Bari hülyalarımızı çalmayın

Bari hülyalarımızı çalmayın

Son zamanlarda bir kısım medyada çıkan haberlerin diğer bir kısım medyaca "yalan haber" olarak, ispatlı bir şekilde yalanlandığını görünce hem şaşırıyoruz hem de üzülüyoruz. Son günlerde hemen her haber bültenlerinde Urla ismi de duyulur oldu; hak ve hukuk ayaklar altına alınarak orada bazı villaların yapıldığı anlatılıyor. Her ne kadar bu iddialar insanın yüreğini burksa ve ruhunu sıksa da Urla ismi bana “Mustafa Amca” gibi ümmet dertlilerini, “Çetin Abi” misillü hizmet delilerini ve bir de mefkûre muhacirlerini hatırlatıyor. İşte o zaman içimden bir feryat kopuyor: Allah aşkına, bütün villalar sizin olsun ama “yeni bir dünya” hülyalarımızı çalmayın!..

İzmir İlahiyat Fakültesi’nde öğrenci olduğum yıllarda haftalık sohbetler için Urla’ya da gidip gelirdim. Allah Teâlâ, zamanla o şirin beldede bir “ışık ev” lütfedince, bir sene orada kalmak da nasip olmuştu. İnsan idraki açısından, sahiden Cennet’in bir köşesinin yeryüzüne yansımış gölgesi gibiydi Urla. Yemyeşil çam ormanları, zeytin ağaçları ve bol oksijenli tertemiz havasıyla “bölgenin akciğeri” unvanını hak ediyordu. Tarih kokan çehresi, masmavi denizi, meyve bahçeleri, çiçek seraları, iğde râyihalı âsude sokakları ve sımsıcak insanlarıyla “tam yaşanacak yer” dedirtiyordu. Yiğitler tanımıştım orada.. sohbet-i Cânan meclisinde polatlaşan yiğitler.. her zaman hakikatin sesi olmuş bir mürşidin “Dünya sizi bekliyor!” işaretini almış/anlamış yiğitler. Gönüllerine hizmet ve hicret arzusu düşmüş yiğitler. “Ancak hizmet varsa yaşamaya değer!” diyen yanık yürekler.

O güzelim Cennetasâ beldeyi bırakıp hicret ettiler. İkisi Amerika’ya, biri Kazakistan’a, diğeri Kanada’ya, bir diğeri Arnavutluk’a gittiler. O can kardeşlerim içinde bir de A.R. vardı. Gençlik ve rahat, onun başını döndürememişti. Halbuki şeytanî ve nefsanî tuzaklara açık bir çevredeydi. Tatil beldesinde bir ev.. bakmaya doyamayacağınız bir çiçek serası.. güzel kazanç.. dünyevî imkânlar.. itibar, eş-dost. Bütün bunlara rağmen onun gönlüne de düşmüştü hicret ateşi. O da gitmeliydi.. gitmeli ve dünyanın bir köşesinde bir mum da o tutuşturmalıydı. Gitmeli ve bir çölde de Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi vesellem) adını o dalgalandırmalıydı.

Duramadı Rıza… Urla villaları onu bağlayamadı. İğde kokulu sokaklar onu alıkoyamadı. Hatta sitemli aile de onu durduramadı. Nerede ihtiyaç varsa oraya koştu; çok yer dolaştı… Bir gün “Kıbrıs’tayım” diye aradı; bir zaman Mozambik’ten selam yolladı. Bir dönemde Afrika’nın değişik ülkelerinde çiçek derdi; bir süre sonra Amerika’da ansızın önüme çıkıp “merhaba” dedi. “Kanada’ya adanmış ruh lazım!” sözünü işitince, bu defa da oraya yöneldi. Seneler seneleri kovaladı ama o hep hicretteydi. Ailesi, Urla cennetine çağırıyordu; fakat o, davası uğruna mahrumiyetleri tercih ediyordu. Yıllar sonra bir e-mail aldım Rıza’dan, şöyle diyordu:

“Ağabey!.. Geçtiğimiz aylarda muhterem Hocamızın “Nam-ı Celil-i Muhammedî” sohbetini bir kere daha dinledik. Allah Rasûlü’nün “Benim adım cihanın dört bir yanında bayrak açacak!” müjdesinin aynı zamanda “Namımı güneşin doğup battığı her yana götürün!” şeklinde bir emir ve bir hedef olduğunu anladık. Elhamdulillâh, pek çok yerde kardeşimiz var. Fakat hâlâ kutuplara gidilmemiş. Üç arkadaş gönüllü karar verdik ve buraya geldik. Şimdi size Alaska’nın kuzeyinden, kutba en yakın Eskimolar ülkesinden yazıyorum. Burada en az altı ay yerin üstüne çıkılmıyor; dışarı sürekli buz kestiğinden yerin altına evler, mağazalar, sokaklar yapılmış. Allah’a şükürler olsun, biz de kulübe gibi bir yer bulduk ve buradaki ilk “ışık ev”i açacağız. Artık Efendimiz’in adı burada da anılacak. Ağabey, acaba Hocaefendi lütfedip bu küçük dershanemize bir isim verebilir mi?”

