• Anasayfa
  • Eserleri
  • Asrın Getirdiği Tereddütler
  • Lokman Sûresinin Sonunda Mugayyebat-ı Hamseden Sayılan, Yağmurun Yağma Zamanı ve Ana Karnındaki Çocuğun Durumu Bugün Gaybîlikten Çıkmış Gibidir. Bu Durumu Nasıl İzah Edersiniz?

Lokman Sûresinin Sonunda Mugayyebat-ı Hamseden Sayılan, Yağmurun Yağma Zamanı ve Ana Karnındaki Çocuğun Durumu Bugün Gaybîlikten Çıkmış Gibidir. Bu Durumu Nasıl İzah Edersiniz?

Lokman sûresinin son, yani otuz dördüncü âyetinde mealen şöyle deniyor: "Kıyamet vakti hakkındaki bilgi, ancak Allah'ın nezd-i ulûhiyetindedir. Yağmuru O yağdırır. Rahimlerde olanı O bilir. Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilemez. Yine hiç kimse nerede öleceğini bilemez. Muhakkak ki Allah Alîm'dir, Habîr'dir."[1]

Kıyametin ne zaman ve hangi vakitte kopacağını ancak Allah bilir. Kur'ân-ı Kerim bunu bir hakikat ve bir prensip olarak ortaya koyunca, artık hiç kimsenin "Allah bilir!" demeden bu mevzuda söz söylemesi, fikir beyan etmesi imkânsızdır. Nitekim Cibril hadisinde de beyan edildiği gibi, Allah Resûlü'ne, bir yolcu kıyafetiyle gelen; fakat üzerinde yolculuk alâmeti bulunmayan Cibril (aleyhisselâm) dizlerini Allah Resûlü'nün dizlerine veriyor ve O'na bazı sorular soruyordu: İman, islâm ve ihsan. Bu soruları sorduktan sonra, aldığı cevapların her birinin akabinde de "Doğru söyledin." mânâsına "Sadakte" ile karşılık veriyor. Son olarak da "Kıyamet ne zaman kopacak?" diye soruyor. Allah Resûlü de: "Kendisine soru sorulan, sorandan daha fazla bir şey bilmiyor." cevabıyla karşılık veriyor. Ve daha sonra da, kıyamete yakın vukû bulacak bazı hâdiseleri, birer alâmet ve işaret olarak sayıyor. İşte bir nebi edebiyle Allah Resûlü, mugayyebattan bir mesele hakkında böyle cevap veriyordu.[2]

Cibril'le müşterek bir bildikleri vardı. O da, kıyametin ne zaman kopacağını ancak Allah'ın bilebileceği idi.

Kıyametin kopması mevzuuna gelince, sebepler açısından o kadar çok şey var ki, bunlardan bir tanesinin vâki olması dahi kıyametin kopmasına yeterli gelecektir. Bu cümleden olarak, bir kuyruklu yıldızın gelip dünyaya çarpması, Güneş'in infilak etmesi veya termodinamik kanununa göre sönüp gitmesi, yeryüzünde insanların yapacağı bir yanlışlıkla zincirleme reaksiyonlar meydana gelmesi ve bunun Güneş sistemini berhava etmesi gibi... Bugün ihtimal dahilinde daha birçok sebep sıralamak mümkündür.

Âyette sayılan ikinci mesele: "Yağmuru Allah indirir." meselesidir. Zaten en çok itiraza uğrayan hususlardan biri de budur. Yani onlar kendi akıllarınca şöyle demektedirler: Yağmurun ne zaman yağacağı bugün meteorolojik tespitler neticesi söylenebilmektedir. Öyleyse bunu mugayyebattan saymak mânâsız olur...

Tabiî ki bu soruyu küfür namına imâle edenlerin gayeleri bu da değildir. Esas gaye Kur'ân hakkında tereddüt ve şüphe hâsıl etmektir. Zaten bizim cevap vermedeki hassasiyetimiz de biraz bu noktadan kaynaklanıyor.

