• Anasayfa
  • Eserleri
  • Asrın Getirdiği Tereddütler
  • Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) Bir Defasında "Bu Ağızdan Sadece Hak Çıkar" Demesine Rağmen Hurmaların Aşılanması Tavsiyesi Üzerine Meydana Gelen Netice İçin "Ben Bir Beşerim" Demesi Nasıl Tevfik Edilir?

Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) Bir Defasında "Bu Ağızdan Sadece Hak Çıkar" Demesine Rağmen Hurmaların Aşılanması Tavsiyesi Üzerine Meydana Gelen Netice İçin "Ben Bir Beşerim" Demesi Nasıl Tevfik Edilir?

Bu soruda iki hadisin birbirine zıt olmasından bahsediliyor. Bunlardan birinci hadis: "Bu ağızdan doğrudan başka bir şey çıkmaz." Buradaki ifade daha ziyade, mübarek ağızlarına işaret ederek: "Yaz! Nefsim elinde olan Allah'a yemin ederim ki, buradan haktan başka bir şey çıkmaz..."[1] şeklindedir.

Hadis, başta Ebû Dâvûd olmak üzere pek çok sahih hadis kitabının rivayet ettiği bir hadistir.[2] Bu hadisin râvisi de Abdullah İbn Amr İbn Âs'tır (radıyallâhu anhuma). Daha evvel de arz etmiş olabilirim; o, Efendimiz'in (sallallâhu aleyhi ve sellem) fem-i güher-i nebevîsinden dökülen her inciyi tespit eder ve hiçbirini kaçırmazdı. Hatta Ebû Hüreyre, kendisinden daha çok hadis rivayet ettiğini ifade sadedinde: "Ben hadisleri yazmadım. Ama, Abdullah İbn Amr yazardı. O bakımdan benden daha çok hadis kaydetmiş olabilir."[3] der. Abdullah İbn Amr İbn Âs, çok âbid, zâhid bir insandı. O devirde ibadet ü taatiyle tanınırdı. Efendimiz kendisine "Bir gün iftar et, bir gün imsak et. Hazreti Dâvûd'un orucudur bu." dediği zaman, bunu azımsamış "Dahasını yapabilirim yâ Resûlallah." demişti. "Gecenin üçte birinde ibadet et, diğerinde de istirahat..." O, "Dahasına muktedirim."[4] diyerek hep ileri seviyede bir kulluk anlayışı içinde olmuştu. Evet, takvada, incelikte, ibadette derin bir insandı. Bir de Peygamberimiz'in her sözüne karşı öyle saygıyla doluydu ki, Efendimiz'in ağzından çıkan hemen her şeyi yazardı.

İşte, bu hadislerden birincisi, bunu ifade ediyor. Abdullah İbn Amr diyor ki: "Bana, 'Efendimiz'in ağzından çıkan her şeyi yazıyorsun, ama O da bir beşerdir. Yumuşak olduğu an da olur, öfkeli olduğu an da.. bazen arzu etmediği şeyler de söyleyebilir -hâşâ-, sen ise tefrik etmeden her şeyi yazıyorsun.' dediler. Bunun üzerine ben de yazıyı bıraktım. Sonra Efendimiz'le karşılaştığımda dedim ki: 'Yâ Resûlallah böyle böyle diyorlar..!' Buyurdular ki: Yaz! Nefsim elinde olan Allah'a yemin ederim ki, bu ağızdan haktan başka bir şey çıkmaz."[5]

