Hizmet okulları, medar-ı iftiharımız
Fethullah Gülen Hocaefendi, 1990’ların ortalarında farklı inançlara ve düşüncelere sahip insanların birbirlerine saygı göstermelerine, toplumda kutuplaşmaların giderilmesine duyulan büyük ihtiyacı vurgulayan mesajlarıyla kamuoyuna seslenmeye başlamıştı.
Bir din bilgininden gelen bu seslenişi olağanüstü değerli bulmuştum. Bunun üzerine o sıra çalışmakta olduğum Milliyet gazetesinde “Hocaefendi’ye saygı” (29 Temmuz 1995) başlıklı bir yazı yazdım. Yazı şöyle bitiyordu: “Ben Hocaefendi’yi din ile siyaseti ayıran, halkı kamplara bölecek düşmanlık kültürüne karşı çıkan, hoşgörülü bir İslam anlayışının gelişmesine katkıda bulunan bir din adamı olarak algılıyorum. Hocaefendi’nin yaptıklarına saygı gösterilmeli.” (Bu yazının laikçi, askerî vesayetçi çevrelerde nasıl bir tepki uyandırdığını tahmin edersiniz.)
Bir süre sonra, bir yıl kadar önce kurulmuş olan Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’ndan bir heyet “eline sağlık” ziyaretine geldi. Fikrimi ilk kez o heyete açtım. Dedim ki, “Orta Asya’daki Hizmet okulları hakkında pek çok spekülasyon yapılıyor. Ben bu okulları görmek istiyorum. Beni bu okullara götürün. Ama farklı gazetelerden meslektaşlarla birlikte gidelim ki, herkes birbirinin ne yazacağını görsün.” Bu fikir bir süre sonra, Ekim 1996’da hayata geçti. Bir grup meslektaşla Hizmet’in Özbekistan ve Türkmenistan’daki okullarını ziyaret ettik. Daha sonra, o sıra yönettiğim “Entellektüel Bakış” sayfasında, ilk bölümü “Türkiye’nin Orta Asya’daki kozu: Eğitim” başlığıyla çıkan bir dizi kaleme aldım. (Milliyet, 1 – 5 Kasım 1996) Bu ziyaret GYV’nin okulları tanıtmak için düzenleyeceği gezilerin ilki oldu.
Hizmet’in önayak olduğu okullar dünyaya yayıldıkça, çeşitli vesilelerle kimi öteki Asya, Afrika ve Avrupa ülkelerindeki örneklerini de ziyaret etmek; öğretmenlerle, öğrencilerle, ana-babalarla, yerel yöneticilerle konuşmak fırsatını buldum. İzlenimlerimi de Zaman’daki yazılarıma yansıttım. Yurtdışındaki Hizmet okulları hakkında en çok görgü, bilgi sahibi olan medya mensubu olduğumu söylersem, yanlış olmaz. Bulundukları her ülkede resmî makamların (elbette ki) onayı ve işbirliğiyle, yerel halkın büyük teveccühü ile faaliyette bulunan, tümüyle laik ve bilimsel eğitim veren Hizmet okullarının Türkiye’ye yaptığı hizmetler başlıca üç başlıkta toplanabilir: Türkiye ile dünyayı birbirine yakınlaştırır; barış köprüleri kurarlar. (Bunun her yıl düzenlenen “Türkçe Olimpiyatları”ndan daha iyi bir kanıtı olabilir mi?) Yetiştirdikleri öğrencilerle Türkiyeli işadamlarının ticarî faaliyetlerini geliştirmelerine yardımcı olurlar. İlgilerini eğitime odaklamalarını sağlayarak öğrencilerin kötü alışkanlıklara ve suça bulaşmalarına kapıları kapatırlar.
Bu vasıflarıyla yurtdışındaki Hizmet okulları, Türkiye’nin “yumuşak gücü”ne ve her anlamda dünyayla kaynaşmasına paha biçilmez katkı yapan, ülkenin medar – ı iftiharı (övünülecek) kurumlardır. Bu nedenlerle AKP iktidarı ilk iki döneminde Hizmet okullarının değerini bildi. Cumhuriyet tarihinin en büyük rüşvet ve yolsuzluk soruşturmasından sonra tavır değişti. Bu soruşturmanın Hizmet hareketinin hükümete karşı bir darbe girişimi olduğu safsatasıyla, başta Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Davutoğlu’nun dünyaya yayılan Hizmet okullarını Türkiye aleyhine çalışan kurumlar olarak ilan etmelerinin; Erdoğan’ın ev sahibi ülkelerden, kapatılmalarını talep etmesinin akıl, mantık ve izanla açıklanabilecek hiçbir tarafı yoktur. Bu taleplerin ciddiye alınmayacağı görülecektir. AKP iktidarının Türkiye’nin uluslararası çıkarlarına ve itibarına verdiği büyük zararın başlıca yönlerinden biri de budur. Başta Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın Hizmet okullarına yönelik nefret söyleminden, açık söyleyeyim, utanç duyuyorum.
Kaynak: http://www.zaman.com.tr/sahin-alpay/hizmet-okullari-medar-i-iftiharimiz_2274175.html
- tarihinde hazırlandı.