Fethullah Gülen hedef mi gösterdi?
İstanbul 1. Sulh Ceza Mahkemesi, Samanyolu Medya Grup Başkanı Hidayet Karaca’nın ‘örgütün politikasına uygun yayınlar yaparak, örgüt yöneticisi olduğu’, Emniyet Müdürleri Tufan Ergüder ve Ertan Erçıktı ile Emniyet Amiri Mustafa Kılıçarslan’ın ise ‘Emniyet teşkilâtı içerisinde var olan örgütlenmeye dahil oldukları gerekçesiyle’ tutuklanmalarına karar verdi.
Neymiş bu yayın politikası? 6 Nisan 2009’da, Fethullah Gülen, Tahşiye örgütünü işaret etmiş, Samanyolu’nda yayınlanan Tek Türkiye dizisinde, Karanlık Kurul’da “Tahşiye örgütü” konusu işlenmiş. Bunun üzerine polisler harekete geçip, örgüt lideri diye Mehmet Doğan’ı tutuklamışlar. Oysa farklı bilgiler medyada yer alıyor:
- Tahşiyeciler’in ilk takibini MİT yapıyor. MİT’in topladığı istihbarat 2008’de Emniyet’e intikal ediyor.
- İstanbul İstihbarat Şube Müdürlüğü’nden, Ali Fuat Yılmazer’in imzasıyla “Tahşiye Grubu Faaliyetleri” başlığını taşıyan, 3 Aralık 2008 tarihli ve “Gizli” ibareli bir belge Ankara, Aksaray, Bitlis, Bursa, Elazığ, Erzurum, Kayseri, Konya, Malatya, Muş, Sivas ve Van’a gönderiliyor. Beş bin civarında mensubu olan bu grubun, AKP’yi İslâm İnkılâbı önündeki en büyük engel gördüğü, Türkiye’yi Dar-ül Harp olarak değerlendirdiği ve cihat hazırlığında olduğu belirtiliyor.
Demek, Fethullah Gülen’in konuşmasından ve Tek Türkiye adlı dizideki Karanlık Kurul’da “Tahşiye” mesajı verilmesinden önce hem MİT’te hem Emniyet’te bu gruba yönelik bir çalışma mevcut. (Zaten, Gülen, bir talimat vermek istese, bunu herkul.org ve Samanyolu vasıtasıyla kamuoyuna açık bir şekilde mi yapar?)
- Peki Fethullah Gülen herkul.org sitesindeki konuşmasında ne diyor? “Tahşiye isimli bir örgüt icat edip, evlerine bomba koyun” talimatı mı veriyor polise? Yoksa karanlık odakların böyle bir örgüt icat edip, kendilerine komplo kurabileceklerinden kaygı mı duyuyor?
6 Nisan 2009 tarihli konuşmasını okuyun ve karar verin:
“28 Şubat postmodern darbesi (!) evvelinde bir kısım şaşkınlar zuhur etti. Giyim kuşamdan zikir ve ibadet tavırlarına kadar pek çok hal ve hareketleriyle tam bir aykırılık sergileyen bu kimseler figüre edildi. Onlara bir kısım roller verildi; kimisi tarikat şeyhi kisvesine bürünüp medyada boy gösterdi, kimisi teokratik düzeni hâkim kılma sevdalısı bir gerici numarası yaptı, kimisi mürtecilerin ağına düşürülüp kandırılmış bir kurban rolü oynadı kimisi de karanlık güçler tarafından kiralanan bir tetikçi, silaha sarılıp elini kana bulayan bir kanlı katil olmasına rağmen, irtica piyesinde ‘Allah’ın ordusu’nun sadık bir eriymiş gibi sahne aldı. Bütün figüranlar rollerini öyle gerçekçi ortaya koydular ki, hemen herkes oynananın bir oyun olduğunu unutup sahiden ülkenin elden gittiği zehabına kapıldı. Dün olduğu gibi bundan sonra da -dışarıdan da beslenen- bazı şer şebekeleri en samimi müminleri ve hakiki Müslümanlar’ı terörist gibi göstererek yeni bir irtica yaygarası koparabilirler... Yarın Tahşiye diye bir şey icat edebilirler, Allah korusun. Kitap okuyan Müslümanlar’ın içine sokmaya çalışabilirler. Kitapların sahibi zatın posterlerini evlerine asabilirler. Bizden görünen kişilerin ellerine de Kalaşnikofları verirler. İki yerde eylem yaptırıp, 'Demek ki, fırsat bulunca bunlar da silaha sarılabilir' derler. Çuvaldızı bile olmayan insanlara terörist damgası vurmak isteyebilirler. Samimi müminleri terörist gibi göstermeye çalışan odaklar, yeni bir irtica yaygarası koparabilir.”
Fethullah Gülen’in, Aczmendiler’i, Müslüm Gündüz’ü, Fadime Şahin’i ve Danıştay suikastının tetikçisi Alparslan Arslan’ı hatırlatarak, Müslümanlar’a bir tuzak kurulacağı endişesini taşıdığı çok açık. Yani Tahşiyeciler’in peşine değil, kendi derdine düşmüş.