Vak'anın birisi bu; diğeri de şöyle: Aleyhi Ekmelüttehâyâ Efendimiz Medine'ye teşrif buyurduklarında, Medinelilerin hurmaları aşıladıklarını görüyor ve "Bu aşılamanın neticeyi değiştireceğine kâni değilim." diyor. Yani "Aşılamanın, kat'iyen faydası yoktur." demiyor. Neticeye tesir etmeyeceğini ifade buyuruyor. Onlar da hangi stilde aşı yapıyorlarsa onu bırakıyorlar. Ertesi sene de verim alınamıyor. Kim bilir belki Allah'ın takdiri, o sene meyve olmayacaktı..? Sonra buyuruyorlar ki: "Dünyanızın işlerini siz iyi bilirsiniz."[6] Bunu, "Benden daha iyi bilirsiniz." şeklinde anlamak doğru değildir. İhtimal ki, Efendimiz'in maksadı, "Siz bunları aşılıyorsunuz ama, Allah'ın dediğinden, dilediğinden başka bir şey olmayacaktır." Ondan sonra tevafuken ertesi sene meyve olmadı. Zeytin de bir sene olur, bir sene olmaz. Olmadığı seneye rastladı. Onların hâllerine baktı, sözlerindeki hikmeti kavrayamadıklarını anladı. "Dünyanızın işlerini siz iyi bilirsiniz." dedi. Yani vicdanî tecrübe ile kazanacakları önemli bir husus için henüz vaktin erken olduğuna işaret buyurdu.

İkinci bir husus: Cahiliye devrinde çeşitli sebeplere tesir-i hakikî veriyorlardı; meselâ yine Buhârî, Müslim'de gördüğümüz rivayete göre "Yağmuru bize nev verdi." diyorlardı. Yani "Falan yıldız zuhur edince, bulut teşekkül eder ve o yıldız bize yağmur verir."[7] itikadında idiler.

Bu hususta Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) buyururlar ki: "Yıldızın zuhur veya sukutuyla yağmur geldi, diyenler kâfir oldu; yağmuru Allah verdi, diyenler de mü'min..."[8]

Evet, bir cemaat, her lütfu Allah'tan bildiği gibi, yağmurun da Allah'tan geldiğine inanıyor. İşte onlar mü'min... Diğer bir topluluk ise, her şey gibi yağmuru da sebeplere veriyor. Onlar da Allah'a karşı küfür etmiş oluyorlar. O devirde, böyle esbaba tesir-i hakikî verme çok yaygındı. Bunu, kökünden kesip atmak, her şeyin Allah'ın elinde olduğunu göstermek.. O'nun, ulûhiyetinde bir olduğu gibi, rubûbiyetinde dahi bir olduğunu iş'âr için, değil emare ve alâmetler, sebepler dahi zapturapt altına alınmıştır.

Evet, nasıl Allah zâtında tektir, öyle de icraatında dahi vezir ü vüzeraya ihtiyacı yoktur. Yıldız doğsa da doğmasa da yağmuru veren Allah'tır. Ama çok defa yağmurun gelmesini herhangi bir sebep veya bir yıldızın zuhuruna mukarin kılar. Bu bir iktirandır. Ta insanlar yağmurun geleceğine hazırlansınlar. Ama O, yağdırmayabilir de. Evet O, ne isterse onu yapabilir... Efendimiz bu hakikate inandırmak için, yani esbap ve vasıtaların tesiri olmadığını, her şeyin Müsebbibü'l-Esbap olan Allah'ın elinde bulunduğunu göstermek için, halkın, eşya ve hâdiselere sebep ve vesile saydığı her şeyi yıkıyor ve nazarları Kudreti Sonsuz'a çeviriyordu.

