Hizmet camiası aleyhine soykırım suçu mu işleniyor?

Hizmet camiası aleyhine soykırım suçu mu işleniyor?

Soykırım denilince aklımıza, genelde savaş ortamında, bir ırkın mensuplarının toplu olarak öldürülmesi, tehcir edilmesi geliyor. Oysa soykırım sadece savaşta ve belli bir ırka karşı işlenen bir suç tipi değildir. Bu makalede, son dönemde bir camiaya karşı haksız yere reva görülen uygulamaları ve yapılacağı açıklanan operasyonları soykırım kavramı yönünden değerlendireceğiz.

Son dönemde Başbakan, Fetullah Gülen Hocaefendi’yi, Hizmet’e gönül verenleri, gönüllüler tarafından kurulan müesseseleri örgüt, çete olarak gösterdi. Hainlikle, ajanlıkla, dış güçlerle birlikte hükümeti devirmeye teşebbüsle suçladı. Bazı bakan, milletvekili ve danışmanları da aynı çerçevede açıklamalar yaptılar. AKP ile iltisaklı medya organları ve yazarların da katılımıyla bir linç kampanyası başlatıldı. Maalesef bu süreçte parti tabanı “Vur de, vuralım…” noktasına getirildi. Parti mensupları tarafından; başka partiye oy istediği iddiasıyla özel dershane öğretmeni dövüldü, AKP aleyhine yayın yaptığı iddiasıyla bir televizyon kanalına saldırı gerçekleştirildi.

Bugüne kadarki söylem ve eylemler nedeniyle hakaret, tehdit, iftira ve nefret suçları yönünden gerekli yasal yollara başvuruldu. Ancak hukuk açısından daha büyük bir fotoğraf söz konusudur. O da soykırım ve insanlığa karşı suçlardır. BM, 9 Aralık 1948 tarihinde “Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi”ni imzaya açtı. Sözleşmenin 2. maddesine göre “milli, ırkî, etnik veya dinî bir grubu, tamamen veya kısmen yok etmek amacıyla birtakım eylemler gerçekleştirilirse, soykırım suçu oluşur. Türkiye, 23.03.1950 tarihinde sözleşmeyi onayladı. 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 76. maddesinde “soykırım” suçunu düzenledi. TCK md 76’da “Bir plânın icrası suretiyle, millî, etnik, ırkî veya dinî bir grubun tamamen veya kısmen yok edilmesi maksadıyla, bu grupların üyelerine karşı aşağıdaki fiillerden birinin işlenmesi, soykırım suçunu oluşturur” denilmiş ve şu fiiller sayılmıştır: “a) Kasten öldürme, b) Kişilerin bedensel veya ruhsal bütünlüklerine ağır zarar verme, c) Grubun, tamamen veya kısmen yok edilmesi sonucunu doğuracak koşullarda yaşamaya zorlanması, d) Grup içinde doğumlara engel olmaya yönelik tedbirlerin alınması, e) Gruba ait çocukların bir başka gruba zorla nakledilmesi.”

Camia'ya yönelik bugüne kadarki söylem ve eylemler nedeniyle hakaret, tehdit, iftira ve nefret suçları yönünden gerekli yasal yollara başvuruldu. Ancak hukuk açısından daha büyük bir fotoğraf söz konusudur. O da soykırım ve insanlığa karşı suçlardır.