Şimdi, bugün, modern teknoloji vasıtalarıyla onların bildikleri söylenen meseleler, acaba gaybla ne derece alâkalıdır? Aslında bütün şartları meydana gelmiş ve belirtileri şehadet âleminde görülmeye başlamış yağmura ait yaptıkları tahminin, gaybı bilmekle uzaktan yakından bir alâkası yoktur.

Çok basit bir misalle meseleyi tavzihe çalışalım. Bir odayı karbondioksitle dolduralım. Sonra da karbondioksiti gösteren elimizdeki aletler vasıtasıyla tespitler yapıp diyelim ki: "İki saat sonra, şu odada bulunanlar kendilerinde bir ağırlık ve baş ağrısı hissedecekler." Şimdi, bizim bu tespitimiz vâki olursa, biz gaybı bilmiş mi olacağız! Hayır. Gayb bu değildir. Gayb, bilinmesini Cenâb-ı Hakk'ın sadece kendi Zâtına tahsis ettiği meselelerdir. Diyelim ki, gelecek sene veya önümüzdeki beş on sene içinde nereye ne miktarda yağmur yağacak bütün ayrıntılarıyla bunu bilmek gaybı bilmek olur ama, yarın nereye yağmur yağacağını tahmin etmek, gaybı bilmek değildir. Hem bazen söylenenlerin çıkmaması, bazen de söylendiği gibi çıkmaması da çok iyi bilmediklerini gösteriyor ki, zaten söyleyenler de söylediklerine "tahmin" demektedirler. Hem bırakın gelecek seneyi, yarın yağacak yağmurun miktarı hakkında bir şeyler bildikleri söylenebilir mi?

Ayrıca şehadet âleminde belirtileri görülmeye başlamış yağmurun yağacağını bilmek için, öyle alet ve edevata da ihtiyaç yoktur. Halk arasında mümarese ve tecrübelerle bunu söyleyenler o kadar çoktur ki, onların dedikleri de berikilerin söylediklerinden farklı olmadığı gibi, kesinlik ifade etmesi bakımından da onlardan daha geri değildir. Daha önce anlattığım bir hatırayı, münasebet geldiği için tekrar etmiş olacağım:

Amerikalı bilim adamları Türkiye'ye gelir ve bir köyü ziyaret ederler. Kendilerine göre bir araştırma yapmaktadırlar. Bu arada, merada keçilerini otlatmakta olan bir çobanla görüşürler. Bir ara çoban keçilerini toparlayıp ağıla gitmeye koyulur. Adamlar sebebini sorunca da, biraz sonra yağmur yağacak, der. Bilim adamları hayret ederler. Çünkü havada yağmura işaret olabilecek hiçbir alâmet yoktur. Ayrıca yanlarında taşıdıkları barometre de böyle bir sinyal vermemektedir. Hakikaten bir müddet sonra şakır şakır yağmur başlar. Adamlar ağıla koşarak çobana, yağmur yağacağını nasıl anladığını sorarlar. Cevap enteresandır: Benim yıllardır edindiğim tecrübeye göre yağmur yağmadan bir müddet önce keçiler kuyruklarını kısarlar, ondan anlarım ki yağmur yağacak. Bunun üzerine ellerindeki aletleri yere çalan bilim adamları, sizin, şu keçilerin kuyrukları kadar dahi ehemmiyetiniz yokmuş, derler.

Bir büyük zat, romatizmaları vasıtasıyla kırk sekiz saat evvel yağmuru hissettiğini söylüyor.[3] Ve bizim köylerimizde bazı işaretleri ve alâmetleri esas alarak kar ve yağmur tahminleri yapmak yaygındır.

Öyleyse, bu ölçüler içinde ve bu şekliyle yağmurun yağacağını bilmek, gaybı bilmek değildir. Belli hesaplarla, yağmur yüklü bir bulutun durumu, hava basınçları, cephe sistemleri ki atmosfer şartlarına göre, emareleri ortada, yola çıkmış bir yağmur tahminini, yağmur yağacağı zamanı bilme gibi göstererek Kur'ân'ın hükmünü cerhe yeltenmek ancak bir cehalet örneğidir.

