InterStar Televizyonu'nda Özel Haber Programında
S: Siyasi parti liderleriyle görüşme arzusu nereden kaynaklandı?
FG: Bülent Ecevit Bey'le görüşmede ziyaret arzusu bende oldu. O 'ben geleyim' dedi. Ben; bu ülkede başbakanlık yapmış birini ayağıma getirmem, dedim. Hikmet Çetin Bey'in hem hariciye vekaleti zamanında yararlı işleri olduğundan takdirlerimi, tebriklerimi arz etmek istedim, hem de bazı arkadaşlarımızın Ortaasya'da yaptıkları hizmetlerde yardımı olmuştur; oradaki rical-i devletle görüşmüştür. Bu mevzudaki takdirlerimi arz etmek için bir bayram ziyareti yapmıştım.
S: Libarellerden sosyal demokratlara, muhafazakarlardan milliyetçilere hemen bütün siyasî çevrelerin faaliyetlerinden rahatsızlık duymadıkları bir isim Fethullah Gülen. Hatta pek çok siyasi çalışmalarında destek bile oluyor hocaya. Acaba neden?
FG: Şimdi, onların da Türkiye'nin birlik ve beraberlik adına belki fakirde gördükleri bazı şeyler vardır. Benim de onlarla görüştükten sonra gördüğüm şeyler oldu. Gördüğüm şeyler şu ki; onlar birbirinden çok farklı yelpazenin değişik yerlerinde yer almış olsalar bile Türkiye'ye, ülkemize ait meselelerde fasl-ı müşterekleri daha çok insanlar. Ciddi bir gayretle, bunlar, bazı meselelerde olmasa bile, ülkemiz adına çok yararlı meselelerde aynı platformda bir araya getirilebilirler, müşterek düşüncelerinden istifade edilebilir mülahazasına sahip oldum. Ben onları böyle görüp böyle tanıdığım gibi ihtimal onlar da değişik zamanlarda fakirin beyanatlarından onunla görüşülebileceğine, diyaloga geçilebileceğine inanmış, öyle bir arzu izhar etmiş olabilirler.
S: Siz politika dışında kalmayı tercih ettiğinizi söylüyorsunuz. Aynı zamanda dini çevreleri etrafınızda toparlıyorsunuz. Bunun bir rolü olabilir mi acaba?
FG: Dini çevreleri etrafımda toplama gayretim olmadı.
S: Olsa da olmasa da sonuçları itibariyle böyle olduğunuzu görüyoruz.
FG: Sonuçları itibariyle de bazıları öyle diyorlar. Sempati duyuyor olabilirler. Ben de ondan müşteki değilim. Belki genelde böyle tanınıp bilinmeden halet-i ruhiyem itibariyle sıkılıyor olabilirim. Mahyivet ve tevazu içinde milletime, ülkeme hizmet edip kenara çekilmeyi düşünen bir insan olarak arzu etmediğim bir dönemde bir görünme, bilinme patlaması beni fevkalade rahatsız ediyor. Ama bana bu ülkedeki insanımız böyle arzu ediyor, böyle istiyorsa ben de, Necmeddin Erbakan Hocamın çok tekrar ettiği bir şey var, kerhen kabullenme durumunda kalıyorum.
Şimdi Refah partisiyle arada bir farklılık meselesine gelince ben o mevzuda araştırma yapmadım, tecessüsde, teşebbüsde bulunmadım. Bazıları bunda ciddi bir farklılık görüyor ve bu farklılığa göre yaklaşıyorsa bu onların kendi ictihadları.
S: Size göre bir farklılık var mı yok mu?
FG: Şimdi, her türlü siyasî anlayış ve düşüncenin üzerinde ülkemin birliğine, dinime, imanıma hizmet etmeyi yararlı görüyorum. Hiçbir kesimin itiraz etmemesi gerekir kanaat ı acizanemce. Ülkenin birliğine ve beraberliğine siyaset üstü kalma durumundan çok yararlanacağına inanıyorum.
