Musibetler karşısında dua tavrı

Musibetler karşısında dua tavrı

İnanan insanlar olarak, başımıza gelen bela ve musibetler karşısında takınacağımız tavırlardan biri de hiç şüphesiz dua ile Allah’a yöneliş tavrıdır. Aslında Cenab-ı Allah, kullarının her zaman dua ve yakarışlarla Kendisine teveccüh etmesini ister. Bununla beraber, değil rahat zamanlarda, şiddet ve sıkıntı zamanlarında bile dua edip Allah’a (celle celâlühû) yönelmeyen insanlar hakkındaki ilahî beyanlar daha çarpıcı gözükmektedir.

Bu konuda, En’am Sûresi’nin 43. ayetinde geçen, “Bâri, kendilerine şiddetimiz geldiği vakit yalvarsaydılar, tevbe etseydiler! Fakat heyhât! Onların kalpleri kaskatı olmuş, şeytan da yapmakta oldukları mâsiyet ve günahları kendilerine süslemiş, cazip göstermişti.” mealindeki ayet-i kerîme ile, Mü’minûn Sûresi’nin 76. ayetindeki, “Biz onları çeşitli azaplara da uğrattık. Buna rağmen yine de Rabb’ilerine boyun eğip O’na yalvarıp yakarmadılar.” anlamındaki ayetler örnek olarak zikredilebilir. Görüldüğü üzere zorluk dönemlerinde Allah’a teveccüh etmemek, kalb katılığının ve şeytana uymanın bir neticesi olarak ifade edilmektedir.

Karşı karşıya kaldığımız bela ve musibetlerin kendi hata, kusur ve günahlarımızın neticesi olabileceği düşüncesiyle Cenab-ı Hakk’a karşı teveccühlerimizde tevbe ve istiğfar ayrı bir önem taşımaktadır. Allah’a el açıp yalvaran bir insanın bunlarla temizlenip arındıktan sonra diğer taleplerini dile getirmesi daha uygun sayılabilir. Hûd (aleyhisselam)’ın kavmine yaptığı şu tavsiye hepimiz için önem arzeder: “Ey halkım! Haydi Rabb’inizden af dileyin, sonra O’na tevbe edin. O’na dönün ki gökten size bol bol yağmur göndersin, gücünüze güç katsın, n’olur, yüz çevirip suçlu duruma düşmeyin!” (Hûd Sûresi, 11/52) Nuh (aleyhisselam) da halkına istiğfar tavsiyesinde bulunur: “Rabb’inizden af dileyiniz. Zira o Gaffâr’dır (mağfireti geniştir). Mağfiret dileyin ki üzerinize bol bol yağmur indirsin. Size mal ve evlat ihsan buyursun; size bahçeler, ırmaklar, su kanalları nasip etsin.” (Nuh Sûresi, 71/10-12) Rivayet edildiğine göre, Hz. Ömer (radıyallahü anh) kıtlık sebebiyle yağmur duasına çıktığında istiğfar etmekle yetinince, etraftan: “Yağmur için dua etmediniz?” diye sorulmuş, o da, “Ben, semanın yağmur gelen kapılarına vurdum.” buyurmuş, sonra da bu âyetleri okumuştu. Yine Hasan el-Basrî Hazretleri’nin meclisinde bir kişi kuraklıktan şikâyet etti. O da, “İstiğfar et!” dedi. Başka biri geçim sıkıntısından, bir diğeri çocuğunun olmadığından, birisi arazisinin verimsizliğinden dert yanınca, onlara da aynı şeyi söyledi. Etrafındakiler bunu garip karşılayınca o da, bu âyetleri okumuştu. Daha büyük ve umumi musibetlerde tevbe ve istiğfarın ehemmiyeti şüphesiz daha çok olacaktır.  

Öte yandan Abdullah ibn Abbas (ra)’ın rivayet ettiği bir hadis-i şerifte, Peygamber Efendimiz (sallallahü aleyhi vesellem), “Her kim bir musibete uğradığında ‘istirca’da bulunur yani ‘İnnâ lillah ve innâ ileyhi râciûn’ demek suretiyle Rabb’ine yönelir ve sığınırsa Allah, o musibetten kaynaklanan yarayı sarıp sarmalar.. o kişiye güzel bir akıbet hazırlar.. o musibeti izale buyurup onun yerine çok uygun ve kulunun da hoşnut olacağı şartlar yaratır.”  (Taberanî, el-Mu’cemü’l-Kebîr)

Ümmetine bu tavsiyede bulunan Allah Resûlü (sas)’in, yürekleri dağlayacak şekilde taşlara maruz bırakıldığı Tâif’te ve daha başka yerlerde hemen Allah’a yöneldiğine şahit oluruz. Mesela, Tâif’te şu çok dokunaklı ifadelerle Rabb’ine teveccüh etmekte, O’nun sonsuz güç ve kuvvetine sığınmakta, affını dilemekte ve yakarmaktadır:

