Otoriterleşmeye karşı ‘sivil bir direniş’

Otoriterleşmeye karşı ‘sivil bir direniş’

İktidarın Hizmet hareketine karşı sürdürdüğü sistematik eziyetin sivil medya kuruluşlarına kadar yönelmesine karşı yüksek sesle tepki veren her kesimden vicdan ve insaf sahibi yazar ve akademisyenler, desteklerini esirgemediler.

Yayımladıkları “Aydınlar Deklarasyonu” demokrasi mücadelesinin tarihine altın harflerle yazıldı. Bunu bütün özeleştiri taleplerini haklı ve meşru bularak söylüyorum, diğer birkaç aşırı yorum ise çok samimi gelmiyor. Entelektüelin en önemli evsafından biri samimiyettir, her hadisede ideolojik kazanım elde etme hırsı değildir. Sayıları çok az da olsa kimi yorumcular Zaman ve STV’ye yönelik medya darbesini “sadece Hizmet ile hükümet arasındadır, biz seyredelim” noktasına getirebiliyor. Ancak işin aslı farklı. Gezi’den tutun Soma, Ermenek, Yırcalı vahametine kadar bütün acımasız hadiseler zinciri, kuvvetler ayrılığının kalkması ile (ve yoğun iktisadi illegalite ile) bir arada düşünülürse Türkiye’nin otuz yıldır düşe kalka ilerlediği demokrasi güzergâhından tümüyle saptığı anlaşılacaktır. Zulüm, Hizmet’e yapılan ile sınırlı değildir. Türkiye’deki baskı rejimi bütün eleştirel kesimleri vuruyor. Son zamanlarda medyaya yansıyan diğer haberler bile iktidarın toplumu topyekûn bir cendere içine almak istediğine işaret etmektedir.

19-22 Aralık tarihleri için 4 milyon nüfuslu Başkent’te kişilerin üstlerinde ve araçlarında izinsiz arama yapma kararı alındı ve şehrin sakinleri olağan şüpheli durumuna düşürüldü. Yine Ankara’da Eğitim-İş Sendikası’nın düzenlediği “Laik Eğitim ve Emeğe Saygı” yürüyüşünde çok sayıda kişi yaralandı ve gözaltına alındı. Öğretmenlerine karşı acımasız davranan bir güç gösterisi sergilendi. Bir başka haber Adana’dan. Kobani’de IŞİD’e karşı savaşırken ölenler için masum bir taziye çadırı kurmak isteyenler oldukça sert bir müdahaleyle karşılaştı; ağzı yırtılacak derecede fizikî müdahaleye maruz kalan bir vatandaşın içler acısı görüntüsü medyaya yansıdı. Bu yazıyı yazarken Şırnak’ta 10 yaşında bir çocuğun gaz kapsülüyle ağır yaralandığı haberi geçiyordu. Karamanoğlu Mehmet Bey Üniversitesi öğretim üyesi Elifhan Köse için Erdoğan’a hakaret ettiği gerekçesiyle 11 ay hapis isteniyor. Aleviler eğitim sisteminde ve Diyanet’in kaynak kullanımında üvey evlat muamelesi görürken sayıları mantar gibi artırılan imam hatipler sayesinde devletin resmî eliyle güya dindar Sünni nesil yetiştiriliyor (iktidar imam hatipli sayısını on kat artırmış olmakla övünüyor). Öte yandan Doğu’da faili meçhul cinayetleri kullanan bir şer şebekesi yeniden aktif hale getirildi. Medya ise sadece siyasî bakımdan baskı altına alınmış değil; RTÜK erkeklerin, eşleri olmayan kadınlarla dans etmesini gerekçe göstererek bir yarışma programına ceza verebiliyor... Bir başka gelişme: Maraş Valiliği hükümetin talimatıyla, Maraş katliamının (o acımasız kıyımın) anılmasını tümüyle yasakladı. Bu liste daha da uzatılabilir...

Ezenle ezileni birbirinden ayırt etmek gerekiyor.

Ülkede demokrasinin hal-i pür melali ortadayken kimi köşe yazarlarının Hizmet hareketinin yaşadığı mağduriyeti “iktidarı paylaşım savaşı”, “egemenler arası kapışma” gibi yaftalaması mantıken bir iç tutarlılıktan yoksun görünüyor. Analitik bakımdan son derece yetersiz bir yaklaşım. Zira bir tarafta otoriter tek parti devleti, diğer tarafta sınırları belli bir toplumsal hareket var. Bunlar ne güç ve imkân bakımından ne de türdeşlik bakımdan “karşılaştırılabilir” değil. Bu durumda eşit şartlara sahip iki güç savaşıyormuş algısı oluşturmak insafsızlık gibi görünüyor. Bank Asya’yı illegal yöntemle batırma hamlesinin bir amacı da Hizmet medyasına TMSF yoluyla el koymaktı; okullarına öğrenci gönderilmemesi için devletin ve havuz medyasının tüm aygıtları kullanılarak her türlü kara propaganda yapılıyor, kısacası Hizmet’in sivil kurumları ele geçirilmek isteniyor. Bütün tarihi boyunca şiddet karşıtı olmak en bariz vasfı olan bir hareket terör örgütü gibi gösterilmek isteniyor. Hal böyleyken halen daha “iktidar kapışması” gibi yorumlar yapmak manipülatör bir unsura sahipmiş gibi duruyor.

