Algı operasyonundan hukuk darbesine
Ortada çok ciddi yolsuzluk ve rüşvet suçlamaları ile bunları destekleyen deliller var. Son olarak Adli Tıp Kurumu tarafından verilen dinleme tapelerinin montaj olmadığına ilişkin rapor da esasen bunu teyit ediyor.
Hakim ve savcıları taraf olmakla ve adil yargılama yapmamakla suçlayan hükümetin, HSYK seçimlerini kazanıp yargıyı tamamıyla eline geçirdikten sonra 17/25 Aralık soruşturmalarını kapatarak yargılamayı engellemesi, yargı sistemine ilişkin suçlamalarının samimi olmadığını gösteriyor. Hükümetin bu tavrı, sorunu çözmemiş, aksine kalıcı hale getirmiş ve iddiaların doğru olduğu yönünde kamuoyunda bir kanaat oluşmasına sebebiyet veriyor. Zira yargı önünde aklanmayan hiç kimse milletin vicdanında da aklanamaz. 17/25 Aralık soruşturmaları sonrasında, adaletin pençesinden kurtulmak isteyenler hukuk sistemine darbe yaptı. Hükümetin geçmişte askerî vesayetten kurtulmasını sağlayan soruşturmaları ve yargılamaları yapan ve o gün kahraman ilan edilen hakim ve savcılar, bu defa adil ve tarafsız davranmamakla, kişi ve kurumlara kumpas kurmakla suçlandı ve sürüldüler. Keza, adli kolluk görevlisi emniyet mensupları da akla hayale gelmeyen birçok iddialarla suçlandılar, sürüldüler ve meslekten ihraç edildiler.
Tek parti devletine doğru...
17/25 Aralık sonrasında çıkarılan kanunlar, kurulan mahkemeler ve alınan tedbirler yolsuzluk ve rüşvet soruşturmalarını engelleme ve kapatma girişimleri. Bu endişe birçok yanlışı da beraberinde getirdi. 17/25 Aralık’tan sonra çıkarılan kanunların 6 ay geçmeden tekrar değiştirilmesi bunun en temel sebebi. Bunların sonucunda, Avrupa Birliğine uyum amacıyla 2011 yılı öncesi çıkarılan tüm demokratikleşme paketleri tamamıyla sıfırlandı. Son durumda, kanunlarda ve temel hak ve özgürlüklerde 1930’lu yıllardaki tek parti devleti dönemi anlayış ve uygulamalarına doğru bir gidiş görünüyor. Bugün bile en az 40 yıl geriye gittiğimizi rahatlıkla ifade edebiliriz.
Medyadaki dar oligarşik yapı
Hukuk sistemine darbe yapanlar, bunu sağlamlaştırabilmek için büyük kampanyalar halinde algı operasyonları yürütüyor. Çoğunlukla medya üzerinden yürütülen bu operasyona bakıldığında, ilgili haber ve yorumların içerik, başlık ve tarihlerinin birebir aynı olması, bu operasyonun ortak bir merkezden yürütüldüğünü gösteriyor. Kanaatimce, “illegal dar oligarşik yapı” olarak da isimlendirilen bu gizli yapılanma, haklarındaki ciddi yolsuzluk, usulsüzlük ve rüşvet iddialarını engelleyebilmek veya kapatabilmek için karşı operasyon yürütüyor. Bu bağlamda, bağımsız hakim ve savcılar, diğer kamu görevlileri (emniyet mensupları, bilirkişiler vb.) ile Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay, Sayıştay gibi devletin temel anayasal kurumları hakkında çok sayıda yalan haber üreterek onları itibarsızlaştırmaya ve etkisizleştirmeye çalışıyor. Devletin temel anayasal kurumları ile Türk vatandaşlarının temel hak ve özgürlükleri, tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar ağır bir saldırı altında. Korku her yere sinmiş durumda.
“Paralel yapı” iddiası bu algı operasyonunda kullanılan ana argümanlardan bir tanesi. Gerçek ve inandırıcı olduğunu düşünmüyorum. Totaliter devlet kurma özlemi taşıyan bir kısım tiranların, bahtsızların geçmişte de bu tip söylemleri sık sık kullandıkları ve toplumların özgürlük taleplerini yok etmeye, yolsuzluklarını örtmeye çalıştıkları görülüyor. Örneğin, Ortaçağ Avrupa’sında “cadı”, Nazi Almanya’sında, “Yahudi”, Stalin dönemi Sovyetler Birliğinde “halk düşmanı”, Amerika’da Mc Carty döneminde “komünist” ve eski Türkiye’de “mürteci” iddiaları hep aynı amaçla gündeme getirilmiş ve kullanılmış iddialardır. Aynı yöntem, ‘Yeni Türkiye’de (!) “paralel yapı” adıyla ülkemizde de uygulanıyor.
Goebbels’in acemi çırakları
Dar oligarşik yapı, geçtiğimiz bir yılda, “paralel yapı” iddiasını kullanarak, “cambaza bak” göz boyamasıyla adım adım hedefine ulaşmaya çalışıyor. Yani, tüm milli ve manevi değerler suistimal edilerek, toplum baskı altına alınıyor. İhalelerdeki yolsuzlukların hesabı sorulamıyor, imar rantının bir kısım karanlık ellere geçmesi engellenemiyor. Sayıştay denetim yapamaz hale getirilerek ve kamu kurumları göz göre göre soyuluyor. Baskıcı kanunlarla temel hak ve özgürlükler kısıtlanıyor. Yargı mensupları ve emniyet mensupları sürülerek adil yargılama ortadan kaldırıldı zaten.