“Allah’ım! Güçsüzlüğümü, zaafımı ve insanlar nazarında hakir görülmemi Sana şikâyet ediyorum. Yâ Erhamerrâhimîn! Sen hor ve hakir görülen biçarelerin Rabb’isin. Benim de Rabb’imsin.. beni kime bırakıyorsun? Kötü sözlü, kötü yüzlü uzak kimselere mi, yoksa işime müdahil düşmana mı? Eğer bana karşı gazabın yoksa, çektiğim mihnetlere, belâlara hiç aldırmam. Ancak afiyetin arzu edilecek şekilde daha ferahfeza, daha geniştir. İlâhî, gazabına giriftar, yahut hoşnutsuzluğuna dûçâr olmaktan, Senin o zulmetleri parıl parıl parlatan dünya ve ahiret işlerinin medâr-ı salâhı nur-u vechine sığınırım. İlâhî, Sen razı olasıya kadar Senin affını muntazırım! İlâhî, bütün havl ve kuvvet sadece Senin elindedir.” (İbn Sa’d, Et-Tabakâtü’l-Kübrâ)

Sırası gelmişken şu mülahazamı ifade etmek isterim. Üzerinde çokça konuşulan duasında Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi –kanaat-i acizanemce- bir “istircâ”da bulunmuştur. Şöyle ki, “innâ lillah-bizim sahibimiz Allah’tır ve innâ ileyhi râciûn-dolayısıyla biz de bir musibete uğradığımızda başka kapılar yerine Allah’a (celle celâlühû) yöneliriz.” demek suretiyle meseleyi Allah’a (cc) havale etmiştir. Zaten, bilindiği üzere Cenab-ı Allah, Bakara Sûresi’nin 155 ve 156. ayetlerinde, kullarını biraz korku ve açlık ile ya da mala, cana veya ürünlere gelecek noksanlıkla imtihan edeceğini ferman etmiş, o zaman dilimi içinde sabredenleri müjdelemiş, o sabredenlerin de “istircâ” ile Allah’a yönelenler olduğunu ifade buyurmuştur. Ayrıca zulmedenleri havale hakkı, mazlumlara Allah tarafından verilmiş bir haktır.

Görüp anlayabildiğimiz kadarıyla M. Fethullah Gülen Hocaefendi, gününün büyük bir kısmını dua ve niyaz ile geçirmektedir ve inananlara da bunu tavsiye etmektedir. Şu cümleler Hocaefendi’nin, yakın tarihteki bir sohbetinden alınmıştır: “İmkan varsa, mesela oturduk bir yerde, karşılıklı laf edeceğimize Cevşen’i bölüştürelim. On insan varsa orada, on faslın her bir faslını bir arkadaş okusun, orada bir Cevşen tamamlanmış olsun. Daha fazla zamanımız varsa, Evrâd-ı Kudsiye’yi de okusun arkadaşlar. Kendi aralarında Salât-ı Tefriciye’yi taksim etsinler. Bulundukları yerde varsa o taksime tâbi olacak arkadaşlar, her gün onu kendilerine, her bir ferde 40-50-60 ne kadar düşüyorsa, pay etsinler; gezerken, otururken, hatta abdeste hazırlanırken, yemek yerken, dişlerini fırçalarken, ellerini yıkarken en azından mülahazalarla Allah’a yönelsinler; hiçbir zaman aralığını boşa geçirmesin, her ânı Cenab-ı Hakk’a tazarrû ve niyazla değerlendirsinler.” (http://www.herkul.org/yazarlar/aglayin-su-yukselsin/)

Sonuç itibarıyla diyebiliriz ki, her zaman yerine getirmekle mükellef olduğumuz dua ibadeti, musibet ve bela zamanlarında daha bir ehemmiyet kazanmaktadır. Hazreti Yunus (aleyhisselam)’ın kıssasında olduğu gibi sebeplerin kısmen ya da bütünüyle düştüğü bu ızdırar ve çaresizlik hallerinde dualara daha çabuk icabet edildiği de bir hakikattir. Yine Efendimiz’in mübarek beyanlarıyla kalblerin hüzünlü ve buruk bir hal alıp rikkat kazandığı bu zaman dilimleri müminler için bir rahmettir ve dua açısından ganimet bilinmelidir. Muhakkak ki, dua kapıları açıldığında rahmet kapıları da açılmış olacaktır. M. Fethullah Gülen Hocaefendi’nin, Kaos, İmtihan ve Ümit makalesindeki şu satırları aslında bizim meramımıza da en güzel şekilde tercüman olmaktadır:

“Şimdilerde bize, geceleri hep seher kuşları gibi inleyip durmak ve âh u enînlerle gök kapılarını zorlamak düşüyor. Kim bilir belki de, toplarla, tüfeklerle çözülemeyen problemler hiç umulmadık şekilde bir gün gözyaşlarıyla ve Hakk’a yakarışlarla çözülecektir.” (Örnekleri Kendinden Bir Hareket, sh. 168)

Kaynak: http://www.zaman.com.tr/yorum_musibetler-karsisinda-dua-tavri_2230607.html

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2025 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.