S: Evet.. Hoca'nın önündeki esrar perde yavaş yavaş aralanıyor. Hoca siyasetten uzak durmak istiyor. Halbuki bugün Türkiye'de siyasetin içinde ve dini çevreleri de etrafında toplayan güçlü bir oluşum var. Ve bu oluşum dini tek başına bir motif olarak izlemeyen öteki siyasi partilerin Türkiye Cumhuriyeti'nin bugüne dek hiç olmadığı kadar ciddi bir rekabet halinde. İşte Fethullah Hoca'nın rolü tam bu noktada çıkıyor.
FG: O da siyasi iktidara talip, öteki de siyasi iktidara talip. Zannediyorum mesele biraz bundan kaynaklanıyor.
S: Dolayısıyla sizi siyasi iktidara talip olmadığınız ve etkili bir isim olduğunuz için size olan yakınlıkları diğerlerinden fazla oluyor.
FG: Evet, işin aslını bilmemekle beraber öyle bir şeyden kaynaklanabilir. Siyasete karşı bugünkü insanların anladığı manada siyasete yakın olduğum söylenemez.
S: Sizce bu Refah partisini rahatsız ediyor mu?
FG: Ben şahsen bir rahatsızlık hissetmedim. Refah çevresinde olan bazı şahısların bu mevzuda olan düşünceleri, mütalaaları kendilerini bağlar.
S: Fethullah Hoca siyaset kulvarında koşmuyor. Koşmaya niyeti de yok. Ancak koşanlarla olan yakınlığı hiç de sıradan bir yakınlık değil. Bu bir anlamda Hoca'nın eğilimini ele veriyor. O bakından dini ana motif olarak kullanan siyasi partilerden uzak kalmak istediğini açık-seçik gösteriyor. Acaba Fethullah Hoca'nın bu davranışı din adına siyaset yapanları rahatsız ediyor mu?
FG: Eğer herkes bu mülahaza açıksa zannediyorum yine rahatsızlık duymamak lazım. Yani biz belli noktada birleşiyoruz. Ben, halkımızın, insanımızın bana olan teveccühü eğitim, kültür faaliyetleri istikametinde kullanmayı düşünüyorum. Ama bu orada onları, büyük ölçüde siyasi tercihleri mevzuunda ilzam etmiyor, bir yere çekmek istemiyor, baskı altında tutmak istemiyorum. Zaten tutamam da. Çünkü bir yönüyle onlarla aramızdaki münasebet, onların bir ictihad hatası olarak teveccühü, bir şey kabul etmeleri, bir insanın fikrine müracaat etmeleri, düşüncelerini almaları şeklinde oluyor. Bu açıdan zaten öyle bağlayıcı, ilzam edici, zorlayıcı bir durumum olamaz. Kaldı ki, siyasi tercihleri açısından serbest bırakılan bu insanlar istediği partiye tercihlerini kullanabilirler. Bunun bizi alternatif gören insanları rahatsız etmemesi lazım.
S: Fethullah Hoca siyasetle din arasına bir çizgi çekiyor. Öyle olunca bir önemli kavramı, uzlaşmayı rahatlıkla kullanıyor. Bu nedenle siyasi çevrelerde kendisine ayrıcalıklı bir yer buluyor. Toplumdaki sempatisini de buna borçlu. Şimdi Fethullah Gülen Hoca'nın uzlaşma kavramına olan yakınlığını daha yakın anlamaya çalışalım: Türkiye'de radikal akımların hallerinden rahatsızlık duymanız mı söz konusu? Yani Türkiye'nin içinde bulunduğu günlerde özellikle uzlaşmaya ihtiyacı olduğunu mu düşünüyorsunuz?
FG: Uzlaşmaya ihtiyacı olduğunu düşünüyorum da, bu uzlaşmayı sağlayabilecek faktörler yalnız çok farklı. Bir taraftan Türkiye'nin büyüklüğe sıçramasını istemeyen dış güçler var.. Bir taraftan bunların Türkiye'nin içinde bağışlarsanız arz edeyim kullanabilecekleri piyonlar var.. bir taraftan Türkiye'de nifaka, şikaka müsait görünen potansiyel tehlike unsuru olabilecek insanlar var, oluyor.. Yer yer tahrik edildiğinde, provoke edildiğinde bakıyorsunuz kavga çıkarabiliyor bu insanlar. İşte bir taraftan böyle içte provoke edildiğinde hadiselere karışabilecek insanlar, diğer taraftan da dışın tahrik etmesi.. Mesela PKK hadisesini çıkaranlar.. Mesela Türkiye'de Sünni ve Alevi kavgası çıkarmak isteyenler.. sun'î bir kavga çıkarmak istemişlerdi Gaziosmanpaşa'da.. Türkiye'nin başına halk ifadesiyle çorap örmek istiyorlar. Ve bu mevzuda öteden beri birliği, beraberliği adına çok hassas yaşamış, hep onun için gözyaşı dökmüş, inkisardan inkisara girmiş bir insan olarak biraz fazla hassas davranıyorsam mazur görülmeli.. Hatta buna Türkiye'nin ihtiyacı var.