17 Aralık sonrasında gündeme gelen “paralel yapı” iddiası ile ilgili insanlar önce sarsıldılar ve ‘acaba?’ dediler. Zira iddiayı gündeme getiren kimseler yalan söylemeyecekleri ve kamuoyunu aldatmayacakları varsayılan insanlardı. Aradan bir yıl geçmiş olmasına rağmen kamuoyuna hâlâ hiçbir inandırıcı delil sunulabilmiş değil. Tamamıyla soyut iddialar söz konusu. Oysa bu yapının varlığını iddia edenin iddiasını ispatlaması hukukun en temel ilkesi. Emniyet mensuplarına yapılan sıralı operasyonların da tamamıyla algı çalışması apaçık belli. Sadece, operasyonları ve tutuklamaları haberleştirip, tahliyeleri ve berat kararlarını gizleyerek algıyı kontrol ettiklerini zannediyorlar. Örneğin, son olarak Adli Tıp Kurumu’nun 17 Aralık tapelerinin montaj olmadığına ilişkin rapor yayınlandıktan sonra aynı medyada raporu karartmak için yine paralel yapı manşetleri attılar. Karartma amaçlı algı çalışması olduğu o kadar açık ki, bu kişileri Goebbels’in acemi çırakları olarak görüyorum. Bununla birlikte, çevremizdeki birçok insanın bu kadar da olmaz dediklerini duyuyoruz. Yani, algı artık tersine dönüyor.
İddiayı dillendirenler, aynı yalanları yüksek sesle tekrarlamak ve kendileri de inanmak suretiyle gerçek dünya ile olan bağlarını maalesef kaybettiler. Bağımsız basın-yayın organları dünyanın her yanında yaptıkları yayınlar ile Türkiye’nin giderek batağa sürüklendiğini söylerken, doğuda asker kışladan, polis karakoldan çıkamazken, şehirlerarası yollarda kontrolleri bölücü örgüt üyeleri yaparken, millet sefalet nedeniyle maden ocaklarında, inşaatlarda ölürken, birilerinin hâlâ büyük ve lider bir ülkeden bahsettiğini, dünyada, Ortadoğu’da her şeyi kendilerinin belirlediğini iddia etmeleri anlaşılamaz. Bunlar, halisünasyon görmekten başka bir şey değil. Eğer söyledikleri şeye kendileri de gerçekten inanmaya başlamışlarsa, olay taktik karartma çalışması olmanın ötesine geçmiş ve patolojik bir hal almış demektir.
Algı operasyonunu yürütenlerin, bu derece pervasız hareket etmeleri ve çekinmeden kanunları ihlal ederek suç işleyebilmeleri, dar oligarşik yapının gücüne olan inançlarından ve hukukun artık aleyhlerine işlemeyeceği inanmalarından kaynaklanıyor. Bu büyük bir yanılgı. Bir gün hukukun kendilerine de lazım olduğunu acı bir şekilde anlayacaklardır.
Aydınlar neden sessiz?
Türk toplumu, kendisine önderlik etmesi gereken aydınları tarafından da ihanete uğramıştır. Aydın denilen bu kişiler saf değiştirmiş, gördükleri yanlışları ve bildikleri doğruları söylemez, söyleyemez hale gelmişlerdir. Bu durum, karanlıkta kalan toplumun bir o yana bir bu yana savrulmasına, ateş böceklerini yıldız sanarak sahte hülyalar peşinde koşmasına sebep oluyor.
Eski YÖK başkanının dediği gibi, üniversiteler konuşamaz hale getirilmiştir. Hukuk, din, tarih, coğrafya, ekonomi ve güvenlik gibi konular, uzman kişiler tarafından değil, uzmanlığı kendinden menkul (!) kişilerce algı çalışması bağlamında gündeme getirilerek tartışılmakta ve onların doğruları medya kanalları üzerinden topluma mutlak doğrular olarak dayatılmaktadır. Goebbels ile henüz tanışma imkanı bulamayan strateji uzmanları, Ortadoğu’ya hiç gitmemiş, Arapça bilmeyen Ortadoğu uzmanları, madencilik uzmanı kesilen gazeteciler büyük bir medeni cesaretle (!) kendi kafalarındaki çöpleri milyonların beynine her gün boca etmektedir. Konunun gerçek uzmanları ise, “bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” veya “konuşursam zarar görürüm” diyerek olayları sadece seyretmekle yetiniyor. Toplumsal yabancılaşma ve güç boşluğu denilen bu büyük tehlike, otoriterleşmeye ve özgürlüklerin kısıtlanmasına zemin hazırlıyor.
Türkiye’nin hukukun hakim olduğu yeni bir aydınlanma dönemine ihtiyacı var. Aksi takdirde, şimdiki tehlikeden kurtulsak bile, bu filmi tekrar be tekrar izlemeye, yerimizde saymaya devam ederiz.
Kaynak: http://www.zaman.com.tr/yorum_algi-operasyonundan-hukuk-darbesine_2264748.html
- tarihinde hazırlandı.