Bizim tartışmaya açmak istediğimiz nokta şudur: Bugünlerde “istiklal savaşı açtık”, “yok edeceğiz”, “bitireceğiz”, “affetmek yok”, “dönüş yok”… şeklindeki söylemler, hukuk karşısında ne anlama gelmektedir? Bu sözler, TCK 76’da yer alan bir “grubu”, “tamamen veya kısmen yok etme” amacını mı ortaya koymaktadır? Başbakan’ın konuşmalarında kastedilenin “Fetullah Gülen Grubu” olduğu artık herkes tarafından kabul edilmektedir. Bugün sadece Türkiye’de değil uluslararası camiada -farklı nitelemeler olsa da- artık “Gülen Hareketi” diye anılan bir “grubun” varlığı genel kabul görmektedir. Resmî bakış açısı da farklı değildir. Hocaefendi’nin yargılandığı Ankara 2 No’lu DGM’ye devlet birimlerinden gönderilen resmî raporlarda “Fetullah Gülen Grubu” nitelemesi yer almaktadır. EGM ve Genelkurmay’ın mahkemeye sunduğu hiçbir raporda, örgüt veya çeteden bahsedilmemiş, bütün yazışmalarda “grup” ifadesi kullanılmıştır. EGM “Fetullah Gülen Grubu”nu, “geleneksel İslami kesimler, dini akımlar” arasında göstermiştir. Genelkurmay’dan gelen yazıda da “Fethullah Gülen Nurcu Grubu” diye zikredilmiştir. Devletin resmî kayıtlarında “Fetullah Gülen Grubu”nun “dinî bir grup” olarak kabul gördüğü açıktır. O halde “Fetullah Gülen Grubu” yönünden, TCK md 76’da ifade edilen “dinî grup” kavramının varlığını kabul etmek gerekecektir.

Camia aleyhinde sarf edilen sözlerde “Onlar dindar değildir”, “Onlar dinî bir hareket değildir” gibi çekinceler konulmaktadır. Önümüzdeki günlerde şiddetini artırması beklenen operasyonlarda yaşanacak hukuksuzlukları dünyaya anlatmak çok zor olacaktır. Başbakan, bütün dünya üzerinde uygulamak istediği “camiaya bitirme planları”nı tümüyle devreye koyduğunda, soykırım iddiasıyla karşılaşmak istemeyecektir. İhtimal ki bu söylemler, şimdiden “dinî bir grubu tamamen veya kısmen yok etme maksadıyla” hareket edilmediğine dair bir ön alma girişimidir. Ancak TCK md 76’nın gerekçesinde soykırım suçunun manevî unsurunun, “millî, etnik, ırkî, dinsel bir grubu veya herhangi bir grubu yok etmek” maksadı olduğu açıkça ifade edilmiştir. Dolayısıyla, gerekçede belirtildiği üzere “grup”un dinî karakter taşıması da şart değildir.

“Soykırım” ifadesini üreten Raphael Lemkin, modern zamanlarda soykırımın hedef grubun fiziksel yok edilmesinden ziyade kültürel olarak ortadan kaldırılması olduğunu vurgulamıştır. Nitekim bazı ülkeler, ceza kanunlarında sosyal ve/veya politik grupların da soykırım suçunun mağduru olabileceğini düzenlemişlerdir. Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCMY) kararlarına bakıldığında, Blagojevic ve Jokic kararında, bedensel ve ruhsal bütünlüğe ağır zarar verme kavramına; işkence, insanlık dışı ve küçük düşürücü muameleler, dayak ile birlikte uygulanan sorgular, ölüm tehditleri ve sınır dışı etmenin de dâhil olduğu belirtilmiştir. UCMY Akayesu kararında “ağır korku, tehdit ve sindirme gibi fiziksel olmayan saldırıların da ciddi ruhsal zarar oluşturabileceği” sonucuna varmıştır. Dolayısıyla, Türkiye’de önümüzdeki günlerde “bir grubu bitirmek” amacıyla yapılabilecek bu tür haksız ve hukuka aykırı uygulamalar karşısında, soykırım suçunun işlendiği dünya gündemine gelebilecektir.

Nitekim günümüzde yaşanan olaylar, kişisel haksızlıklardan ibaret değildir. Topyekün bir topluluğa yöneltilmiş bitirme operasyonlarından söz edilmektedir. Şu anda hiçbir yargı kararı söz konusu olmaksızın on binlerce kamu görevlisi, makamına uygun olmayan görevlere verilmekte, sürgün edilmektedir. Bir “gruba” aidiyetinden bahisle banka batırma operasyonu yapılmak istenmektedir. Dershane niteliğindeki özel şirketler, yasa çıkarılarak kapatılmaktadır. “Gruba” aidiyetinden bahisle özel okullara velilerin çocuk göndermemesi talimatları verilmektedir. “Gruba” aidiyetinden bahisle gazetelerin dağıtımı engellenmeye çalışılmakta, aboneliklerin iptali talimatlarıyla iflasa sürüklenmeye çalışılmaktadır. TUSKON Başkanı’nın açıklamalarına göre işadamları tehdit edilmektedir. Kamu kurumları, avukatlarının sözleşmelerini feshetmektedir. Yani grup üyesi görülen kişilere karşı her türlü manevî ve ekonomik baskı uygulanmaktadır. Olay o kadar vahim hale gelmiştir ki, bir tweet bahane edilerek bir gazeteci dahi sınır dışı edilebilmiştir.