S: Uzlaşmaya bu kadar yatkın olan Fethullah Hoca'ya göre acaba din birleştirici bir unsur olabilir mi? Bugünün Türkiye'sine baktığımızda aslında din birleştirici olmaktan çok ayırıcı bir unsur: Dindarlar-dindar olmayanlar.. dini görevlerini yerine getirenler-getirmeyenler.. giderek dini partiye dönüşen partilerde yerini alanlar-almayanlar.. Toplum bir anlamda neredeyse ikiye ayrılmış durumda. Bu noktada dini verilen role yaklaşım son derece önemli: Din kendi başına birleştirici bir motif olabilir mi?
FG: Din eskilerin ifadesiyle bir vaz'ı ilahidir. İnsanları uzlaştırmak, şu dönen kainat çarkları içinde daha ahenkli yürümesini sağlamak için Allah tarafından gönderilmiş Allah'ın en sevdiği insanlar tarafından en mükemmel şekilde temsil edilmiş bir nizamdır. Onun ahlakî yönü, insanları yönlendirme yönü çok ağırdır. Bu açıdan da din önemli uzlaştırıcı, birleştiricidir. Dinin hakkıyla yaşandığı dönemde bunlar da olmuştur. Dinin hakkaniyetinden ayrılma olduğu, inhiraf edildiği sürece ve ölçüde aynı zamanda çatışmalar da olmuştur. Allah bir, peygamber bir, Kitap bir.. bunca fasl-ı müşterek varsa insanlar arasında bu insanlar birleşmeli. Ve yine millet bir, ülke bir, ülkü bir... bu insanlar birleşmeli. Ve şimdilerde mağduriyet bir, mahkumiyet bir, mazlumiyet bir, dışta-içte hasımlarımız bir; bu ülkeyi parçalamak ve bazı avantajları elde etmiş büyüklüğe sıçrama fırsatını kazanmış olup tam rampada olan bir ülke, gerçekten siyasilerimizin dediği gibi Adriyatik'den Çin Seddi'ne kadar bir dünya üzerinde müessiriyeti söz konusu olduğu bir dönemde gerçekten hasımlarımızın ciddi bir gerilimde bulunmalarına karşı, hakiketen din önemli bağlayıcı, birleştirici, uzlaştırıcı bir unsurdur. Böyle bir unsurdur ama dini kendi hakikatı, kendi gerçeği içinde anlamayıp da yorumlardaki farklılıklar bir yönüyle yeni kamplaşmalara vesile olabiliyor. Yani bu dinin zatında, ruhunda, özünde değil.
S: Evet, burya kadar dinlediklerimizle Fethullan Gülen Hoca'nın Türkiye'deki klasik din adamı tipinden bir hayli uzak olduğunu görüyoruz. Din ve siyaseti ayırmaya çalışan, dini uzlatırcı bir motif olarak gören, etrafındakilere siyasi bir partiyi adres olarak göstermeyen, siyasete tepeden bakan bir portre bu. Ama bunun Hoca'nın dünya meseleleriyle ilişkisinin olmadığını söylemek doğru olmaz. Bu nedenle ona, Türkiye'de son derece hayatî bazı meseleler ait sorular yönlendirdik: Batı'yla entegrasyon konusunda siz ne düşünüyorsunuz?