Bir de, bugünün ilmî araştırmalarının da kabul ettiği Efendimiz'e (sallallâhu aleyhi ve sellem) ait, mucizevî bir beyandan bahsetmek istiyorum. Allah Resûlü: "Mâ min âmin bi emtara min âmin" buyuruyor. Mânâsı, "Hiçbir yıl başka bir yıldan daha yağışlı değildir."[4] demektir. Bu hadisten de anlaşılıyor ki, her sene yeryüzüne aynı miktarda yağmur yağmaktadır. Ancak nereye ne miktar yağacağı belli değildir. İşte gayb olan budur ve bu bilinememektedir.

Âyette anlatılan üçüncü husus da yine itiraz edilen noktalar arasındadır: "Rahimlerde olanı ancak Allah bilir." Diyorlar ki, bugün röntgen şuâlarıyla anne karnındaki ceninin durumu bilinmektedir. Hatta son zamanlardaki araştırmalar, bu bilmenin erkeklik ve dişiliği de içine alabilecek şekilde bir hayli ilerlediğini gösteriyor.

Daha da ileri giderek, eğer erkeklik ve dişiliğe sebebiyet veren, spermin erkeklik veya dişiliği ise, bu seviyede dahi ceninin durumunu tespit etmek mümkündür, denilebilir.

Yukarıda bir kaide söylemiştik. Aynı kaide burada da geçerlidir: Sebepleri ortada belli bir şey gaybı bilmek demek değildir.

Şayet spermin erkek olduğu tespit edilmişse, tespitin şekli ne olursa olsun, ister bunu ana rahminde, isterse tüpte tespit etsinler, sebepler zuhur ettiğinden, bu, gaybı bilmek sayılmaz.

Efendimiz'in (sallallâhu aleyhi ve sellem) nurlu beyanları içinde şu husus yer almaktadır: "Eğer erkek galebe çalarsa çocuk erkek, dişi galebe çalarsa çocuk kız olur."[5] Bu hadisi bazıları, anlayamadıklarından dolayı yanlış tevil ve tefsire tâbi tutmuşlardır. Zannetmişlerdir ki, erkek olan insan galebe çalarsa çocuk erkek olur, kadın galebe çalarsa kız olur. Ancak böyle bir galebenin hiçbir mânâsı yoktur. Belki mânâ şöyle olmak icap eder: Erkek sperm dişiden evvel gider ve yumurtaya başını sokarsa çocuk erkek olur. Dişi önce bu çeperi aşarsa, bu defa da dişi olur.

Bu, Efendimiz'e ait ilmî mucizelerden kabul edilen bir hadistir ve günümüz ilim adamları da bu meseleyi ifade edildiği şekliyle kabul etmektedirler. Sebepleri bu kadar zâhir olduktan sonra, böyle bir şeye muttali olmayı gaybı bilmek sayanlar, kendi kendilerini aldatmış olurlar.

Zaten, Kur'ân-ı Kerim de bu meseleyi ele alırken şöyle diyor: "Ve ya'lemü mâ fil-erhâmi" Arapça'da "Mâ" Türkçe'de "şey" demektir. Demek ki âyette, rahimlerde olan şeyin Allah tarafından bilineceğinden bahsediliyor; yoksa erkek mi dişi mi bunu ancak Allah bilir denmiyor.

Cenâb-ı Hak onun erkek mi dişi mi olduğunu bildiği gibi, bütün sergüzeşt-i hayatını da bilir. Yani onun istikbalde ne olacağını, karakterinin durumunu, zaafları ve faziletlerini, en sonunda da said mi olacak, yoksa şaki mi? İşte bütün bunları bilmek, ancak ve ancak Cenâb-ı Hakk'a mahsustur. Öyleyse gayba girenler "Mâ" ifadesinin şümulüne dahil her şeydir. Sadece erkeklik-dişilik değildir. Kur'ân meseleye küllî ve umumî bakmaktadır. Onun tarifi içine girenleri bilmek gaybı bilmektir. Bunun ötesindeki iddialar, işi çarpıtma ve diyalektik sayılır.

