Sevdiklerim haşhaşî çıktı!
Karşınızda, sizi anlamak istemeyen, mantığın en basit araçlarını bile kullanmayan muhataplarınız varsa, açıklama ya da ikna için konuşmanın veya yazmanın anlamı yoktur.
Üniversiteden yeni mezun bir yeniyetmenin evindeki kasaları hükûmetin sözcüsü rolündeki gazetenin yazarı, geçen haftaki yazısında polisin koyduğunu söylüyor, yeniyetmenin babası oğlunun koyduğunu söylüyor, suçlamanın nesnesi aynı soruya itibarının zedeleneceğini söyleyerek cevap vermiyor. Zaytung’un ya da Baattin’in bu kadar popüler olmasının da asıl nedeni bu ortam bence.
Yazının başlığı, cahil bir köylünün sözünden mülhem. Adamcağız misafiri evinde ağırlamış, namaz kılarken misafiriyle kendi arasında bazı farklılıkların olduğunu görmüş, tabii misafir evdeyken kendisine soramamış, ancak ayrılırken namazdaki farklılıkların nedenini sorabilmiş. Misafir de evden uzaklaşırken Şafii olduğunu söyleyivermiş. Karısına dönen adam “Tüh, yedirdik içirdik Şafii çıktı.” demiş. Evet, mevcut durumla karşılaştırıldığında köylünün cehaleti masum kalıyor. Silahı, uyuşturucuyu, suikastı hayatında aklının ucundan geçirmemiş bir camianın mensupları haşhaşilikle suçlanıyor, her hafta yeni hakaretlere mazur bırakılıyor. Bu arada olan, benim gibi 20 yıldır toplumun her katmanında hayatın farklı alanlarında onlarca haşhaşi sevmiş olanlara oluyor. Yukarıdakilerin söylediklerine inanırsak sevdiklerimin çoğu haşhaşi çıkıyor. Ben de onlardan sadece birini anlatmaya karar verdim.
Mert Bey’in gıyabında bile ona bey demek ihtiyacını hissediyorum. Üç yüz yıldır İstanbul’da yaşamış balıkçı bir aileden geliyor o. Balıkları bilir, baharatları bilir, yemekleri bilir, arabaları bilir, bilgisayarı bilir… Sadece onları mı? Hatır yapmayı, gönül almayı, dost kazanmayı, vefayı bilir... Sadece bunları mı? Tevazuyu, sindirmişliği, yaptığı iyilikleri unutmayı, unutur gibi yapmayı değil gerçekten, gerçekten unutmayı...
Mert Bey güzel Türkçe konuşur, her şeyin abartıldığı bu zamanda güzel kelimesinin onun Türkçesinin güzelliğini anlatamayacağını biliyorum. Şöyle anlatmaya çalışayım. O konuşurken eğer onun konuşmasına alışık değilseniz, ne anlattığından çok nasıl anlattığına kayıverir dikkatiniz. Kelimeleri bir sanatçı inceliğinde ve bir hatip güçlülüğünde çıkarır. İstanbul Türkçesinin bir sonucu olarak söylemediği ekler, değiştirdiği sesler vardır. Onu dinlemeye başladığınızda egzoz dumanlarıyla dolu, trafiğin sıkıştığı bir otobandan çevresi iğde ağaçlarıyla çevrili, ortasında da asırlık birkaç karadut olan bir vişne bahçesine girer gibi olursunuz (Bahçe işi haşhaşileri hatırlatıyor!). Sonra, Mert Bey, enfes deyimler bilir, sadece eski adamların kitaplarında bulabileceğiniz atasözlerini ve ifadeleri en güncel konuları açıklamak için taşı gediğine koyma isabetliliğinde kullanır. İngilizcesi de öyledir. “Haydan gelen huya gider” ifadesini, “Dam üstünde saksağan vur beline kazmayı” sözünü anında İngilizceye çevirir.
Şair ruhludur Mert Bey. Uzun yolculuklara çıktığımızda (on beş-yirmi saatlik araba yolculuklarından bahsediyorum) şarkılar söyler. “Zeytin gözlüm uzaklarda işin ne, şarkıları düşürürüm peşine” benim onun ağzında en sevdiğim şarkıdır. Sıradan olmayan, ince, nükteli fıkralar anlatır, dinleyince belki gülmezsiniz ama her hatırladığınızda tebessüm edersiniz.
Adanmıştır Mert Bey. Elindekini avucundakini başkalarına verir. Kendisi hangi ortama göre değerlendirirseniz değerlendirin çok mütevazı şartlarda yaşar. Hep hayalini kurduğu, aylarca belki yıllarca biriktirdiği parayla Ford marka bir pikap almıştır. Hevesle kullanmaktadır. Birkaç ay sonra gönlü zengin, parası olmayan birine hediye edilir pikap. Bizimkisi arkasına bile bakmaz, yine atlar eski bisikletine, basar pedala. Soğuğunun Sivas’ın soğuğunu aratmadığı, kışın, saygısız misafirler gibi erken gelip geç gittiği bir Amerikan şehrinde.
Samanyolları galaksiler arasında...
