Menkıbenin hayata yürümesi

Yasin Sûresi'nin 20. âyetinde, "şehrin öbür ucundan koşarak gelen" bir adam ve onun mesajından bahsedilir. Âyetin meali şöyle: "Şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi ve şöyle dedi: Ey kavmim! Bu elçilere uyun." Bu âyetin muhtevası, muhtevanın içinde öylece duran 'adam'ın hâli çok, ama çok düşündürücüdür. Vakıf ve ait olduğu hakikati insanlara bildirmek üzere inşa edilmiş kimliği üzere, canını dişine katmış bir hâlde yaşamaktadır. Zaman, varlığı ve insanı avuçlarında şekillendiren hayat büsbütün çürümüşlüğü gösteriyor. Kadın-erkek, çocuk-ihtiyar herkes, bir 'yanlış'ın içinde ve 'adalet'in dışında... Güç ve iktidarın şekil verdiği bir toplum... İnsan bizatihî değil, sahip olduklarıyla değer görüyor; doğduğu soy ve sınıf niteliğini belirliyor. Ezenlerin ihtişamı ve ezilenlerin sefaleti hüküm sürüyor... Kadın büsbütün belirsiz, doğurduğu kız çocukları da... Durum o kadar kötü ki, ancak hayatını ortaya koyacak derecede bir meşakkati göze alan kişilerin getireceği haber yaraya merhem olabilir.

Hz. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) öylece Hira'dan çıkıp Mekke'ye doğru yürür. Emanetin ağırlığınca titremelerin içinde... O güne kadar toplum tarafından görmezden gelinen, üzeri çizilen 'kadın'ın, fedakâr ve vefakâr eşi Hz. Hatice'nin (r. anhâ) yanına... Kendisine tebliğ edilen emanetin ikinci kulağı bir kadın olur. Bir erkek ve bir kadın, büyük harfle kadîm bir hakikati paylaşarak tamlığa ererler. Kadın-erkek, çocuk-ihtiyar, zengin-fakir insan, düştüğü yerden kaldırılır. Hz. Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) etrafı insana yurt/yuva olur. Yarası olan O'na koşar; içindeki susuzluğa ve açlığa çare arayanlar da... Çok geçmeden insan ve toplum yeni bir yüz edinir. Güç ve iktidar değil, hakikate yakınlık veya uzaklık belirleyici olur. Zulmün değil, 'saadet'in ete kemiğe büründüğü bir 'tarih' belirir. Adına "Asr-ı Saadet" denen dönem... Ve bu tarihin içinden geleceğe yürüyen insanlar çıkar. Doğdukları topraklardan, anne ve babalarından, dahası kendilerinden geçip uzaklara, 'başkası'na giden insanlar... Yaşatma mefkûresi içinde yaşamaktan vazgeçenler... Hz. Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) vefatında sağ olan sahabelerden çoğu doğduğu topraklardan uzakta vefat eder. Deve sırtında geldikleri, bir tohum gibi düştükleri yerde... Doğu'da veya Batı'da...

Endülüs, Selçuklu ve Osmanlı pratiği bu sayede gerçekleşebildi. İslâm medeniyeti, sahabe olarak bildiklerimizin hayatlarının meyvesi demekti(r). Zaman geçti. Asr-ı Saadet'ten kök alan hayatlar, meyveye durdukları medeniyette menkıbelerin konusu oldular; 'yaşanamaz' olarak kabul gören bir hayatın adları... Yaşanamaz, kendisine güzelleme yapmakla yetinilen bir hayat! Sahabe yaşadı, ümmete, 'yaşanan'ı yazmak ve konuşmak düştü. Sahabenin hayatı, müminin menkıbesi oldu. 'Menkıbe'nin içinde konuşanın hayatı başka şeyi gösteriyordu; dilinde Mus'ab vardı, hayatında ise bilmem kim... Düşüş böylece oldu; hayatın menkıbeleşmesiyle...