Zaten Karanlık Kurul’daki konuşmalardan da bu anlaşılıyor. Orada, şer odaklarını temsil eden Kurul Başkanı diyor ki: “Yeni irtica planımız umarım tutar. Tahşiye projesi ‘vatan delileri’ üzerinde yapacağımız, onları tekrar zor durumda bırakacak yeni bir irtica dalgasıdır. Naylon dinci ve terörist örgütler kurdurduk. Sistemimizin devamlılığını bu yolla sağladık bugüne kadar… Yetiştirdiğimiz özel elemanlar hareketin içine sokulacak, kendilerinin bu sivil hareketin parçası olduğu imajını verecekler. Bu yerlere, terör eylemlerinde daha önce kullanılmış silahlar yerleştirilecek. Baskınlarda bulunması temin edilecek.”
Bu ifadelerin anlamı ne? Belli ki Gülen Cemaati, yeni bir irtica dalgasıyla toplumdaki paranoyanın körüklenip, kendilerine husumet olarak dönebileceğinden çekiniyor. Ve “Aranıza aldığınız insanlara dikkat edin” diye Hizmet’e dahil olanları uyarıyor.
- Bu arada Tahşiyeciler’e yönelik davanın Bakırköy 3. Ağır Ceza’da hâlâ sürdüğünü hatırlatayım. 5 Mart 2015’te duruşma var. (Dava devam etmesine rağmen, İstanbul 1. Sulh Ceza Mahkemesi, kumpas kararı veriyor.) Emniyet mensuplarının, Tahşiyeciler’in teknik takibi sırasında 20 farklı mahkemeden karar aldığı da biliniyor. Bütün bu mahkemeler de mi aynı tertip içinde?
Mehmet Doğan güzellemesi
Tahşiyeciler’in lideri Mehmet Doğan’ın görüşlerini şu şekilde özetleyebiliriz: “Dünyaya bir Mehdi gelecek. Şu anda Amerika ile mücadele eden Usame Bin Ladin, Mehdi’nin öncü kuvveti ve askeridir. Onun çabaları sayesinde Amerika mağlup edilecek ve Filistin’de bir İslâm devleti kurulacak. Bu devletin idaresi de bilahare Mehdi’ye teslim edilecek.”
Doğan, İslâm şeriatına göre yönetilmeyen Türkiye’yi, Dar-ül Harp olarak görüyor; cihadın hem uluslararası güçlere hem de ülkedeki müşriklere, münafıklara karşı kullanılan bir silahlı mücadele olduğunu vurguluyor.
Tahşiyeciler’in, yeterli bir güce sahip olmadıkları için, silahlı bir eyleme girişmedikleri görülüyor ama söylemleriyle, dinlerarası düşmanlığı, Batı karşıtlığını sürekli körüklüyorlar. Silahlı cihadın önemini vurguluyorlar. Bu bir suç teşkil etmeyebilir. Fakat son günlerde, televizyon kanallarındaki Mehmet Doğan güzellemesini de anlamak mümkün değil. Zira Tahşiyeciler, El Kaide’ye sempatizan bir hücre. Silahlı cihadın fikri temeli için çaba sarf ediyorlar.
Polisin parmak izi
“Polisin bomba üzerinde parmak izinin bulunduğu” tezi, Gülen Cemaati’nin bir terör örgütü olduğu iddiasına hizmet için kullanılıyor. Bu yüzden çok önemli. CNN Türk’te, Tahşiyeciler konusu tartışılırken, gazeteci İsmail Saymaz, “Evde arama yapılırken poşet içerisinden 3 bomba çıkıyor. Avukata göre bombanın üzerinde, Zaman Gazetesi’ne göre torbanın üzerinde (ama her halükârda bombanın içinde bulunduğu torbada), polisin parmak izi var” dedi. Hikâyeyi bu noktada bırakırsanız, “Bombayı polis koydu” sonucuna varabilirsiniz. Oysa aklı biraz işleyen herkes, “Polis bir eve bomba yerleştirmek isterse, parmak izi bırakmadan bu işlemi gerçekleştirebilir” diye düşünür. Ama kötü niyet olunca maalesef insanlar eksik düşünüyor.
Ayrıca, hikâyenin devamı var. Bombanın bulunduğu gün, Olay Yeri İnceleme Ekibi polisler tarafından eve çağrılıyor. Polisler, torbaya dokunduklarını beyan ediyorlar ve başka izler var mı, mukayese edilebilsin diye kendi parmak izlerini de veriyorlar. Yani polislerin parmak izi daha sonra mahkeme safahatında ortaya çıkmış değil. İlk gün, kendilerinin beyanlarıyla sabit olmuş bir durum.
İyi gazetecilik yapmak istiyorsanız, önünü ardını araştırın, mantığınızı kullanın: 1) Evde bomba bulunduktan sonra Olay Yeri İnceleme Ekibi gelmiş mi? Polislerin parmak izini hemen orada almış mı? 2) Polis kumpas kurmak istese, bombanın üzerinde parmak izi bırakır mı?
- tarihinde hazırlandı.