İktidar kendi haricî belirlemesi dışında hiçbir din yorumuna hayat hakkı tanımak istemiyor, mesele budur ve gittikçe daha radikal bir devlet İslamcılığına yöneliyor. Hizmet şu anda bitirilmek istenen bir harekettir ve mustazaf konumdadır. Müstekbir taraf ise yargıyı despotik yollarla eline geçirmiş siyasi hegemonik bir patronaj zorbalığı kuruyor; elinin altında devletin bütün imkânları ve hadsiz bir finansal güç var. Diğeri en nihayetinde sivil bir toplumsal harekettir. Biri bütün ekonomik enstrümanları tüm demokratik ve legal süreçleri by-pass ederek kullanıyor ve Hizmet’e saldırırken kuvvetler ayrılığı ilkesini yok ederek saldırıyor. Bu karşılaşma olsa olsa Filler ve Çimenler arasındaki ilişkiye benzer. Dolayısıyla ezenle ezileni birbirinden ayırt etmek gerekiyor. Hizmet hareketi şu anda hükümet karşısında ancak oldukça etkin bir sivillik olarak görülebilir. Güçler arasında ne oran, ne imkân bakımından bir denklik söz konusu değildir.

Dindarlar karşı çıkmadıkça İslamcı despotizm durmaz

Kaldı ki Hizmet, uluslararası bir sivil toplum hareketidir. Sahip olduğu insan kaynağının büyük kısmını yurtdışında eğitim, kültür, dinler arası diyalog gibi alanlarda dünya barışı adına (kürede) harekete geçirmiş durumda. 30 yıldır küresel ölçekte varlık kazandırdığı Türkiyeli insan gücünün büyüklüğü, Hizmet’in bu ülkede kalmış olan insan gücünün büyüklüğünden çok daha fazladır. Dolayısıyla merkez kaç bir hareket olarak merkeze çekilmesi mümkün değildir ki merkezde bir iktidar mücadelesi veriyor olsun. Merkezdeki dar ölçekte Hizmet şu an dik durma ve ayakta kalma mücadelesi veriyor, bunu iktidardan pay isteme gibi lanse etmek ciddi bir çarpıtma içerir. Hizmet, iktidardan pay almayı hedef edinmiş bir hareket olsaydı birçok dindar oluşum gibi hükümete payanda olmayı seçerdi. Kendisini iktidarın ortağı gibi görmek isteseydi tümüyle eleştirel bir harekete dönüşmeyi tercih etmez ve bu ağır eziyetlerin çoğuna maruz kalmazdı. Üstelik siyasi parti kurmayacağını defalarca deklare etmiş bir hareketten bahsediyoruz. Kısacası olayı egemenlerin paylaşım savaşı gibi görmek tümüyle bir illüzyon kurmaktır. Hizmet hareketinin sosyolojisine baksanız tümüyle imkânsız bir yorumdur.

Farz-ı muhal Hizmet hareketi Türkiye’de bitirilse, küresel planda daha da güçlenecektir. Zira aksiyon meselesini hicret tasavvuru (göç imagosu) üzerine bina etmek Hizmet hareketinde hep harekete geçebilecek bir dinamik olarak mevcuttur. Hizmet, küredeki Türkiyeli insan kaynağına göre burada daha az olan insan gücünü de küresel ölçeğe kaydırarak merkezdeki zararını katharsis sürecine dönüştürüp küresel bir hareket olma vasfını daha da geliştirir. Dolayısıyla Hizmet’in bu çapta bir hareket olarak bitirilmesi söz konusu değildir. Otokrasi başarılı olursa Hizmet zannedildiği gibi parametrik güç kaybına uğramayacaktır ama ülkedeki İslamcı despotizmin önünde çok büyük bir engel kalmayacaktır. Çünkü dindarlar karşı çıkmadıkça İslamcı despotizm durmaz. Eğer bu açıdan bakabilirsek Hizmet hareketi tüm kurumlarıyla birlikte demokrasinin sigortası gibi durmaktadır. Kısacası Hizmet’in göreceği zarar demokrasiye inanan bütün kesimlerin aleyhine gelişecektir. Peki iktidar küresel bir hareketin bitirilemeyeceğini bilmiyor mu? Elbette biliyor. Peki bunu bildiği halde Hizmet’e ne yapmak istiyor? Amaç tüm kesimleri vuracak Schmittçi bir “istisnanın egemenliği” önündeki büyük engeli “ülke içinde” bertaraf etmektir. Çünkü ülke içinde despotizmle mücadele eden “şiddet karşıtı” ciddi bir ses, güçlü bir soluk kalmasın istiyorlar. Gezi ya da Kürt Hareketi gibi şiddet içerebilecek ya da karşı şiddet içerebilecek bir engeli ise manipüle edebileceklerini düşünüyorlar (Apoizmle raks etmek de işin cabası).