Yakın tarihe gelelim; 1980 sonrasına... Erzurum'un medreselerinden ve Anadolu'nun ruhunda ikamet eden irfanla beslenen Fethullah Gülen Hocaefendi, İzmir ve çevre illerin camilerinde, sahabe ruhunu hayata çağıran vaazlar veriyordu. Sahabe ve hayatları, Hocaefendi'nin vazgeçilmeziydi. Hayır, bir menkıbe konusu olarak değil, bir kez daha yaşanmaları için kendilerine gidiliyordu. Anakronik bir durum yoktu; dün bugünün, bugün de dünün içinden geçirilerek anlatılıyordu. O günleri yaşayanlar, sahabenin nasıl da menkıbelerin konusu olmaktan çıktığına şahitlik ederler. Evini açanlar, evinden vazgeçenler, sahip olduğu her şeyi getirip ortaya bırakanlar... Daha çok çıkar ve haza bakan kaotik kentlerin caddelerinde başka türlü hâllerin insanı kesilip yürüyen gençler... Evet, bu döneme, sahabenin menkıbelerden çıkıp bir kez daha hayata yürümesi diyebiliriz.

Hizmetin yurtdışı sayfası böyle açıldı. Yurtlarından, anne ve babalarından, dahası kendilerinden geçip yüzlerini uzaklara, bilmedikleri dil ve renklere çevirenler bu dönemden kök aldı. Hizmetin manşetlere çıkmadığı yıllardı; rahata değil, zahmete talip olmaktı hizmet. Para yoktu, imkân yoktu; anne ve babaları ikna etmek, çok şeyi geride bırakmak vardı. Gidilecek yer ise, Kaf Dağı'nın arkasıydı. Koca bir bilinmezliği çözmek bekliyordu hizmet erini. Her şeye rağmen gidenler oldu, kendilerini kara kışın ortasına bırakanlar... Bir kez daha "şehrin öbür ucundan koşarak gelen" insanlar... Canlarını dişlerine katarak uzaklara/insanlara haber götürenler... Buralarda eldeki diplomalarla rahat yaşamak varken, hizmet, yani zahmet tercih edildi. Bunun mükâfatı tarihin tekerrürüydü; insanlar meşakkati göğüslemiş, kendilerinden geçmiş, daha çok yaşatmayı tercih etmiş bu insanların verdiği haberleri değerli buldu. Gidenler kendilerine açık kalb ve evlerle karşılaştı. Gidişlerin hepsi 'değer'lendi; bir çocuk, bir genç, bir kadın, bir ihtiyar karşıladı onları. Yürünen yolda bırakılan izler okula dönüştü; okullar da, renklerin ve dillerin iç içe geçişine yuva... Bir 'vatan'dan çıkıp gidilmişti; ama gidenlere şimdi yeryüzünün tamamı vatandı. Onlar da oralarda yaşadı, oralarda dokundu, oralarda birinin elinden tuttular. Ve nihayette oralarda, kalanların bilmedikleri yerlerde vefat edenler oldu. Doğdukları topraklarda değil, bir güzellik adına gittikleri yerlerde... Vasiyetleri gereği çoğu, son nefeslerini verdikleri yerde toprağa verildiler. İnşasına çalıştıkları güzelliklerin içinde, yanı başında...

Niyazi Sanlı, "Işık Pervaneleri"nde uzaklara gidip oralarda vefat edenleri anlatıyor. 'Şehrin öbür ucundan koşarak gelen'leri, medeniyet kurucu bir habere adanmış meşakkatli hayatları... Ali Aytekin'i, Bilal Kaya'yı, Hakan Duran'ı, Bilal Yıldız'ı, Celal Ergüder'i, Kadri Fidanoğlu'yu, Hakan Usta'yı ve diğerlerini... Menkıbelerden hayata yürümüş bu isimler bir güzellik inşa ettiler. Bugün artık zahmet değil kolaylık olan hizmet onların himmetiyle var oldu. O hâlde, aman dikkat! Bu güzelliğe yaslanarak yazdığımız ve konuştuğumuz hikâyelerle bu insanları menkıbelerin içine çekerek tutuklamayalım. Başkalarının hayatı bizim menkıbemiz olmasın! Hizmeti menkıbelerin konusu yapıp başka hayatlara yazdırmayalım kendimizi.

Niyazi Sanlı'nın "Işık Pervaneleri" kitabını satın almak için tıklayın.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2025 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.