"Fela Üksimü Bimevakiinnücûm" Ayetindeki Yıldızların Yerlerine Kasem Edilmesinin Hikmeti Nedir?
"Hayır!. Yıldızların yerlerine yemin ederim.. Bilseniz, bu, büyük bir yemindir. O, elbette şerefli bir Kûrandır." (Vakıa/75-77)
Ah kalbi kasvet bağlamış insan.! Cenab-ı Hak ezeli ilmiyle onun bu durumunu biliyor ve ona anlatacağı şeyi, yeminle teyit ederek anlatıyor.
İnsan, utanmalı, hicap etmeli, terlemeli, dudakları titremeli ve bu gibi âyetleri okurken ürpermeli..! Rabbi ona, Kur'an'ın şerefli bir kitap olduğunu söylemek ve kabul ettirmek için bunca tahşidatta bulunuyor ve sözlerine büyük bir yeminle başlıyor...
Kur'an'da bu tür yeminler çoktur. Cenab-ı Hak bazan yıldızlara yemin ettiği gibi, bazan güneşe, aya ve bütün bir semaya da yemin eder. Bazan da yemin yerdekilere yapılır. Zeytine, incire ve Tur dağına yapıldığı gibi. Bazan olur gündüze bazan da geceye yemin edilir. Şüphesiz bu yeminlerin hepsinde binlerce sır ve binlerce hikmet gizlidir.
"Vennecmi iza hevâ" (Necm/1) da kasem yıldıza yapılır. Mânâsı: "O semaya doğru urûç eden veya kavsiyesini tamamlayıp geriye dönen yıldıza yemin olsun ki" demektir. Ki bu sûrede Efendimiz'in miracı anlatılmaktadır. Durum böyle olunca da, üzerine yemin edilen yıldız, tevcihlerden biri itibariyle, bizzat Efendimiz'in kendisidir. Evet O, evvela halktan Hakk'a urûç etmiştir. Sonra da Hak'tan halka dönmüştür. "Hevâ" kelimesinde bu iki mânâ da vardır.
Evet, Allah Rasûlü'nün (asm), cennet ve Cenab-ı Hakk'ın O'na gösterdiği bütün güzellikler karşısında gözü kamaşmadan, mazhar olduğu nimetlere başkalarını da mazhar etmek için, yeniden bu kevn-u fesada dönmesi, elimizden tutup ötelere götürmek üzere aramıza gelmesi, "Vennecmi iza hevâ" ile anlatılıyor. Burada, bir yıldız diye Efendimiz'in (asm) mübarek şanına yeminin yapılması çok önemlidir. Evet, o yıldız bir manâda Efendimizdir. O'nun taşıdığı ulvî hislerin yanında, miraçta mazhar olduğu nimetlerle bir başka Muhammed (asm) olarak geriye dönmesi, beşer tarihinde eşi olmayan bir hadisedir. İşte O'nun taşıdığı bütün bu manâlar ve gönlünün içine aldığı bütün hakikatlar adına, Allah (cc) Hz.Muhammed'e (asm) kasem ediyor. Evet, İsra suresinde "Görür ve işitir." deyip, kendisine ait sıfatları, "İnnehu semî un basîr" ifadesiyle -bazı tefsircilere göre- Hz.Muhammed'e (asm) isnad ettiği gibi, burada da o payeyi yine O'na veriyor "Vennecmi iza hevâ" diyor ve yemin ediyor.
"Veşşemsi ve duhahâ" da güneşe ve güneşle ortaya çıkan duhaya (Kuşluğa) kasem ediliyor. "Velleyli iza secâ" da ise, mahalli istirahat olması itibariyle, geceye ve geceyi bastıran karanlığa; sonra da yeniden karanlığın yırtılıp, aydınlığın çıkmasına, yani kâinattaki devr-i daimlere kasem ediliyor.
Başka yerlerde de "İncir'e, Zeytin'e, Tur'a" yemin edilmiştir. Tur, Hz.Musa'nın, Cenab-ı Hakk'ın beyan ve tecellilerine mazhar olduğu önemli bir yerdir. Tur'da Hz.Musa'nın bu mazhariyeti, bir cemaatin dirilişinin esaslarını taşıyordu. Hz.Musa emri orada alıyor ve bir cemaat bu sayede diriliyordu. Onun için de Tur, üzerine yemin edilecek bir payeye ulaşıyordu.