Soykırım Sözleşmesi’nin amaçlarından birisi de uluslararası alanda tanınan grupların hayatlarını sürdürebilme hakkını korumaktır. Bu haklar “Fetullah Gülen Grubu” açısından da söz konusudur. Yukarıda belirtilen somut olaylarda sosyal, kültürel ve ekonomik olarak her yönüyle ve Türkiye ile sınırlı kalmaksızın büyük bir yok etme planı uygulandığı aşikârdır.

Bugün Başbakan, bütün dünya üzerinde herkesi bu “yok etme” kervanına katılmaya çağırmaktadır. Yurtdışındaki büyükelçilere, “Grubun okullarını” bitirme yönünde çalışmalar yapmaları için talimatlar vermektedir. Bakanıyla, milletvekiliyle, parti teşkilatı mensuplarıyla, kendisiyle somut biçimde ilişkilendirilen medya organlarıyla bir camiaya karşı sosyal, ekonomik vesair alanlarda kitlesel bir linç uygulanması planını devreye koymaktadır. Bu süreçte polit büro denilen en düzeydeki kişilerden, yalan ve iftiralarla kamuoyunu manipüle etmeye çalışan en alt düzeydeki trollere, hatta militanlar gibi televizyona hücum eden parti üyelerine varıncaya kadar sistematik bir saldırının varlığı müşahede edilmektedir.

Soykırım dilinin etkisiyle -Allah göstermesin- bir cana zarar gelse, ne olacak? Bir “grubu yok etme” duygusuyla hareket edenler, ‘ben bu gruba mensubum’ diyen bir tek kişiye dahi ağır bir zarar verirse? Bu durumda TCK md 76’da belirtilen soykırım suçu gündeme gelecektir. Zira soykırım suçunun oluşması için bir grubun tamamen ya da bir bölümünün yok edilmesi gerekmez. Suçun oluşabilmesi için herhangi bir sayı şartı da yoktur. Önemli olan bir grubun tamamen veya kısmen yok edilmesi amacıdır. Bu amaç ile hareket edilmişse, bir tek cana ağır zarar verilirse, savcılar soruşturmayı soykırım suçu kapsamında ele almalıdır.

Soykırım suçunun oluşması için, suça konu eylemlerin “bir planın icrası” sonucu gerçekleşmesi gerekir. Yani bu suç planlı ve sistematik olarak işlenebilir. Günümüzde yaşanan olaylar, “bir gruba” karşı siyasi amaçlarla bir plan yapıldığını ortaya koymaktadır. Zira on iki yıldır Başbakan ve çevresi tarafından övülen, takdir edilen “bir gruba” karşı bu kez savaş ilan edilmektedir. Ali Ünal, Aksiyon dergisinde (24.02.2014) bu savaş ilanını AKP’ye biat edilmemiş olmasına bağlamakta ve “bitirme” kararının 2004 MGK’sında alındığını anlatmaktadır. MGK belgesi, soykırım suçunu ispat yönünden somut bir belge teşkil etmektedir.

Hükümete yakın duran gazetecilerden Abdurrahman Dilipak, 30.12.2013 tarihinde yazdığı yazıda, Başbakan’ın Cemaat’e operasyon hazırlığı yaptığı bilgisine bir senedir sahip olduğunu yazıyor. Yani, Başbakan’ın Cemaat’i suçladığı Gezi olayları ile 17 Aralık operasyonundan aylar öncesinden söz ediliyor. Bütün bu olaylar bize hukukun iktidar tarafından kendi planları doğrultusunda kullanıldığını/kullanılacağını düşündürmektedir. Dolayısıyla bir grup, sadece toplu öldürmelerle yok edilmez. Hukuk manipüle edilerek, haksız ve zulüm teşkil edebilecek uygulamalarla da “bir grup” yok edilmek istenebilir.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.