FG: Şimdi, kaçınılmaz bazı şeyler var ki bizim bunlardan kaçınmamız mümkün değil. Belli ölçüde, Tanzimat'tan bu yana, batının bir parçası olma ve bu bir parça olma meselesini Türk toplumu bir şeb-i arus, bir vuslat arzusuyla yaşamıştır. Hususiyle Türk aydını o günde bugüne bunu yaşamıştır. I. Meşrutiyet'te ayrı bir hamle başlatmışızdır. II. Meşrutiyet'te ayrı bir hamle. Cumhuriyet dönemiyle ayrı bir süreç, vetire başlatmışızdır. Belli bir dönemden sonra artık bu su yüzüne çıkmıştır. 63'den sonra Ankara Antlaşmasının imzalanması gibi bazı şeyler yapılmıştır.
Bir zamanlar Avrupa Ortak Pazarı, daha sonra Avrupa topluluğu söz konusu edilmiştir. Şimdilerde de gümrük birliği mevzubahis olmuştur. Bazı insanlar, hüsnü niyetle, samimi olarak toplumumuzun milli görüş, milli düşünce, dini görüş, dini düşünce adına çok iyi beslenmediği endişesiyle böyle bir entegrasyonda Türk toplumunun bir asimilasyona maruz kalacağı endişesini taşımışlardır.
S: Siz bu endişeyi taşıyor musunuz?
FG: Ben o zaman da taşımadım. Yani 65-66'lı yıllarda bu mesele gündemdeyken taşımadım. Türk toplumunun basiretli davranacağına, kendi kimliğini koruyacağına, Avrupalılaşsa bile merhum Akif'in ifadesiyle Avrupa'dan alması gerekenleri alsa bile esas Avrupa'ya kabul ettirmesini beklediğimiz şeyleri de kabul ettireceğine o günlerde de inandım. Belki o günlerde bir kısım endişe olabilirdi. Çünkü Avrupa'ya giden işçilerimiz 77'deydi Avrupa'da bazı ülkeleri dolaştım Diyanet göndermişti, vaz u nasihat ettim. Türk toplumu kendi çizgisinden %98'i itibariyle uzaklaşmıştı. Tamamen Hollanda'daki Hollanda vesayetine, Almanya'daki Alman vesayetine girmişti. Daha sonra 4-5 sene sonra gördüm ki Almanın, Hollandalının kapısında çalışan bu insanlar ekonomik olarak iş yerleri açmış, holdingler kurmuş, Almanları, Hollandalıları çalıştırıyorlar. Ve yine gördüm ki, o dönemde fevkalade bir konferans, bir panel, camideki bir topluluğa iştirak eden insanların sayısı mesela Berlin, Frankfurt gibi bir yerde % 2-3 nispetinde olmasına karşılık, 4-5 sene sonra bu nispet % 40'lara ulaşmış ve şimdilerde % 80'lere ulaşmış. Demek ki bir dönemde gerçekten belki kapalı bir asimilasyon yaşanmış fakat Türk toplumu yeniden kendisine dönüyor, kendi özüne dönüyor. Orada kendi çocuklarını artık işçi olarak okutmuyor. Üniversite hazırlık kursları açarak o ülkenin elit sınıfı olma peşinde. Bu açıdan ne Avrupa Ortak pazarı, ne Avrupa Topluluğu ne de Gümrük Birliğiyle böyle endişeye mahal verecek şekilde bir asimilasyona mahal olmaz.
S: Başka bir hayati soru. Fethullah Hoca darbeler konusuna nasıl yaklaşıyor. Ve Türkiye'nin içinde bulunduğu durumda acaba asker kışlasından bir kere daha çıkmayı düşünebilir mi: Türkiye'nin yeni bir askeri müdahaleye tahammülü var mı sizce?
FG: Askeri müdahaleye, hiçbir ülkenin hiçbir zaman tahammülü olmamıştır. Askeri müdahaleler demokrasinin inkitaına sebebiyet vermiştir. Ülkede karmaşa yaşanmıştır. Devlet idaresinin başına büyük ölçüde bilmeyen insanlar gelmiştir. Öğrenecekleri ana kadar o gitmiş, demokratik yeni bir seçim olmuş yerine başkaları gelmiştir. Onu genel yapısı itibariyle tasvip etmek mümkün değildir.
