorun ve o size anlatsın. Onun anlattığına herhalde inanırsınız artık" cevabını verdim.
Şimdi aynı sorular Almanya'da da soruluyor. Önceki günkü Frankfurter Rundschau gazetesinde iki tam sayfa hizmet ve kültür olimpiyatlarıyla alakalı haber yer aldı. Haber genel olarak objektif ele alınmıştı. Fakat bu tür bulanıklığa sebep olacak sorular da yok değildi. Sol Parti milletvekillerinden Barbara Cardenas, hareketi antidemokratik olmakla suçlarken, Hizmet mensuplarının Türkiye'nin Almanya tipi bir anayasaya kavuşması için insanüstü bir gayret gösterdiğini herhalde bilmiyordu. Yeşiller Partisi milletvekili Mürvet Öztürk ise, hareketin "katı muhafazakar" olduğunu ileri sürerken, ilham aldığı Doğu Perinçek'in "ılımlı İslam" görüşüyle ters düştüğünü farkedemiyordu.
Gazetenin haberinde Almanya'da açılan 25 okulun öğretmenlerinin hareketin içinde olmadığının ifade edilmesi güzeldi. Fakat Alman okuru doğru bilgilendirmek adına öğretmenlerin büyük çoğunluğunun bio-Alman öğretmenler olduğunun yazılmaması eksiklikti. Ayrıca şeffafiyet adına hiç olmazsa bir tanesinin görüşü alınsa daha iyi olmaz mıydı? Bu durumda antişeffafiyet Hareket'ten mi yoksa, okumadan anlamadan konuşup yazanlardan mı kaynaklanıyor.
Sadece konuşmaktansa çalışmak güzel. Taş atılacak meyveli ağaç olmak ise ondan daha güzel. Mürvet Öztürk'ün dediği gibi özgürlükleri ve birlikte yaşamayı zirveye taşımak ise en güzel.
- tarihinde hazırlandı.