Neyin mücadelesi veriliyor?

Hizmet hareketinin hükümete muhalif bir sese dönüşme sürecine girmesi iktidarın artık tümüyle anti-demokratik bir güce dönüşmesinin belirginlik kazanmasıyla eş zamanlıdır. Hatta enternasyonalist liberal solun…(medyatik ifadesiyle “yetmez ama evetçilerin”) iktidara kredi açmaktan vazgeçmesiyle Hizmet’in sorgulayıcı tereddütlere girmesi arasında uzun bir zaman yoktur. Referandumdan ‘Evet’ oyu çıktığı halde hükümetin özgürlükçü olabilecek anayasal vaatlerinin gerçekleşmeyeceği anlaşılınca Hizmet-hükümet gerilimi zaten başlamıştı. Evet “daha düşük yoğunluklu” olsa da başlamıştı. (Hatırlayın, merkez medyanın büyük puntolarla “Hizmet ve hükümet gerilimi” yazarak ya da “çatlak oluştu” diyerek kocaman haberler yaptığı süreç 17 Aralık’tan epey önceye dayanır.) Hizmet hareketi de iktidara destek vermiş tüm kesimler gibi aldatıldığını gördükten itibaren iktidarın gittiği yolun yol olmadığını fark etmişti ve 2013’ten beri bütün bedelleri göze alarak demokrasiden yana durmayı tercih etti, şu anda da özeleştirisini yapmaya çalışan bir hareket görünümündedir. İzleyebildiğim kadarıyla bir toplumsal hareket olarak başına gelebilecek tüm felaketleri bildiği halde bu tercihi yapmıştır. Merkezdeki Hizmet hareketi yok edilirse, yani iktidar karşısında en güçlü medyatik dindar sivil muhalefeti sergileyen blok yıkılırsa, egemenlerin eziciliği önünde şiddet dışı davranan büyük bir engel kalmayacaktır. Zira Hizmet toplumsal hareketler arasında sivil etkisi, erişim çapı, uluslararası yaygınlığı, kurumsal altyapısı ve organizasyonel etkinlik gücü bakımından ileri bir noktadadır. İktidar sanki şöyle düşünüyor: “Bu ülkede önümdeki en büyük engel Hizmet. Onu bitirirsem, yeni anayasa yoluyla otoriterizme dayalı başkanlık sistemi kurmanın karşısında ciddi bir engel kalmayacak; diğerleri (Gezi’de olduğu gibi) benim için daha kolay yutulur lokmalar olacak (Kürtleri zaten seçimlere kadar oyalayabiliyorum)”… diyor… adeta. O yüzden küçük ülke aydını gibi düşünen şu “paylaşım savaşı” yorumundan vazgeçmek gerekir. Çünkü analitik bakımdan çağdaş dünyada netice alabilecek bir karşılığı yok. Doğrusu gerek mikro gerek makro sosyolojiye bakınca merkezdeki Hizmet’in de bitirilemeyeceğini görmek mümkün. Ama Hizmet hareketinin neyin mücadelesini verdiğini doğru tespit etmek lazım. İslamcılığın sosyolojisinden anlayanlar bilir ki radikal devlet İslamcılığına evrilen bir güç karşısında en önemli engel sivil İslam’dan, dindarların sosyal muhalefetinden gelir. Gelenekten gücünü alan ya da ılımlı dini yıkmadan “tecdide” ve “çağdaşlığa” yelken açan ve moderniteyle anlamlı bir ilişki kuran bir sosyal hareket “illegaliteyi, haricîliği veya köktenciliği” benimseyen odaklar için en büyük engeldir. Bu nedenle antidemokratik totaliter devlet İslamcılığı, her zaman için sivil İslam’ı dönüştürmek (onu kendisine benzetmek ya da kendine biat ettirmek) ister. Hizmet hareketi bunun farkında gözüküyor. Bu durumda sadece kendisini korumuyor, sadece kendisi için ve kendisi adına mücadele etmiyor. Türkiye’nin tipik bir otoriter ve Ortadoğu tarzı İslamcı rejime dönüşmemesi için “sivil bir direniş” gösteriyor.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2025 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.