Ama bazı durumlar olmuştur ki askeri müdahalelerin neşter vurması söz konusu olmayınca belki o kangren bertaraf edilememiş, o kanser aşılamamıştır. Türkiye'yi 12 Mart muhtırasına götüren dönemleri biliyorum. O dönemde gadre uğrayanlardan birisiyim. 12 Eylül dönemini de çok iyi biliyorum. Devlet memuruydum, vaz u nasihat ediyordum. Herkes belli bir hevesin zebunu Türkiye'yi bir yere çekmek istiyordu. Ve çekilmiş de olabilirdi 12 Eylül'de. Türkiye bir ejderin ağzına atılmış olabilirdi. Ve şimdi biz Asya'daki o devletler gibi perişan, derbeder, yıkık-dökük Rusya'nın vesayetinde bir hale gelebilirdik. Bu açıdan askerî müdahaleleri bütün bütün yadırgamak, bütün bütün isabetsizdir demek doğru değildir ama acaba demokrasi içinde askeri güç o dönemde anarşiyi aşamaz, kargaşanın önüne geçemez miydi? Terörü bertaraf edemez miydi? Bunları geleceğin sosyologları, felsefî tarihçileri değerlendirecek, hükümlerini verecek, yanlış iş yapanları efkar-ı ammede mahkum edecekler. Tarih de mahkum edecek onları. O bakımdan o hususlara girmek istemiyorum.
S: Türkiye'de yeniden böyle bir durum sözkonusu olabilir mi? Yani daha çok dini motif işleyen politik oluşmaların iktidara yaklaştığını düşünen asker tekrar iktidara el koyabilir mi?
FG: Türkiye'de dini motif mevzuu başlangıcı itibariyle ele alınacak olursa bu durum, 46'lı yıllardan itibaren tahmin edilmeliydi. O dönemde Dünya'da Henry Link'in de ifade ettiği gibi dünya çapında bir dine dönüş oldu. O da zaten 'Dine Dönüş' kitabını yazdı, kitabına da o adı koydu. Hitler'in hareketinden sonra Avrupa'da millet, hatta varoluşcular bile, Sartre millet kiliselere koşuyordu diyor. O dönemde bir dine dönüş yaşandı. Türkiye'nin bundan nasibini alması gayet tabiidir. Türkiye bundan müstağni kalamazdı. Onun için ta 46'lı yıllarda İmam-hatipler, ilahiyat fakülteleri açıldı. 50'den sonra değişik platformda imam hatipler açıldı. Ve bunlar zamanla çoğaldı. Bunlar genelde dünyada dine dönüşün yanında Türkiye'de de dine dönüşün ifadesiyde. Yani bu kaçınılmaz birşeydi. Bu meselenin kontrollü, dinin ruhuna uygun şekilde gelişmesi mümkün mü? Eskilerin ifadesiyle meseleyi öyle bir kanala sokmak mümkün idi ama yapılamadığından dolayı bir kısım yanlışlıklar olabilir. Onun için meseleyi ta başlangıcından gören insanlar bugünlere gelineceğini bilmeliydiler. 12 Eylül hareketini gerçekleştiren insanlar da din realitesi karşısında duyarlı davrandılar. Müfredatlara ahlak-din dersi koydular. Şimdilerde bu mecburi olmamalı dediler. Ama din öğretilecekse bu cumhurî bir okulun diğer müfredat programları içinde dine ait meselelerde görüşülmesi mülahazasıyla din dersini mekteplere koydular. Ve komite bu işe sahip çıktı. Çok önemli de bir iş yaptılar. Din realitesi karşısında duyarlı davrandılar. Ve bu çok önemli bir değişimdi. 23-24'lı yıllardan 80'li yıllara gelinceye kadar demek Türk toplumunda ciddi bir değişme olmuş ki o 23'lü, 38'li yılları herşeyiyle kabul etmelerine rağmen fakat din realitesini de kabul etmek durumunda kalmışlardır.
Ancak bir kısım askeri hareket ve müdahalelere din sebep olmuş gibi gösterilmek isteniyor öteden beri. Belki müdahale eden insanlar müdahalelilerine sebep olarak göstermiş oldukları hususlardan bir tanesi de bu dini motif söylenebilir. Ama acaba doğru mu? Yer yer sayın Cumhurbaşkanı Demirel'in de ifade ettiği gibi bazıları bir yerlere varmak istiyorlarsa şayet bazı bahaneler gerekliyse bu bahaneler için mi acaba bunları böyle yaptılar.