Bu mevzuu şöyle bir misalle daha da akla yaklaştırabiliriz:

Meselâ, siz bir elma ağacı gördünüz. Ağacın kökü ve gövdesi sizin bulunduğunuz tarafta, dalı budağı ve yaprakları öbür tarafta bir sütrenin arkasına sarkmış olsun. Şimdi siz, mevsimi geldiğinde deseniz ki, bu ağacın bize görülmeyen dalları öbür tarafta elma ile yüklü durmaktadır. Acaba verdiğiniz bu hükümle siz gaybı mı bilmiş olursunuz? Yoksa herkesin normalde bilip söyleyebileceği bir meseleyi mi haber vermiş olursunuz? Böyle bir şeyle karşılaşsanız, elbette ikinci şıkkı yaptığınızı söyleyeceksiniz. Aynen öyle de, zâhirî sebeplerin teyidiyle bilinen rahimlerdeki ceninin hâl ve durumu da, aynı mahiyette bir bilmektir. Yoksa gaybı bilmek değildir. O, kökü şehadet âleminde ve dalları gayba doğru sarkmış bir ağaçtan haber vermek gibidir. Bunlarla Kur'ân'ın hükmünü cerhetmeye kalkmak ve öyle olacağını sanmak sadece budalalık ve ahmaklık olur.

Dördüncüsü, bir insan yarın ne kazanacağını bilemez. Bunu da sadece maddî kazançla kayıtlamamak gerekir. İnsanın maddî-mânevî elde edeceği füyûzat ve inşirah dahi birer kazanç demektir. Bir ilim adamının malumatına ekledikleri de bir kazançtır ve bunun ne kadar olacağını da ancak Allah bilir. Bazen ciltler dolusu kitap okunur ve satırlık malumat elde edilmezken, bazen bir tek satırlık malumat insana bir kitap kadar düşünce ve fikir verir ve insanın ilham kaynaklarını coşturuverir.

Bununla beraber meseleyi sadece madde plânında ele alsak bile, sabit gelirli insanlar dahil, yarınki kazancını kimse bilemez. Esnaf ve tüccarın zaten bunu bilmesi mümkün değildir. Sabit gelirlilere gelince, alacakları beklenmedik bir ceza veya mükâfat onların kazancına tesir edebileceği gibi, başa gelen bir musibet dahi, gelir ve giderde beklenmedik değişiklikler yapacaktır. Evet, hiç hesapta yokken bir dostunuzdan gelen bir pakette kıymetli bir hediyeyle karşılaşabilirsiniz. Oysaki beş dakika öncesine kadar böyle bir şey beklemiyordunuz. Bu maddeyi de misallerle daha da tavzih mümkündür, ama sözü uzatmamak için kısa kesiyor ve Kur'ân'ın dediği gibi diyoruz: "Yarın ne kazanacağını hiç kimse bilemez."

Beşincisi de, bir insanın nerede ve nasıl öleceğidir. Bunu da ancak Allah bilir. Azrail ya bizzat kendisi ya da avenesi vasıtasıyla önümüze çıkıp, "Vakit geldi!" diyeceği an, hepimizin meçhulüdür ve zaten buna kimsenin itirazı da yoktur...

Alîm - Habîr: Her şeyi bilen, her şeyden haberdar olan Hz. Allah.
Füyûzat: Feyizler, bereketler, nimetler.
İnşirah: Gönül rahatlığı, iç huzuru.
Avene: Yardımcılar.

[1] Lokman sûresi, 31/34.
[2] Buhârî, iman 37; Müslim, iman 1.
[3] Nursî, Bediüzzaman Said, Lem'alar, s. 172-173 (On Altıncı Lem'a).
[4] el-Hâkim, el-Müstedrek, 2/437; et-Taberî, el-Câmiu'l-beyan, 19/22; Beyhakî, es-Sünenü'l-kübrâ, 3/363.
[5] Buhârî, menâkıbu'l-ensar 51; tefsiru sûre (3) 6; İbn Huzeyme, es-Sahih, 1/116; el-Hâkim, el-Müstedrek, 3/548; İbn Hibban, es-Sahih, 16/441-442.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.