Ellerini öpeceğim kardeşim, işte bu müjdeye samimi hissiyatını da ekleyip, özetlediğim cümlelerle bir mektup göndermişti. Gözyaşları içinde okumuş ve Hocamıza arz etmiştim. O mübarek ocağın adı “Vuslat” olmuştu. Zira, mefkure muhacirleri, dünyanın en ücra bucağına; o bâkir diyarlar da Allah Rasûlü’nün mübarek namına kavuşmuştu.

Evet, Urla villaları gösteriliyor haberlerde. Arazinin baş döndüren güzelliğinden dem vuruluyor. İnşaat izni için yapıldığı iddia edilen kanunsuzluklar sıralanıyor. Senede birkaç hafta ancak kalınabilecek bir yer için ayaklar altına alınan hukukun ardından ağıtlar yakılıyor. Fakat benim zihnim, o rüya beldeyi kendi arzusuyla ve sadece İlahî rıza umuduyla arkada bırakıp en yaşanmaz zeminlere âb-ı hayat olan kardeşlerimde.

Seneler önce Sibirya taraflarına yolum düşmüştü. Cenâb-ı Hak, bir haftalık okuma programında yüz kadar öğretmen arkadaşımla aynı havayı soluma nimeti lütfetmişti. Programdan sonra birkaç mefkure muhacirinin saadethanelerini de ziyaret etmiştim. Uğruna kurban olacağım bir bacım, perdenin arkasından demişti ki: “Hocam, burada ayaz paşa sürekli kol geziyor; yeni doğan yavruma aldığım sütü buz olarak, kalıp halinde alıyor, ancak eritip ısıttıktan sonra içirebiliyorum. Öyle soğuk ki buralar, hemen hepimiz bir şekilde hasta olduk. Ama bize, “Kardeşlerim, battaniyeleri kesin, iç çamaşırı olarak kullanın! Fakat ne olur, tutuşturduğunuz meşaleyi söndürmeyin!” dendiğini işitiyoruz. Donarak ölsek de bu meşaleler sönmeyecek Allah’ın izniyle!”

İşte kadınıyla, erkeğiyle bu kahramanlar Sibirya’da donayazdı, Afrika’nın sıcağında yandılar ama damarlardaki kanı donduran soğuğa da, ciğerleri kavuran sıcağa da boyun eğmediler. Bazıları öldürücü hastalıklara ve bunaltan mahrumiyetlere katlandılar; diğerleri ise bazı diyarların aldatıcı câzibelerine ve maddî güzelliklerine karşı sabrettiler; gayelerini hiç unutmadı, çizgilerini değiştirmedi, başkalaşıp dönüşmedi ve hep bembeyaz, hep tertemiz kaldılar.

Bunların yalısı, yazlığı, villası değil, küçük bir evi bile olmadı. Dünyalarını birkaç valize sığdırdılar. Bazen bir misafirhanede, kimi zaman üç beş aile bir yerde yaşadılar. Daha bavulunu açmadan başka bir hicret diyarına koşanlar oldu. Başlarını sokmak için dört başı mamur bir bina ya da azıcık istirahat edecekleri rahat bir döşek aramadılar. Çok zaman havaalanında, otogarda, tren istasyonunda, bir bankın ya da bir çantanın üzerinde veya bir arabanın içinde sabahladılar, akşamladılar. Çünkü onlar hep yolcuydular.

Onun içindir ki, eşini ve oğlunu hizmet yolunda âhirete uğurlayan, kendisi ve diğer çocuklarını da hak yola adayan Sevgi Abla’nın geçen gün Samanyolu Televizyonu’nda dile getirdiği duyguyu en güzel onlar anlarlar: Oğlu, öteye yürürken bacımıza demiş: “Anneciğim, Cennet’te bize de ev verilecek mi?” Eminim o kıymetli ablacığım kaçamak bir cevapla geçiştirmiştir bu soruyu. Zira, dava erleri Cennet’teki köşke dahi talip değillerdir. “Dâr” (ev) denildiğinde onlar hep “câr” (komşu) diye inleyecek, sadece Allah’ın cemâlini ve hoşnutluğunu dileyeceklerdir.

