Laf Müslümanlığı
28 Şubat’ın devamında Fethullah Gülen Hocaefendi’ye ve Hizmet’e karşı 17 Haziran 1999’da operasyon düğmesine basanlar 15 sene sonra urba değiştirip geri döndüler. Tıpkı 15 yıl öncesinde olduğu gibi devlet iktidarını kullananlar, medya yalanlarıyla bir topluluğu uydurma isnatlarla mahkûm etmeye çalışıyor.
Bu meselenin iki tarafı var. Birincisi, Türkiye’de herhangi bir topluluk, herhangi bir inanç, herhangi etnik yapı hâlâ devlet faşizmine maruz kalabiliyor, ötekileştirip şeytanlaştırma çabalarının hedefi olabiliyor. Bu türlü ‘Olağanüstü Hal’ uygulamaları bir türlü sona ermiyor. İkincisi, devlet bu ötekileştirmeyi ve şeytanlaştırmayı yaparken sürekli olarak yalana, iftiraya ve tezvirata başvuruyor. Sizin yasalarda yazan herhangi bir suçu işlememiş ve işlemiyor olmanız, zan altında kalmanızın, iftiraya maruz kalmanızın önünde engel teşkil etmiyor. Bu da bize az gidip uz gidip demokrasi, insan hakları ve hukuk konusunda bir arpa boyu yol gitmediğimizi gösteriyor. Oysa bugün iktidarı kullananlar kendilerine dindar, muhafazakâr diyen hayat referansı olarak İslam’ı aldığını söyleyen insanlar. İnsan haklarına, iftiraya, ithama, hukuka ve başka da bir sürü şeye çok daha dikkat etmesi gereken ya da en azından öyle olması beklenen bu insanlar bugün maalesef eskileri aratır durumdalar.
Görünüş olarak İslami olsak da reel hayatta din üzerimizde tesir bırakmıyor. Devlet yönetimine İslami kaygılarla başlayanların bile büyük çoğunluğu İslam’ın birçok emrini siyasete kurban etti.Gediz Üniversitesi Öğretim Üyesi Abdulkadir Civan, dün gazetemizde yayımlanan bir yazı kaleme aldı. Yazı; Scheherazade S.Rehman ve Hossein Askari’nin, 2010’da Global Economy Journal isimli dergide yayımladıkları makaleye dayanıyordu. ABD’de George Washington Üniversitesi’nde çalışan Rehman ve Askari isimli iki araştırmacı, temel İslamî prensipleri belirleyip eldeki verileri kullanarak dünya üzerindeki ülkelerin bu prensiplere ne kadar uygun hareket ettiklerini inceleyen bir çalışma ortaya koymuşlar. Ülke içindeki rüşvetin yaygınlığı, vergilerin adilliği, fakirlere eğitim, sağlık vs. gibi alanlarda yardımlar, özel mülkiyetin korunması, yargının bağımsızlığı, yönetim etkinliği gibi konulardan kadın haklarına, çevreciliğe kadar geniş bir yelpazeden inceleniyor, değerlendiriliyor ve puanlar veriliyor. Buna göre ülkelerin İslamilik sıralaması belirleniyor. Ancak adına İslam ülkeleri dediğimiz İran, Suudi Arabistan, Afganistan, Türkiye gibi ülkelerin hiçbirisi ilk yüz ülke içine giremiyor bu inceleme sonucunda. İslamilik endeksinde ilk üç sırayı Yeni Zelanda, Lüksemburg ve İrlanda alırken Türkiye 103. sırada kendine yer bulabiliyor.
Görünüş olarak ve dilin söylediklerine göre ne kadar İslami olsak da reel hayatta maalesef din üzerimizde tesir bırakmıyor. Bizim dini ölçülerimiz sadece başörtüsüne ve İsrail düşmanlığına indirgendiği için siyasete ve devlet yönetimine İslami kaygılarla başlayanların bile büyük çoğunluğu İslam’ın neredeyse diğer bütün rükünlerini, emirlerini siyasete kurban ettiler. İslam’ın rüşvet, kamu malının kullanılması, yolsuzluk, yalancılık, yargıya müdahale konularındaki kesin emirleri, siyasetin Bizans’tan kalan dehlizlerinde tarumar edildi.
Hadi böyle bir duruma düşme noktasında siyasetçileri bir nebze anladık diyelim. Ya diğer İslami cemaat ve tarikatların bu aymazlığa, bu hukuksuzluğa, bu savrulmaya karşı gösterdiği tavır nasıl açıklanır? Beytülmalin böylesine çarçur edilmesi, kişisel zenginleşme aracı olarak kullanılması, ayyuka çıkan yolsuzluk iddiaları, başka müminlerin, yalan ve iftiralarla töhmet altında tutulması, hukuksuz bir şekilde devletten tasfiye edilmesi, onlara gönül veren işadamlarına devletin yaptığı zulümlere en azından sessiz kalınarak rıza gösterilmesini ne ile açıklıyorlar merak ediyorum…
- tarihinde hazırlandı.