Adalet sözünden ne anlaşılır veya ne anlamalıyız?
Adalet, ifrat ve tefrit arasında bir orta haldir. Yani: Aşırılıkla alakasızlık arası dengeli bir durumdur. Bu da insanda bulunup pek çok hayra vesile olacak olan büyük bir potansiyelin yerinde kullanılmasıyla mümkün olacaktır. İnsanda şehvet, öfke, vehim ve akıl gibi kuvvetler güzel kanalize edilirse adalet meydana gelir, ifrat ve tefritinde ise saçmalar...
Mesela insandaki şehvet duygusu ki, umumi manası itibariyle, hem ferdin hayatının devamına vesile olan şeylere arzu duymaya, hem de neslin ve insan nevinin devamına vesile olan şeylere arzu duymaya şamil olur. Fert, yeme, içme ve tenezzüh gibi şeylere duyduğu arzu ile varlığını ve sıhhatini devam ettirdiği gibi hemcinsine karşı duyduğu arzu ile de neslini ve insanlığı devam ettirmeyi yüklenmiştir.
Şimdi bu mülahazadan uzak olarak bu duyguyu ele aldığımızda, ya onu kemle giden yolda önümüzü kesmiş bir cellât olarak görecek ve kilise babalarının yaptığı gibi onu tamamen terk edeceğiz ki, işte bu tefrit ve alakasızlıktır. Veya günümüzün sefil anlayışı içinde sınır tanımadan bu mevzuda her münasebeti meşru sayacağız ki, bu da ifrat ve taşkınlıktır.
Öfke de öyledir. Hiç olmayacak şeyler karşısında feveran ve halk dilinde pireye kızıp yorgan yakma bir ifrat ve en aziz ve en mukaddes şeylerin payimal oluşu ırzın çiğnenip namusun doğranması karşısında sükûtta bir tefrittir. Adalet ise küfür zulüm ve cevr karşısında bir kükreme ve bunların berisinde ve bilhassa sabır ve hayra vesile olacak yerde müsamahalı ve yumuşak olmaktır.
Aynı durum vehimde de cereyan eder. Olmayacak şeylerden korku ve endişe, hayatı azaba çeviren bir ifrat ve korkulması, endişe edilmesi gereken şeylerden korkup endişe etmeme ise bir tefrittir. Birinde kâinattaki her şeyden korkup her şeye ulûhiyet isnat etme düşüncesi vardır ki, Ganj dolayları bu telaşın doğurduğu putlarla doludur. Diğerinde ise yerde ve gökte kimseden endişe etmeme gibi bir cinnet ve nefsini, varsa- milletini ölüme götürme gibi bir vahşet vardır. Adalet ise hayati ehemmiyet arz eden şeyleri hesaba katarak ihtiyat ve tedbire riayetle beraber uzak ihtimallerle melhuz olan endişe verici şeylere karşı da fütursuz olmaktan ibarettir. Akıl için de benzeri mütalaa serd edilebilir. Müşahede ve hissin ürünlerini hesaba katmadan sadece akla itimat ve ifrat; aklı tamamen azledip, ya katı pozitivizm veya vicdanı esas alarak bunun dışında herşeyi inkâr etmek bir tefrittir. Birincisinde eski mantıkçıların cerbezelerini şimdiki materyalistlerin de diyalektiğini; ikincisinde ise Ogüst Kornt pozitivizmini ve Hıristiyan mistisizmini görürüz.
Akılda adalet ise his ve müşahedenin mahsullerini değerlendirme, yeni terkipler yapma ve bununla his ve müşahede altına girmeyen şeyleri kavramaya çalışmaktır. Aklın istikameti ise ancak vahyin aydınlatıcı tayfları altında mümkün olabilmektedir. Semavi nağmelere sırtı dönük bir akıl, ya Aristoles gururu içinde bir firavun veya kilise duvarları içinde acezeden kış sineği gibi bir şeydir. Hâiz olduğumuz bu duygularda adalet bir esas olduğu gibi, mükellef olduğumuz şeylerin bütününde esastır. Bu cümleden olarak itikatta adalet şarttır ve en başta bir ilahın vücudunun tasdik ve onun kemal sıfatlarıyla muttasıf, noksan sıfatlardan münezzeh olduğunu; zira bir ilahın vücudunu veyahut sıfatını kabul etmeme bir ilhad ve tatil olduğu gibi, "Allah cisimdir, cevherdir, uzuvlardan meydana gelmiştir ve bir mekânı vardır" dernek dahi bir teşbihtir ve küfürdür. "Allah vardır, kemal-i sıfatlarıyla vardır, cisim, cevher; aza ve alet gibi şeylerden münezzehtir. Mekândan müstağnidir." Evvelki iki inhiraf arasında vasat bir yol ve adalettir.
Sair itikadı şeyleri de düşünebiliriz, mesela "İnsanın kudreti ve ihtiyarı yoktur" demek bir cebirdir." İnsan kendinden meydana gelen bütün işlerin mucit ve halikıdır." demek de ifratkar bir iradeciliktir. Şart-ı adı kaydıyla insan iradesinin kabul edilmesi ve herşeyi Allah'ın yaratması esasıyla ele almak ise bir adalettir.
Ameli hususlarda da adaletin cereyanına şahit oluruz. Evvela, mutlak olarak bütün işlerimizi dünya ve ukba, ruh ve ceset muvazenesi içinde ele alma bir adalettir. Buna göre dünya cismani yaşayış ve hayvani hayat, ahirete ve kalbi hayata baktırmayacak şekilde ise bu bir maddiyecilik ve ifrattır. Cismaniyeti nefy ve inkârı netice veren Hıristiyan sprutualizmi ise bir tefrittir. Ve bu iki şey arasında muvazene ise istikamettir.
Bu hususlardan birini Yahudilik temsil ediyorsa diğerini de Hıristiyanlık temsil etmektedir. Mesela Yahudilikte amden katilde af tarafına gidilmeden behemehal katilin öldürülmesi gerekmektedir. Hıristiyanlıkta ise mutlaka affedilmesi lazımdır. Ve bu haliyle birinde ifrat, diğerinde de tefrit vardır. Adalet ise af yolu açık olmakla beraber kısasın yapılmasındadır. Nazari ve ameli bütün bir hayat içinde bu şekilde adaleti görmek ve göstermek mümkündür. Ne var ki, insanlar ciddi rehberlerle bu doğru yola götürülmedikten sonra adalet bulmaları da oldukça zor olacaktır.
Günümüzde çok bahis mevzu olan (sosyal adalet) ise adalet anlayışının içtimaiye akseden bölümlerinden sadece birisidir. Tasavvurda ve pratikte istikamete ermiş kimselerin adaletsizliği düşünülemeyeceği gibi onlar arasında içtimai adaletsizlikten söz etmekte asla bahis mevzuu olmayacaktır.
Ancak onunla da ne anladığımızı belki merak edenler vardır. Sual cevap muhtevası içine aldıramayacağımız böyle bir hususu şimdilik huzura getirmeden tevakki ediyorum.
Sızıntı, Ocak 1980, Cilt 1, Sayı 12
- tarihinde hazırlandı.