Kur’an-ı Kerim, Enes bin Nadr’ın (radıyallahu anh) şahsında şehitleri nazara verirken, henüz kendisine şehadet nasip olmamış ama onu dört gözle bekleyen başyüceleri de destanlaştırır. Zannediyorum, bu âyet, uzak ya da yakın diyarlara hicret edenlerin yanı sıra bir yürek yangınıyla muhacir olmayı bekleyen kutlulara da bakmaktadır: “Müminlerden öyle yiğitler vardır ki Allah’a verdikleri sözü yerine getirip sadâkatlerini ispat ettiler. Onlardan kimi adağını ödedi, canını verdi, kimi de şehitliği gözlemektedir. Verdikleri sözü asla değiştirmedi onlar.” (Ahzâb, 33/23)

Biz de değiştirmedik ya Rabbena!.. Sen de biliyorsun ki sözümüzü değiştirmedik!.. Söz verdik, dünya ayağımıza pranga olmayacak ve asla kendimiz için yaşamayacağız. Söz verdik, hiçbir yerde şahsımız için durmayacak ve nerede ihtiyaç varsa oraya koşacağız. Söz verdik, ferdî yatırımları rüyalarımıza bile sokmayacak ve sadece mefkûremiz için var olacağız. Söz verdik, bu mübarek yolda asla dünya devşirme sevdasına kapılmayacak ve birer garip fakir olarak âhirete uğurlanacağız. Söz verdik.. ve vadimizi değiştirmedik ya Rabbena!..

Doğru, çok zorlandığımız zamanlar oldu. Hele vatan hasreti en zoruydu. Bir hizmete giderken aşılması gereken üç-beş saatlik yolun bir faslında mutlaka sıla özlemi, anne-baba yâdı, dostların ve arkadaşların zihindeki resimleri ve hele Türkiye hayali baskın gelir ve bizi alır uzaklara götürürdü. “Salkım salkım tan yelleri estiğinde / Mavi patiskaları yırtan gemilerinle / Uzaktan seni düşünür düşünürüm / İstanbul…” dendiğini duyar duymaz döktüğümüz gözyaşlarına Avrupa’nın, Afrika’nın, hatta Amerika’nın yolları ve köprüleri şahittir!.. Evet, zordur gurbet ve hasret. Daüssılaya düşen, duyduğu sese ve söze değil, onun hatırlattığı vatana takılır kalır. Vatan.. ne aşkın bir sözcüktür; özünde ne de çok manâ barındırır.

Aslında biliyoruz ki ülkemiz, ilimiz, köyümüz ve ortak şehrimiz İstanbul sadece hayallerimizde kalacak.. hasretimiz belki birkaç senede bir kısa izinlerle muvakkaten azalacak ama daüssıla yüreğimizde her dâim var olacak. Zira, biz “adanmışlık”, “fedakârlık” ve “mutlak hicret” deyip çıktık yola. Vatanımıza karşı delice aşkımız ve sıla-yı rahim vazifemiz olmasa, o muvakkat geri dönüşleri bile düşünmezdik.

Muhterem Hocamız defaatle, “Allah aşkına, gitmediğiniz yer kalmasın! Her yana açılın ve müsait her zemine tohum saçın. Fakat hasat etme peşine düşmeyin. Tomurcuklar çiçek açtığı zaman, çantanızı toplayın ve çiçek yetiştirebileceğiniz bir başka bahçe arayın. Şayet gittiğiniz yerlerde, bir köy muhtarlığı ölçüsünde bile idarecilik talebine düşerseniz, ‘Demek ki hedefleri buymuş!’ dedirtir ve davaya ihanet etmiş olursunuz. Hayır, siz tohum atıp gidin, kim hasat ederse etsin!” ikazını kulağımıza küpe edinmiştik. Her yörede hakka tercüman olmak ve güzellikler tomurcuğa durunca başka bir beldeye yönelmekti hedefimiz. Zira, ne dünyevî nimetler ne de başkalarına hükmetmekti derdimiz. Vallahi, billahi, tallahi idareyi ve emâreti aklımızdan bile geçirmedik, devlete hükmetmenin ne kendisini ne de paralelini rüyalarımıza bile misafir etmedik/etmeyeceğiz.

İnancımız odur ki, Mevlâ-yı Müteâl, gözyaşlarıyla sulanan gül bahçelerini, bin bir ızdırabın semeresi ümit tomurcuklarını zalimlerin insafsızlığına terk etmeyecektir.

Fakat niyet ve teşebbüs planında da olsa, yapmayın.. bari hülyalarımızı çalmayın!..

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2025 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.