Yukarıda da söylediğimiz gibi Kur'an-ı Kerim'de bu tür yeminler çoktur. İşte bu yeminlerden biri de soruda söz konusu edilen yemindir ki, yıldızların mevkilerine yemin edilmektedir. Öteden beri yıldızlara yapılan kasemle ilgili olarak şunları söylemişlerdir:
Birincisi: Yıldızlar her devrin insanı için önemlidir. Zira insanla yıldızlar arasında daima bir münasebet olagelmiştir. Bu münasebetin en asgarisi ise insanların yıldızlar vasıtasıyla yönlerini tayin etmeleridir. İşte aşağıdaki âyet bu hakikata parmak basmakta ve şöyle demektedir: "Ve alâmâtin ve binnecmi hüm yehtedûn" (Nahl/16). "Bir de Allah bir kısım alametler yarattı. Onlar yıldızlarla da yollarını bulurlar."
Karada, denizde yön tayininin dışında, her bir yıldız ve yıldızlar kümesinin, tıpkı bir Necm-i Kur'an gibi, insana bir şeyler fısıldaması, nizâm, âhenk ve ihtişam diliyle, perde arkası hakikatlar adına gönüllerimizi hoplatması yıldızların ayrı bir rehberliği sayılır ki Allah: "Ve binnecmi hüm yehtedûn" "Onlar yıldızlarla yollarını buluyorlar." buyurur. İşte insanlarla yıldızlar arasındaki bu münasebete binaen Cenab-ı Hak yıldızların yerlerine yemin etmiştir. Zira yıldızlar belli yerlerde olmasalardı, insanların onlardan bu şekilde faydalanabilmeleri mümkün değildi.
İkincisi: Güneş ve güneş sisteminin hal-i hazırdaki duruma ulaşabilmesi, ayrıca dünyanın şu andaki şeklini kazanabilmesi ancak yüzlerce şartın mevcudiyetiyle mümkün görülmektedir. Mesela, atmosferden havanın kaçması, içindeki gazların dengelerinin bozulması derhal atmosferi, hayatı nâmüsait hale getiriverir. Aslında hava ile küre-i arz birbirini iter. Bunların bir araya gelmesi kerhendir. Yani Allah'ın emirleri karşısında ister istemez bu işe bel kırıp boyun bükmüşlerdir. Biz bunları tetkik edip öğrendikçe hayret ve hayranlığa düşüyor.. ve bunlardan Allah'ın varlığına ve birliğine deliller istinbat ediyoruz. Kendi varlığına ve birliğine deliller mahiyetinde olan bu yıldızlara ve onların yerlerine Cenab-ı Hakk'ın kasem etmesi gayet ma'kul ve lüzumludur. Güneş sisteminin dışına çıkalım. Samanyolu içinde, güneş sistemi gibi nice sistemler var ki, bunların hepsi de yerli yerine konmuştur. Bir yerde iki atom bile, birbiriyle çarpışsa, müsademe etse, kızıl kıyamet kopar. Bu kocaman cisimlerin kâinat fezasında, herhangi bir muvazenesizlikle kızıl kıyamete sebebiyet vermelerinin ne demek olduğunu hiç düşündünüz mü? Görülen bu kadar karışıklık ve çokluk muvazenesizliğe sebep olması gerekirken, yıldızlar Cenab-ı Hakk'ın kudretiyle baş döndürücü bir âhenge sahiptirler. İşte izafi bir kısım nâmlar takıp câzibe ve dâfia (çekme-itme) ile izah etmeye çalıştığımız bu âhengin arkasında, Kudret-i Sonsuz'un tasarrufu, nazarlarımıza veriliyor ve "Fela uksimu bi mevakiinnücum" denilerek yıldızların mevkilerine yemin ediliyor.
Üçüncüsü: Bu âyetten şöyle bir hususa da intikal edilebilir; yıldızlar öylesine yerli yerindedir ki, siz bir tek sistem üzerinde yapacağınız araştırmalarla, diğer sistemler hakkında da fikir sahibi olabilirsiniz. Hatta sistemlerle diyaloga geçebilir ve oralarda kentler kurabilirsiniz. Evet, birini anladığınız zaman, diğerleri hakkında edineceğiniz malumat da isabetli olacaktır. Çünkü bunlar, o kadar esaslı, o kadar yerli yerine konmuştur ki, hiçbirinde başıbozukluk ve gelişigüzellik yoktur. Hepsinde de gayet ciddi bir nizam ve intizam mevcuttur. Dikkat edersek, "Rahman Sûresinde" Allah, Rahmaniyetini bu muhteşem denge ve düzenle göstermiştir. Allah isminden sonra, Esma-i Hüsna arasında Cenabı Hakk'ın en mübarek ismi, Rezzak manasına Rahmandır. Bismillahirrahman'da, Rahman, Allah lafza-i celalinden sonra gelir. Kur'an'da, Rahman sadece besmelenin içinde 114 yerde Allah ismi celiliyle beraber bir ism-i sıfat olarak zikredilir. Lafza-i celalle omuz omuza vererek beraber zikredilen Rahman, Er-Rahman Sûresinde en başta gelmekte ve nimetlerin sıralanmasında en önde arz-ı endâm etmektedir.