Mert Bey, 35 yaşına kadar evlenmedi. Yüksek lisanstı, doktoraydı, ama daha da önemlisi insanlar için bir şeyler yapma gayreti onu engelledi hep. Bir yaz Türkiye’ye geldi ve nişanlandı. Dönüşte yine uzun bir yolculuğa çıktık. Amerika’da yolculuk bilgisayar oyunlarına benzer biraz, otomatik pilota taktığınız arabayı, ışıklarla ayrılmış şeridinizde belli bir hız limitinde saatlerce kullanırsınız. Pek çok uzun yolculukta olduğu gibi bu yolculukta da daha önce hiç tanımadığım yönlerini keşfettim Mert Bey’in. Şöyle gelişti olay: Mert Bey, dediğim gibi bir iki ay önce nişanlanmıştı. Her Türk gibi onun da mühendis olmasına rağmen nişanlanınca şiire, edebiyata merak saracağını, gülden bülbülden bahseden, çok da kaliteli olmayan mısralar yazıp irat edeceğini bekliyordum. Şiir okusanız da dinlesek dedim, vardır gönül tezgâhınızda fırından yeni çıkmış bir ürün. Arkada oturuyordu. Derinden bir of çekti. Ben, kalitesiz ve son durumuna uygun bir şiir beklentisiyle eleştiri farlarımı açtım. Karşımdaki sevdiğim bir arkadaşım olmasına rağmen içimdeki tenkit canavarı uyanmıştı. Bakalım kafiyeyi yakalamak için dilini nasıl eciş bücüş hâle sokacaktı, nasıl “indim havuz başına ürküttüm vakvakları” ahenginde dizeler okuyacaktı. Ne de olsa mühendisti. Mert Bey biraz durduktan sonra hüzzam makamında tok bir sesle başladı:
Bir yiğit vardı gömdüler şu karşı bayıra...
Arkadan kefenini, gömleğini soydular.
“Aman kalkar!” deyip üstüne taşlar koydular,
Bir yiğit vardı; gömdüler şu karşı bayıra.
Yiğidim, hele anlatıver olup biteni!
Sen dertli, vatan dertli, oturup ağlayalım...
Ağlayıp da sinelerimizi dağlayalım,
Yiğidim, hele anlatıver olup biteni.
Ses ver yiğidim, yoksa beni duymuyor musun!
Yıllar var ki hep hayalinle oynaşıyorum,
Kalkıp geleceğin ümidiyle yaşıyorum...
Ses ver yiğidim, yoksa beni duymuyor musun?!
Ses dudaklarından değil yüreğinden geliyordu sanki. Otobanın o mekanik havası bir anda gerçeküstü bir hâl almış, bana eyaletlerarası 70 numaralı yolda değil de samanyolları, galaksiler üzerinde hareket ediyormuşum hissini vermeye başlamıştı. (Burası da haşhaşileri hatırlatıyor!) Devam etti Mert Bey:
Sırtımda ardan bir gömlek, yılların vebali,
Ümitle ışıldayan gönlüm, seni bekliyor;
Kâh göklerde uçup, kâh yerlerde emekliyor.
Sırtımda ardan bir gömlek, yılların vebali.
Her tarafta harab eller, baykuşlara bayram,
Köprüler bir bir yıkılmış ve yollar yolcusuz,
Gelip uğrayanı kalmamış çeşmeler, susuz…
Her tarafta harab eller, baykuşlara bayram.
Tıpkı rüyalarda olduğu gibi diril, gel!
Beyaz atının üzerinde bir sabah erken;
Gözlerim kapalı ruhumda seni süzerken
Tıpkı rüyalarda olduğu gibi diril, gel!
Bir yıkılmışlığın destanını dillendiriyordu. Okuduğu şeyleri yaşıyordu sanki. Şiir bitti. Bazı anlarda sözler, anlamsız olur. Konuşmanın hası konuşmamak olur. Ağızdan çıkan sözler, çürük elma gibi düşüverir ne kadar renkli görünseler de. Sözün bittiği yerdir orası. Sustum ben de. Ne kadar zaman geçti bilmiyorum. Mert Bey, derinden bir of daha çekti başta yaptığı gibi. Hani halk şairinin “Bir of çeksem karşıki dağlar yıkılır” dediği oftan bir of. Yazık dedi, şimdi bir de ikinci bir insanın sorumluluğu… Yapılacak onca iş var, koştuk, hemen evleniverdik.
Mert Bey bunu söylediğinde 35 yaşındaydı. Ona ağabey diyenlerin ikinci çocukları Türkçeyle İngilizceyi karıştırıp meramlarını ifade edebiliyorlar, babalarında tarifi zor duygulara sebep oluyorlardı. Mert Bey evlendi. Dünyanın en şanslı kadınlarından biri olan eşi sadece eşi değil, çok iyi bir arkadaşı gibiydi. Güzel gözlü, nazlı bir kızları oldu. Mert Bey, doktorasını bitirdi ve Pasifiğin kenarındaki bir şehirde çalışmaya başladı. O Kaliforniya’ya taşındıktan sonra aslında çok sevmediğim Kaliforniya benim için güzelliğin başkenti oluverdi.
Zevk-i ruhani gibi, beklentisizlik gibi erdemleri içlerine sindirmiş insanların dokundukları kalpleri, birlikte zaman geçirdikleri insanları ve dünyayı güzelleştirdiklerine inanıyorum. Kötü insanlarla karşılaştığımda yüreğim kararıp üşüyorsa da ruhum Mert Bey ve onun gibileri hatırladıkça ısınıp ışıyıveriyor. Yıllar önce ışıklar içinde gördüğüm Kaliforniya’dan daha aydınlık hem de. Aklımın, onlarca eleştiriden sonra onayladığı, gönlümün bin kez evet dediği, her şeyini ait olduğum ülkemden ve ülkümden almış bu iç mimara, bu güven insanına şimdi birileri haşhaşi diyor. Tercih yapmak durumunda bile hissetmiyorum kendimi!
- tarihinde hazırlandı.