S: Geçmişten farklı olarak bugün dini oluşumların potansiyel olarak ciddi bir iktidar alternatifi olduklarını görüyoruz. Acaba bunu asker nasıl yorumluyor?
FG: Bizim Erzuurum'un Keçelizade şairi vardır. Der ki; 'Benimle müttefiktir bu recada cümle ihvan' der. Fakirle bu terakkide, bu yorumda bir hayli müttefik vardır. Onunla aynı düşünceyi paylaşanlar vardır. Kimle görüştüm, zirvede de kimle bu meseleyi müzakere ettiysem 'Ben bir askerî müdahele olmaz demiyorum' dediler. Fakirin kanaatleri de o istikamette. Ama şimdilerde hemen böyle bir şey olur mu olmaz mı bilemiyorum. Yer yer endişemiz oldu. Bir kere daha demokrasinin kesilmesi bizim peygamber ocağı, güzide asker müessesesine karşı bir tavır değildir. Ama askerin bir konumu vardır. Parlamontunun bir konumu vardır, demokrasiyi onlar temsil ederler. Askeriye hayatî önemli bir müessesedir. Kendine ait bir misyonu vardır, onu yapar. O kışlada kalmalı.
S: Bugünlerde bu nedenle kışladan dışarı çıkmayı düşünüyor olabilir mi?
FG: Eğer çıkmayı bazıları -bazıları diyeceğim, askeri karalamadan Allah'a sığınırım, askeri rencide etmek istemem çünkü fakirde o ruh vardır, askeri çok severim- o düşüncede olabilir, çıkmak istiyorlardır. Ve bunlar bir taraftan potansiyel bir tehlike dedikleri bu dinin ister siyasi, ister gayr-i siyasi gelişmesini bu mevzuda bir vesile sayabilirler. Ekonomik tutarsızlığı, yetersizliği de bir vesile sayabilirler. Dünya karşısında hususiyle harici politikada çok iyi bir politika izlenmemesini de bir vesile sayabilirler. Değişik vesile sayıp gelebilirler. Evet, gelebilirle endişesini taşıyoruz. Ama gelirlerse kendilerini de yıpratırlar. Ve bundan sonraki de diğerleri gibi olmaz. Daha farklı olabilir. Bazı büyük yanlışlıklar yapılabilir. Dilerim olmasın. İlahiyatçı kendi çevresi içinde, asker kışlasında, cemaat camide kalsın.
S: Acaba birileri size siyasî bir oluşumun önünü engellemek için misyon mu yüklüyor?
FG: Niyetleri öyle olabilir. Böyle derken su-i zan etmiş olabilirim. Başkaları o mevzuda o türlü yorumlar ortaya koyabilirler, bu da isabetsiz olabilir. Ama bu ülkenin barışa, uzlaşmaya ihtiyacı varsa şayet bu birileri tarafından gerçekleştirileceğine inanılıyorsa bence herkes insaflı olup o hareketin yanında olmalıdır. Bu arkadaşlar ister eğitim faaliyetleri, isterse mesela aleviler adına cem evleri yapıldığı gibi, Diyanet işleri başkanına söyleyelim o da bu mevzuda destek versin. Uzlaşacağımız kendi projelerimiz de var. Arkada durup destekleyeceğimiz insanlarla görüşüp konuşuyoruz. Bütün bunlar bana bu ülkede uzlaşma adına önemli gibi geliyor. Bunları yapmaya devam ederken birileri hakkımızda kendi hayallerine, kendi düşüncelerine göre bir kısım senaryolar yazabilir, planlayabilirler. Ama evvel ve ahir görülecektir ki inşallah herhangi bir politikaya, siyasete alet olmuyoruz, olmayacağız.
S: Yanlış oldu belki. Politikalara alet olmak belki doğru bir kelime değil. Bazı politikalardan yana olmak ülkenin çıkarlarına denk düşüyorsa olumlu bir katkıda bulunulur.
FG: İnsanımız ve ülkemizin çıkarları adına, geleceği adına, büyümesi hesabına, yakın gelecekte insanımızın çağıyla hesaplaşması adına bu mevzuda o türlü yanlış yorumları da nazar ı itibare alarak inandığım yolda bu teşvikleri devam ettirme kararındayım.
- tarihinde hazırlandı.