Evet, başta "Er-Rahman" diye buyuruluyor. Sonra da merhamet-i ilahinin tecelli ve tezahürü olarak "Alleme'l-Kur'ân" ifadesiyle deniliyor ki: "Allah Kur'an'ı talim etti." Bundan büyük merhamet tezahürü mü olur? Evet eğer, Kur'an'ın aydınlatıcı tayfları gözlerinize ziya çalmasaydı ve ondan gelen mesajlar dünyalarınızı aydınlatmasaydı kainat sizin için bir matem hane-i umumi olarak kalıp gidecekti.
Bütün varlıklar, cansız cenaze görüntüleriyle sizlere vahşet ve dehşet verecekti. Bu yüzden de hiç bir şeyin gerçek yüzünü göremeyecek ve hiç bir şeyi tam anlayamayacaktınız. Siz Kurân'ın aydınlatıcı ışıkları altında her şeyin mânâ ve hikmetini anladınız. Batılının bilim adına anlayamadığı şeyleri siz Kur'ân nûru ile sezebildiniz. Kur'an'ın ruhuna nüfuz sayesinde başlayan incelemelerinizle, öyle şeyleri fark ettiniz ki, başkaları onların isimlerini bile bilmiyor.. siz, kara deliklerin bağrında dahi, öbür âlemlere açılan aydınlık tüneller buldunuz! Evet, O'nun nûruyla nereye bakarsanız bakınız, her yeri aydınlık görüyorsunuz. "Halakal insane allemehul beyan" ve o Rahman, aynı Rahmaniyetini size şununla da gösteriyor: "O, sizi yarattı ve sonra sizi beyanla serfiraz kıldı." Eğer siz dilsiz olsaydınız, yani gürül gürül ve şakır şakır konuşan şu kâinatın diline tercüman olamasaydınız, beyanı sübhaniyi anlayıp birbirinize ders veremeseydiniz ve bu kâinat şaheserini gene O'nun kelam sıfatından gelen beyanıyla aydınlığa kavuşmuş göremeseydiniz, ondaki ince nakış ve derin mânâlardan hiçbir şey anlayamayacaktınız. "Eşşemsü vel kameru bi husban" Şems ve kamer, çok dakik ve ince hesaplarla öyle mühim noktalara konmuş ve onların öyle mükemmel bir konumları var ki, atmosferinize gelip çarpan ve daha çarparken de çarpılan şahaplardan alın da, çarpıcı her şeyden korunmalarına kadar bu işler çok ince hesaplarla yapılıyor. İşte, böylece Allah size Rahmaniyetini izhar ediyor. Eğer merhamet-i İlâhî çok dakik hesaplarla böyle bir nizam vazetmeseydi, birbiriyle çarpışan cisimler arasında heba olup gidecektiniz. Evet, göklerden bazı taşlar düşüyor ise de bunlar sadece ibret içindir. Zira şimdiye kadar ne kimsenin başını yardı ne de gözünü çıkardılar. Demek ki her çarpan kaya Allah'ın inayetine çarpıyor ve çarpılıyor. Siz sebep olarak isterseniz ona atmosfer deyin, isterseniz tekasüf etmiş gaz yığınları deyin; evet hangi sebebi ileri sürerseniz sürünüz bunlar, Cenab-ı Hakk'ın inayetinin tecessüm etmiş şekilleridir. Allah en dakik hesaplarla her şeyi, fevkalade bir nizam ve ahenk içinde yerlerine yerleştirmiştir. İşte "Mevakiinnücum"da bir de, böyle bir manâ melhuzdur.