Bir başka vak'a: Bir gün, bir bedevi, Resûlullah'ın huzuruna geldi ve "Yâ Resûlallah, devem uyuzlu develerin yanına bağlandığından uyuz oldu." dedi. Buyurdular ki: "O uyuzlu deve, uyuzu, yanına bağlandığı deveden aldı, öbürü nereden aldı?..."[9] Burada hastalığın sirayetini nefyetme yok. Öyle olsaydı hiç: "Bir yerde sâri bir illet varsa oraya girmeyin; içerdeyseniz dışarıya çıkmayın."[10] şeklinde ikazda bulunur muydu? Esasen Efendimiz, cahiliye akıl ve mantığına karşı savaşıyordu. Yoksa sebepleri nefyetmiyordu. O'na göre sebeplerin bir hikmet-i vücudu vardı. Virüslerin, mikropların hastalık yapabileceğine dahi işarette bulunuyorlardı. Ancak, sebepler her şey demek değildi. Sebeplere riayet bir mükellefiyet ve vazife; neticenin, Allah'ın elinde olduğuna inanmak ise tevhiddi. İşte, bu ince hususu göstermek için Efendimiz, "O uyuzlu deve, uyuzu öbür deveden aldı. O kimden aldı?" diyerek, meseleyi, devir ve teselsül zemininde, devir ve teselsülün bâtıl olmalarıyla noktalıyordu. Yani, o ondan o da bir öncekinden... Pekâlâ ilk deve kimden aldı?... Ve neticede "Allah" dedirtiyordu. Öyleyse, daha sonra sebepler tahtında cereyan eden şeyler ta baştan Allah'ın emir ve iradesi altında oluyor demektir. Her şeyi yaratan Allah'tır (celle celâluhu). Böylece Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), tevhid-i rubûbiyete dair bir şirkin başına balyoz indiriyor, ruhları şirke karşı uyarıyor ve çok önemli bir hususa dikkatimizi çekiyordu.

Şimdi, aşılama meselesine gelelim. Aşılama mevzuunda da cahiliye devrinde öyle bir itikat vardı ki, hurmayı aşıladığın zaman on verir, aşılamazsan hiç olmaz. Bunda da gizli bir şirk vardı, yani sanki aşılama, hurmanın meydana gelmesine tek sebep gibiydi. Efendimiz, bu bâtıl anlayışı yerinden söküp attı ve sebeplerin, sadece Allah'ın izzet ve azametinin perdeleri olduğunu onlara anlattı. Anlattı ama, ashabın kendi mantık çizgilerinde anlattı. Evvelâ onlara bir ders verdi. Sonra da onlar, belli bir anlayış içinde karşısına çıkınca "Dünyanızın işlerini siz bilirsiniz." dedi. Burada ciddî bir iltifat mı var? Yoksa, anlattığı hakikati kendi istediği mânâda kavrayamamadan ötürü bir tembih mi var? Üzerinde düşünülmeye değer.

Üçüncü bir husus: Efendimiz'in (sallallâhu aleyhi ve sellem) söylediği her söz bütün bir hayatı talim istikametindedir. Eğer onların hayatlarının her noktasına doğrudan doğruya teşri maksadıyla katılsa ve karışsaydı meselâ, deseydi ki: Sularınızı şöyle akıtın, içerken bardağı şöyle sofranın etrafında dolaştırıp için; şu işi yaparken şöyle yapın, ağacı keserken alttan kesin, demiri döverken şöyle dövün; böyle ocağa sokun gibi, her şeyi talim etseydi, bu emirlere de, diğer teşriî emirleri gibi uyulmasını zarurî görüp kıyamete kadar aynı şeyleri yapacaklardı ve yapacaktık. Hâlbuki Allâmu'l-Guyûb'un kendisine bildirmesiyle, buğdaydan bire on almak mümkün olduğu gibi, bire yüz almak da mümkündü. Tecrübe ve aşılamalarla, meselâ narenciye yumruk kadarken bir kavun, bir karpuz hâline getirilebilirdi.[11] Böylece onlara, bilgi, görgü ve mümareselerini artırma güven ve itimadını verdi.

