Cumhurbaşkanı ne dedi?
Star Gazetesi'nde bir manşet... Cumhurbaşkanı, İtalya'ya giderken söyledikleri bakın nasıl aktarılıyor: "Paralel yapı var... Müdahale doğru..."
Oysa durum farklı. Abdullah Gül, bir soru üzerine herkesin söylediğini tekrarlıyor. Demek istiyor ki, devlet hiyerarşisine uymayan, amiri yerine başka merkezlerden talimat alanlar varsa, bu kabul edilemez. "Bürokraside hukuk dışı dayanışma olmaz" cümlesinin anlamı bu.
Peki başka ne diyor Gül: "Bir hukuk devletinde herkesin sadakati önce Anayasa ve kanunlara olur. Bunun dışında başka şekilde bir dayanışma olursa HUKUK ÇERÇEVESİ İÇİNDE müsaade edilmez."
Ve ilâve ediyor: "Bu müdahale gerçekleşirken, yanlış yapılmış, hukuk dışına çıkılmışsa, yine mekanizmalar var."
Ama Türkiye'de olanlara bakınız! Her şey Abdullah Gül'ün çizdiği "hukuk devleti" çerçevesinde mi gerçekleşiyor? 5 bine yakın polis, haklarında bir soruşturma açılıp, bir kusur isnad edilmeden oraya buraya sürüldü... Soruşturma dosyaları savcıların elinden alındı... İzmir'de Adalet Bakanı'ndan müsteşarına, hatta Emniyet Müdürü ve Vali'ye kadar herkes, İmbad operasyonunun savsaklanması için seferber oldu. Bu baskıları yapanlar yerine, direnen savcılar ve polisler yerlerinden edildi.
Evet... Abdullah Gül'ün dediği gibi, hukuk sistemimizde bu hatalı uygulamalara karşı da mekanizmalar mevcut: İdare Mahkemesi'ne gidebilirsiniz. Lâkin, yanlış uygulamaların telâfisi uzun sürebilir ve bu zaman zarfında yolsuzlukların üzerini örtme çabaları bir hayli mesafe alır.
Acaba amaç, 30 Mart mahalli seçimlerine kadar halkın gerçeklerden haberdar olmasını engellemek mi?
Hukuka uyuluyor mu?
Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı, 30 Aralık 2013'te tasfiye edilen memurlar hakkında şu açıklamayı yapmıştı: "Bürokratlar, amirlerinin emirlerine itaat etmek ve sadece onlardan emir almak durumundadır. Halkın iradesiyle seçilmiş iktidarların idari tasarruflarına tabii ki saygılı olunmalıdır. Ancak kriterleri belirsiz istihbari bilgilere dayanılarak, hukuka aykırı bir şekilde tasfiye yapılması, demokratik olmadığı gibi en temel insan haklarına da aykırıdır."
Fethullah Gülen'in de buna benzer açıklamaları oldu. Bürokraside kendisine sempati duyan kişilerin bulunabileceğini, ama onların amirlerine itaat etmesi gerektiğini vurguladı.
Netice itibariyle, "paralel yapı"nın yolsuzluk operasyonu gerçekleşir gerçekleşmez Başbakan tarafından keşfedilip, hedef haline getirildiği herkesin malûmu. Bu da toplumda "Yolsuzlukların üzeri örtülmek mi isteniyor" algısını yaratıyor.
Ergenekon'un ipi
Özel Yetkili Mahkemeleri ya da Terörle Mücadele Kanunu'nun 10. maddesiyle kurulan Bölge Ağır Ceza Mahkemeleri'ni kaldırma teşebbüsü, demokratik bir hamle mi? Hükümete yakın gazetecilerin, bir zamanlar Balyoz ve Ergenekoncular'ın ileri sürdükleri iddialara tutunarak, "delil sahteciliği" üzerinde durmaları samimi mi? Yoksa "Yolsuzluk iddiaları da sahte belgelere dayanıyor" diyebilmenin yolunu mu açıyorlar?
BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş konuyu çözmüş. Diyor ki: "Derin devlet olayı, Ergenekon gerçektir. Bunların hepsi kumpastı, hataydı demek saçmalıktan başka bir şey değil. AKP çok ilkesiz davranıyor. Ergenekon'un ipine sarılmaya çalışıyor. Neredeyse cezaevindeki Ergenekoncular'dan özür dileyecek."
Adli kolluk
Adli Kolluk Yönetmeliği'ni değiştiren hükümet, idari yargı engeline takılmıştı. Hem Danıştay 10. Dairesi hem de Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, "Kolluk amirinin, adli olayları, mülki idare amirine derhal bildirme" ve "Cumhuriyet Savcısı'nın soruşturmaları Cumhuriyet Başsavcısı'na bildirme" zorunluluğunu hukuka aykırı bulmuştu. Şimdi AK Parti bir kanun hazırlıyor. Adli kolluk amirlerinin, görevlendirilen bir vali yardımcısıyla koordineli çalışması öngörülüyor. Savcıyla birlikte ve gizlilik içinde hareket etmesi gereken adli kolluk, Anayasa'ya aykırı bir biçimde, Emniyet Müdürü'ne ve Vali'ye bağlanmak isteniyor.
Bu durumda, ÖYM'lerin ve Bölge Ağır Ceza Mahkemeleri'nin kaldırılması girişimini, demokratik bir adım olarak görebilir miyiz?
- tarihinde hazırlandı.