Dördüncüsü: Kutup yıldızı, onu yıldızlar arası yeri ve bize yol göstermesi; güneş sistemi, onun Samanyolu içindeki yeri ve konumu; Samanyolu, onun gökcisimleri arasındaki ihtişamlı yeri ve O'nun bir başka sistemin, veya kümenin yanındaki baş döndürücü, ama öbürüne göre mütevazı yeri, derken bu sistemlerin diğer sistemlerin yanındaki yeri ve onlarla âhenk içinde bulunması.. bütün bunların ötesinde de, ilmin tespit ettiği şekilde her yıldızın belli bir mesafeyle bir diğerinden uzak durması.. ve nihayet güneşin etrafındaki peyklerin belli mesafelerle ayrı ayrı yerlere yerleştirilmesi gibi.. kâinatta her şey ama her şey fevkalâde ve şiirimsi bir ahenk içinde tanzim edilmiştir ki "Mevakiinnücûm"un bunlara da işareti olabilir.
Beşincisi: "Yıldızların yerleri" Batı ve Doğuda değişik şekillerde ele alınıyor. Meselâ, Rus alimleri ona "yıldızların konduğu yerler!" diyorlar. Batı'da ise bu ifade daha ziyade kara delikler veya beyaz delikler şeklinde düşünülüyor. Aslında ilmin çözmeye çalıştığı mes'elelerin yanında, hâlâ çözüm bekleyen o kadar çok muammâ var ki, bir meseleyi izah ettiğimizi sandığımız an, izah bekleyen iki veya bir kaç mes'ele birden karşımıza çıkıyor. Meselâ, küre-i arzın atmosferi ile, küre-i arzın kendisi arasında bir zıtlık var. Bu zıt durumun, dünya ve fezada, hatta bütün kâinatta dengeyi tamamlayıcı bir faktör olduğu astrofizikçiler tarafından iddia edilmektedir. Kara delikler ile beyaz delikler, kâinattaki umum denge için çok mühim ve birbirine iki zıt unsurdur.
Modern tefsircilere göre "Mevakiinnücum" ayeti Kuasar ve pulsarlara da işaret etmektedir. Beyaz delikler, çok korkunç ışık ve enerji kaynaklarıdır. Bunlar artık günümüzde görülüp tespit edilebiliyor. İlim adamları bunlar için diyorlar ki: Beyaz delikler adeta diğer yıldız ve sistemlerin onların bağrında büyüyüp gelişeceği birer tarla gibidir. Bunlar öyle korkunç ve muhteşem bir enerjiye sahiptirler ki; Samanyolu bir yönüyle yok olsa bile, Allah'ın kudret ve iradesiyle bir beyaz delik, kendi bağrında yeniden bir Samanyolu'nun teşekkülüne medar olabilir. Bunlar, kâinatın bağrına öyle ahenkli yerleştirilmişlerdir ki, hiç şaşırmadan, kendilerine ait o dehşetli vazifeleri hem de en dakik biçimde yerine getirmektedirler. Evet, zâhiren kâinat nizamına çok tesiri olan faktörlerden biride yıldızların mevkileridir. Rus bilginleri bunlara yıldızcıkların, bağrında büyüyüp gelişeceği yerler diyorlar. Onların böyle demeleri bir yönüyle önemli sayılır. Çünkü, böylece Kur'an-ı Kerim'in geçmiş ve geleceği, bugün gibi bildiği tasdik edilmiş, yani bir de bu acayip dünyada "Mevakiinnücûm"a işaret edilmiş oluyor.
Altıncısı: Ve Kara delikler.. elektronlardan, çekirdeklerden mürekkep olan bu yıldızlar, elektronların enerjilerini kaybetmesiyle çöküyorlar ve çekirdekler üst üste çökünce, bu kocaman dev yıldızlar birer cüce haline geliyorlar. Bunlar güneş gibi veya güneşten daha küçük olursa, pulsarlar meydana geliyor. Aslında kitlesinden, ağırlığından bir şey kaybetmedikleri halde cirimleri fevkalade küçülüyor ve dev birer kara delik oluyorlar. Görülmüyorlar ama yanlarından geçen ışıklar kayboluyor, yani bunlar tarafından yutuluyorlar. Zaman, o noktada hızlanıyor. Girdaba uğrayan şeylerin kayboluşu anında çeşitli esrarengizlikler meydana gelmesi gibi bazı sırlı işler de meydana geliyor. Meselâ, güneş gibi bir sistem, bu kara deliklerden birine doğru yaklaşsa, bir lokma olup gider ve sonra yok olur. Astrofizikçilerin bazıları da, işte bu kara deliklere "yıldızların mevkii" diyorlar.