Dördüncü bir husus var ki, cidden çok mühimdir. Cenâb-ı Hak beşere, şeriat-ı fıtriyeye müdahale etme hakkını vermiştir. Madem insan yeryüzünde Allah'ın halifesidir. O hâlde Allah'ın yarattığı şeylerde, şart-ı âdi kaydıyla bir kısım müdahaleleri olacaktır. Bu husus aynı zamanda iradenin hikmet-i vücudu ve insanın Yaratan'a halife olmasının bir neticesidir. Hâlbuki bu mevzuda dahi, Efendimiz'in teşriatına uyacak, diyeceklerdi ki, "Aşılama!" dedi aşılamadık, "Aşıla!" dedi aşıladık. Böylece, beşerî ilgi ve bilgi kaynakları kuruyacak, tecrübe birikimleri heba olup gidecek ve fıtratı talim etme vazifesiyle gelen Zât, fıtratla zıtlaşmış olacaktı. Oysaki Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), bir söz söylerken kıyamete kadar devam edecek şekilde söyler. O'nun vaz'ettiği kanunlar kıyamete kadar câridir. Binaenaleyh, O, öyle kat'î şeyler söylemeliydi ki, ileride yanlış anlamalara meydan verilmesin. Ve herkes her zaman, büyük bir güvenle o âb-ı hayat kaynağına başvurabilsin. Onun için o ağızdan hep doğru çıkmalıydı. O ağızdan hep doğru çıktı. Ve doğrudan başka bir şey çıkmadı...

Beşinci bir husus da, Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) bir insandı, insan hürriyetinin ne demek olduğunu çok iyi biliyordu. İnsan hür değilse insan da değildir. Esir bir insana insan denemez. Zindandaki bir insana da insan denemez. Kefere ve fecerenin sultası altında, onların müsaade ettiği hayatı yaşama, onların müsaade etmediği hayatı yaşamama gibi bir zillet içinde bulunmak da insanlık demek değildir. Böyle insanlıktan Allah'a sığınırız. Böylesi bir hayata razı olanları da Allah ıslah eylesin!

Evet, insan, iradesiyle insandır. Ve irade çok mühim bir meseledir. İrade öyle bir meseledir ki, tıpkı, toprağa düşen bir tohum gibi, toprağın bağrına düşer düşmez, düştüğü yeri hemen kocaman bir ağaca hamile hâle getirir. Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) onların iradelerine zincir vurmadı. Evvelâ onları bir denedi, sonra, "Sizin iradenizin neticesi, semeresi hatta daha sonraki semereleri için öyle hareket etmeniz doğrudur." dedi.

"Dünyanızın işlerini siz bilirsiniz." demek suretiyle bu hakikati anlattı ki, anlattıkları doğrudan başka bir şey değildir.

Allâmu'l-Guyûb: Gizli, açık her şeyi en iyi bilen Hz. Allah.
Fem-i güher: Peygamber Efendimiz'in (sallallâhu aleyhi ve sellem) inci, cevher kaynağı mübarek ağızları.
Müsebbibü'l-Esbap: Sebepleri birbirine bağlı yaratan, onlara sebep olma pâyesini veren Hz. Allah.
Teşriat: Getirilen hükümler, kanunlar.

[1] Ebû Dâvûd, ilim 13; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/162; Dârimî, mukaddime 43; el-Hâkim, el-Müstedrek, 1/186-187.
[2] Ebû Dâvûd, ilim 13; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/162; Dârimî, mukaddime 43; el-Hâkim, el-Müstedrek, 1/186-187.
[3] Buhârî, ilim 139; Tirmizî, ilim 12; menakıb 46; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/249.
[4] Buhârî, fezâilu'l-Kur'ân 34; Müslim, sıyam 182.
[5] Ebû Dâvûd, ilim 13; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/162; Dârimî, mukaddime 43.
[6] Müslim, fezâil 141. Ayrıca bkz.: İbn Mâce, ruhûn 15.
[7] Buhârî, istiskâ 27; Müslim, iman 125; Ebû Dâvûd, tıb 22.
[8] Buhârî, istiskâ 27; Müslim, iman 125; Ebû Dâvûd, tıb 22.
[9] Buhârî, tıb 25; Müslim, selâm 101; Ebû Dâvûd, tıb 24; Tirmizî, kader 9; İbn Mâce, mukaddime 10.
[10] Buhârî, tıb 30; Müslim, selâm 98.
[11] Müslim, fiten 110; Tirmizî, fiten 59; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/182.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.