Yedincisi: Yıldız tabiri ile umumiyet itibariyle Enbiya-ı izam kastedilir. Meselâ, Tarık Suresi'ndeki "En-Necmüs-Sakıb" katı kalpleri delen, kapalı kapıları açıp içine nüfuz eden yıldız, Hz.Muhammed'dir (asm). Her Nebi bir bakıma, kendi asrı için peygamberlik vazifesi itibariyle bir yıldız gibidir. Ve onlara tutunanlar saadet semasına yükselir, Cenab-ı Hak ile münasebete geçerler. Allah (cc) yıldızların yerlerine kasem ederken, Hz.İbrahim'in, Hz.Nuh'un, Hz.Musa'nın ve diğer peygamberlerin göz kamaştıran mevkilerine ve Hz.Muhammed'in (asm) muhteşem makamına da dikkati çeker. Bilhassa işari tefsiri açısından bu husus çok mühimdir.
Sekizincisi: Ayrıca, daha derine inerek bir başka noktaya da dikkatinizi çekmek istiyorum: Kur'an-ı Kerim'in âyetlerine de "necm" yani yıldız denir. Tefsirciler, "âyetler necm necm inmiştir" derler. Kur'an âyetlerinin de kendilerine göre mevkileri vardır. Bir kere, ilm-i İlâhide Kur'an-ı Kerim'in mevkii tasavvurlar üstü büyüktür. Biz onda kelam sıfatının gücünü, kuvvetini ve ihatasını tam göremeyiz. Bu itibarla da Allah (cc) doğrudan doğruya "Mevakiinnücûm" ile kendi kelam sıfatı içindeki Kur'an'ın yerine kasem etmiştir. Evet bu bakımdan yıldızın yerine yemin etmekle "Kaf vel Kur'an-il Mecid"in farkı yoktur. "O şanlı Kur'an'a kasem olsun ki" demek gibidir. Ayrıca Levh-i Mahfuzda da Kur'an'ın bir yeri vardır. Çünkü Kur'an Kadir gecesine kadar levh-i mahfuzdaydı. Ona ancak nazarı oraya ulaşanlar muttali olabiliyordu. Buna göre, "Mevakiinnücum", Cenab-ı Hakk'ın irade ve kudretiyle meydana gelen ve kâinat kitabının şerhi, izahı olan Kur'an-ı Kerim'in necmlerinin mevkileri demektir. Demek oluyor ki, Kur'an da ayrı bir yıldızdır. Hem de kâinattaki yıldızları izah eden bir yıldızdır. Kâinat ve Kur'an arasında bu şekilde bir benzerlik ve bütünlük vardır.. Diğer taraftan, "İnna enzelnahu fi leyletil kadr" ile "Kadir gecesi, Kur'an'ı, semay-ı dünyaya indirdik" buyuruluyor. Esasen levh-i mahfuzu, hakikatı müşahede edebilen ve nazarı oraya ulaşan her veli, Kur'an'ı orada bütünüyle görüp mütalaa edebilir. İşte "Kur'an'ın bu noktadaki mevkiine ve şerefli yerine kasem olsun" mânâsına "Mevakiinnücûm"a yemin edilmektedir.
Dokuzuncusu: Cibrîl-i Emîne eminlik payesini kazandıran Kur'an'ın bir diğer mevkii de Hz.Cibrîl'in emin olan sînesidir. "Mevakiinnücûm"a kasem, O'nun sînesine kasem olsun ki, manasına da gelebilir.
Onuncusu: Bir diğer yönüyle de Efendimiz (asm)'ın pâk sînesidir.
Onbirincisi: O'na inanmış, Kur'an'ı her şey kabul eden, her okunduğunda, Rabbinin, kendisine hitap ettiğini ruhunda duyan temiz vicdanlar da, Allah'ın kasem ettiği yerlerden biri olabilir. Rabbim evvelkiler gibi, bizim sînelerimizi de öyle pak eylesin. Kasem edilen sîneler haline getirsin!
Bütün bu ve bizim bilemediğimiz nice mânâlar içindir ki, Cenab-ı Hak, "Mevakiinnücûm"a kasem etmiştir. Ve bu kasemin hakikaten büyük bir kasem ve yemin olduğunu da yine kendisi bildirmiştir.
Biz, bilemediğimiz sırlara da en az bildiklerimiz kadar inanıyor ve "Bilseniz bu çok büyük bir yemindir" ifadesini bütün vicdanımızla tasdik ediyoruz.
- tarihinde hazırlandı.